1970 yılında 15-16 Haziran günleri, Türkiye işçi sınıfı tarihinin şanlı mücadele günleridir. Ülkemizin en önemli sanayi bölgelerinde, başta İstanbul ve Kocaeli olmak üzere yüz bine yakın işçinin katıldığı büyük bir eylem fırtınası olmuştur. İstanbul’daki işçiler fabrikalarından çıkarak Topkapı, Bakırköy, Kartal, Şişli Mecidiyeköy, Kadıköy, Unkapanı, Eminönü meydanlarına yürüdüler.
Mecliste kabul edilen 274 sayılı Sendikalar ve 275 sayılı Grev ve Lokavt Kanunu işçi sınıfının örgütlenmesine, toplu sözleşme ve grev hakkına ciddi engeller koymaktaydı. İşçi sınıfı bu baskıcı düzenlemeyi kabul etmedi. Başta DİSK ve tabandaki Türk-İş üyesi işçiler eyleme geçtiler. İki gün İstanbul caddeleri ve meydanları işçi sınıfı tarafından işgal edildi. İstanbul’un her iki yakası sömürü düzenine karşı haykırışlarıyla inledi. O günden bugüne yaşanan işçi sınıfımızın her eyleminde 15-16 Haziran Direnişi birer moral kaynağı ve mücadele azmimizi oluşturdu. 1970 yılı 15-16 Haziran’da “Yetti Gayri” diyerek meydanlara çıkan, bizlere mücadeleci devrimci bir miras bırakan emekçileri, saygıyla anıyoruz.
Bugünlerde ülkemiz Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük ekonomik krizini yaşamaktadır. İşçiliğe başladığım 1975 yılı Mart ayından beri birçok krizleri yaşadık. Ama böyle bir pahalılık, böyle bir yoksullaştırma görmedik. Enflasyon canavarı, bir avuç rantiyeci dışında başta işçi sınıfı olmak üzere en geniş toplum kesimlerini perişan etti. Türk Lirasının değerinin yabancı paralar ve emtia karşısında bu kadar düşürüldüğünü hiç ama hiç görmedik. Paramız pul oldu. Hayatın vazgeçilemez unsuru olan benzin, mazot 30 TL oldu. Nisan ayı açlık sınırı 5.332 TL, hormonsuz doğal enflasyon %160. Bu duruma göre Ocak ayında belirlenen 4.250 TL’lik asgari ücret, iki ay sonra sıfırın altına düştü. İşsizlik korkunç rakamlara ulaştı. Ev kiraları, okul masrafları, sağlık giderlerimiz, ulaşım, elektrik, doğalgaz, su faturaları herkesin belini büktü. Böyle giderse daha da bükecek. AKP İktidarının çözüm diye sunduğu tedbirlerinin hiçbir faydası olmuyor. Tam tersine her geçen gün yaşamımız daha da çekilmez oldu.
Eski ekonomik kriz günlerinde en başta sendikacılar ve işçi sınıfı meydanlara çıkar, mitingler yapar, iktidarlara tepkilerini gösterirlerdi. Şimdi bazı kısmi eylemler dışında, işçi sınıfı sessizliğe bürünmüştür. Bunun sorumlusu sendika yöneticileridir. Halk kitleleri bireysel olarak her türlü medya aracılığıyla çektikleri acıları, hayat pahalılığını, elektrik, doğalgaz, akaryakıt ve temel gıda maddelerinden ki fahiş fiyat artışını, yüksek enflasyonu anlatıp, tepkilerini dile getiriyor. Ama işçi sınıfımızın örgütlü gücünü temsil eden sendikalarda tıs yok. Bu olacak şey değil! Sanki yer yarıldı, sendikacılar içine düştüler. Halbuki sendikacılık ahlakı bu acımasız krize karşı çıkmayı emreder. Bu tarihi bir sorumluluktur. Sendikacılığın namus borcudur. Türk-İş, üyesi olan işçi arkadaşlarımıza ve bizim gibi yirmi-otuz yıl aidat ödediğimiz işçi emeklilerine sahip çıkmıyor. Bu durum, Türk-İş için çok büyük hatadır, çok büyük ayıptır!
Türk-İş, bir zamanlar kendi Genel Sekreteri Sadık Şide’yi 12 Eylül faşist hükümetine bakan verdiği zamanki büyük yanlışını, bugün AKP iktidarına karşı tavır koymayarak, üyesine ve diğer emekçilere sahip çıkmayarak tekrar etmektedir. İşçiden yana olmak demek, sadece “2022 yılı Nisan ayında açlık sınırı 5.332 TL, yoksulluk sınırı 17.340 TL olmuştur” demek değildir. Bugün 10 milyondan fazla asgari ücretli vardır. Öte yandan 10 milyona yakın emekli asgari ücretin de altında maaş almaktadır. Örneğin ben 1982 yılı Ocak ayından 2000 yılı Mart ayına kadar SSK primlerimi en yüksek kademede ödemiştim. Şimdi 3.950 lira maaş almaktayım. 18 yıl SSK primlerimi en yüksek kademede ödemenin ödülü açlık sınırı altında maaşa mahkum olmak mıdır? Kaba bir hesapla şu anda, Türkiye’de açlık sınırı altındaki bir ücretle geçinmeye çalışan emekli ve asgari ücretlinin toplamı yaklaşık 20 milyondur. Demek ki bugün Türkiye’de 20 milyon insan Türk-İş’in 2022 Nisan ayı için tespit ettiği açlık sınırı olan 5.332 TL’nin altında maaş almaktadır. Peki, Türk-İş 20 Milyon insanın açlık sınırı altında inim inim inlediği bir ülkede ne iş yapar? Sadece tribünlerde oturup seyircilik yapıyor. Başka bir şey yapamaz mı? Ama ne yazık ki, sendikaların sessizliği yüzünden işçi sınıfının ana gövdesinde uyuşukluk ve tepkisizlik de vardır. Bunun kabahati sendikacılardadır. Sendikalar bu yanlıştan bir an önce dönüp işçisine, işsizine, çiftçisine, esnafına emeklisine ve halkına sahip çıkmalıdırlar. Böylesi büyük bir ekonomik çöküş döneminde sendikacılar “Ne oluyor, nedir bu sefalet?” diyerek öne çıkıp haykırması gerekir. Ama tıs yok. Bu kadar büyük bir yanlışı yapan sendikacıları tarih affetmeyecektir.
1989 BAHAR EYLEMLERİ
Her büyük eylemde olduğu gibi, 1989 Bahar Eylemlerinin dayandığı elbette ki bir siyasi ve ekonomik neden vardır. 1980 12 Eylül Darbesi tüm işçileri ama özellikle Kamu İşçilerini çok büyük bir yoksulluğa itmişti. Bizler de 1989 Baharında her yerde “Yetti gayri, Açız, Aç” diyerek meydanları inletmiştik. Bizleri o hallere düşüren Turgut Özal’ın 24 Ocak Kararlarıydı. IMF ve Dünya Bankası tarafından Turgut Özal’ın çantasına konulup Ankara’ya gönderilen 1980 24 Ocak Kararları, bizleri sefilliğin çukuruna atan bir IMF reçetesiydi. İçi acımı acı ilaçlarla dolu bu reçete, o zaman çalışan biz işçileri çok incitmişti. Aslında 12 Eylül 1980 darbesi, 24 Ocak Ekonomik Kararları uygulansın diye yapılmıştır. 24 Ocak Kararlarının ve bir anlamda o darbenin programı şöyle yazılmıştı; “Kamu fabrika ve işletmelerini özelleştireceksin, çiftçiye desteklerini keseceksin, tarımı ve milli ekonomiyi çökerteceksin, işçi sınıfını sendikasızlaştırılarak örgütsüz kölelere çevireceksin. Cumhuriyet Devrimlerinden vaz geçeksin, Laiklik düşmanı güçleri besleyeceksin.”
İşte 12 Eylül 1980 günü başlayan sancılı sürecin yıkımına 1989 Baharında kamu işçileri isyan ettiler. Türkiye’nin bütün illerinde, 15-16 Haziran’a benzeyen çıkışlar yaparak iki ay boyunca ”Yetti Gayri” diyerek ayağa kalkıp şehir ve kasabalarında eylemler yaptılar.
1989 Bahar eylemleri tüm işçi sınıfına 1995 yılı sonuna kadar ciddi bir moral ve motivasyon verdi. 1989 Bahar rüzgarı, bir atımlık barut değildi. 1989 Baharından sonra, onun rüzgarı ve mücadele azmi Kasım-1990’da Zonguldak’ta başlayan büyük madenci grevine ve ardından 4 Ocak 1991 da yüz bine yakın insanla başlatılan Zonguldak-Ankara yürüyüşüne örnek oldu. 1991-1992 işçi eylemleri, 1994’te devrin Çiller Hükümetinin açıkladığı 5 Nisan Paketi’ne ve 1995 yılı yazında Çiller Hükümeti’nin her türlü dayatmalarına karşı büyük mücadelelerimizle devam ettirildi. Tersanelerimizin 1995 yılında özelleştirilmesine karşı Pendik Tersanesinde Tersane Komitesini kurarak buralarda özelleştirme canavarının elinde tersanelerimizi kurtarıp alma mücadelemizde 89 Bahar ruhu etkili oldu. Yine 1995 toplu sözleşmeleri sırasında Çiller Hükümeti hakkımızı vermediği için Eylül ayında 350 bin işçinin katılımı ile yapılan büyük grevler, 15 Ekim 1995 günü Ankara Kızılay Meydanı’nında yapılan 500 bin kişilik mitingle Çiller’in kuracağı Azınlık Hükümeti’ne Mecliste güvenoyu verilmesini engellemiştir. İşte bu gibi çok büyük eylemlere 1989 Baharı Ruhu ve o mücadeleye önderlik yapan kadroların büyük rolü vardır.
HANGİ ETKENLER 89 BAHARINA YOL AÇTI?
BAHAR FIRTINASINA YOKSULLUĞUMUZ SEBEP OLDU
Yukarıda kısaca anlattığımız gibi, 12 Eylül 1980 darbesi ile iktidara gelen Evren ve Özal ikilisi, uyguladıkları IMF programları bizleri çok büyük bir yoksulluk sürecine sokmuştu. Sekiz yıl boyunca özellikle Kamu işçileri doğru düzgün serbest toplu sözleşme yapamadılar. Darbe ile birlikte tüm sözleşme hakları rafa kaldırıldı. Tek yetkili Yüksek Hakem Kurulu oldu. Devrin Hükümetleri, YHK eliyle her sözleşmede işçilere o yılın enflasyonun yarısı kadar zam verdiler. Böylece ücretlerimizle, piyasadaki alım gücü arasındaki makas gittikçe açıldı. Bizler çok derin bir yoksulluğa itilmiştik. Her şey işçi sınıfının aleyhine gelişti. O zamanlar İş Yasası, Grev ve Toplu Sözleşme Yasası hazırlanırken, Kenen Evren 1961 Anayasasını kast ederek “Bu anayasa bize bol gelmiştir.” diyerek işe başladı. Bol dedikleri şey elbette ki işçi örgütlenmeleri, etkili grev hakkı, özgür basın ve demokratik tüm haklardı. Darbeciler “Bunları budayacağız, kuşa çevireceğiz” demişti. Yine işverenler ve onun örgütü olan TİSK Başkanı Halit Narin, 1961 Anayasası’nın işçilere ve sendikalara vermiş olduğu hakları, fazla bulduklarını o ünlü sözleri olan “Yirmi yıl onlar güldü biz ağladık, şimdi işçiler ağlayacak bir güleceğiz” şeklinde ifade etmişti.
Darbecinin ve darbede nemalanan kişinin söyledikleri her şeyi ifade etmekteydi. Yasaları o mantıkla yazdılar. O anlayış o gündür bu gündür aksatmadan devam ettiriliyor, değişen bir şey yok. Ama ne olursa olsun, işçi sınıfı bu zulme karşı tavır almak zorundaydı. Ve öyle de oldu. Her şeye rağmen işi sınıfı darbe sonrasında önce 1986 NETAŞ grevi, sonra 1987 Mart-Nisan aylarında Petrol-İş Sendikası’nın KİPLAS-Kimya işverenleri ile yaptığı toplusözleşmelerde anlaşma sağlayamayınca 63 fabrikada grev başlattı. İşte bu 63 Grevinin kamuoyunda çok büyük etkisi oldu. Arkasında 1988 yılında Türk-Metal ve Otomobil-İş’in MESS Sözleşmelerinden kararlı tavır alarak iyi bir sözleşme yaptılar. Deri işçilerinin o zamanlar Zeytinburnu-Kazlıçeşme bölgesindeki işyerlerinde eyleme, direnişe geçmeleri işçi sınıfının mücadele azmini yükseltmeye başladı. Bu mücadeleler kamu işçilerini de etkilemeye başladı. ”Arkadaş bu arkadaşlarımız yapıyor da, biz niçin yapmayalım” dediler.
89 BAHARI FIRTINASI, 1988 YILINDA HAZIRLANDI
Anlattığımız gibi sekiz yıl boyunca çok kötü yoksulluk içine itilmiştik. Örneğin o günlerde ev kiraları ortalama 80-90 bin lirayken, biz KİT-Kamu İşçileri 120-130 bin lira maaş alıyorduk. Bu çok büyük bir haksızlıktı, dayanılacak gibi değildi. Hatta biz Pendik Tersanesi işçileri, Tuzla tersaneleri yakın olduğu için, akşam iş çıkışı Tuzla‘daki özel sektör tersanelerine gider gece ikiye kadar oralarda çalışır öyle eve gelirdik. Cuma akşamından gider Cumartesi Pazar Tuzla tersanelerinde çalışarak ancak geçimimizi sağlaya bilirdik. Özellikle İstanbul Bölgesinde ki Kamu İşyerlerindeki öncüler 1987 yılından itibaren çeşitli sendika şube yöneticileri, işyeri temsilcileri ve öncü işçileri bir araya gelerek İstanbul Şubeler Platformu’nu oluşturdular. Hepimiz işyerleri ve işkollarımızda İstanbul Şubeler Platformu disiplini altında çalışmaya başladık. Türktelekom’da Haber-İş’ten Levent Dokuyucu, Karayollarında, Yol-İş’ten, Ali Akdağ, Haber-İş’ten Kenan Kaya, yine Darphane işçisi Basın İş üyesi Ali Koçintar, Tarım-İş’ten Yılmaz Şentürk, TEKEL, Tek-Gıda-İş’ten Cevizli TEKEL’den Ali Koloş, Cibali Tekel’den işyeri temsilcisi Hatice, Selüloz-İş’ten Rıza diğer bayan arkadaşlar, Ali Koloş, Kocaeli’nden Selüloz-İş’ten Rıza, Petrol-İş Anadolu Yakası Şubeden Yüksel Polat, Şakir ve Kemal arkadaşlar, Rumeli yakasından Petrol-İş’ İstanbul Şube’den Fikri Sarıkaya, Sümerbank’tan Çetin Yelken, Tersanelerde Tayfun Tabakoğlu, Harb-İş’ten Taşkızak’ta Nuri Ayçiçek, Eskişehir Hava Tamirbakım Fabrikasında Ali Kemikli, Limanlarda Melih Yılmaz, Şehir Hatlarında Ali Çınar, Harb-İş’ten TEDAŞ ve Demiryollarında temsilci ve sendikacı arkadaşlar İstanbul’daki çalışmayı başlattılar. Ayrıca Kocaeli, Ankara, İzmir, Adana, Malatya, Zonguldak gibi birçok illerde temaslar kurup onları da bu işin içine sokmaya başladılar. Çünkü TEKEL, TEDAŞ, PTT, Karayolları ve Demiryolları, Askeri İşletmeler gibi büyük KİT’lerin her ilde fabrikası ve işletmesi vardı. İş sadece İstanbul’la olup bitecek şey değildi. Mücadele Türkiye çapında olacaktı. İstanbul dışında önce Kocaeli Bölgesinde de benzer bir örgütlenmeyi başardılar. Kristal -İş Gebze Şube Yöneticisi ve ne yazık ki çok genç yaşta kaybettiğimiz sevgili arkadaşımız Cemal Simliova’nın burada çok değerli çalışmaları olmuştu. Sonra adım adım Ankara, İzmir ve Adana ile temaslar kuruldu. TEKEL, PTT, Karayolları, Harb-İş, TEDAŞ, Demiryolları gibi büyük Kamu İşletmelerinde çalışan arkadaşların diğer illerdeki aynı işletmelerde çalışan arkadaşları ile temas kurması rahat olduğu için örgütlenmeler kolaylaşıyordu. Derken 1988 yılı gelip çattı.
DİPTEN GELEN BASKI TÜRK-İŞ’İ DE HAREKETE GEÇİRDİ
Gün geçtikçe ANAP-Özal İktidarına karşı muhalefet de güçleniyordu. DYP Lideri Süleyman Demirel ve SHP Lideri Erdal İnönü siyasette etkili olmaya başladılar. Türk-İş İçinde ANAP’lılardan daha çok DYP ve Sosyal Demokrat sendikacılar etkiliydi. Onun için Türk-İş’ten de Özal Hükümetine karşı eylemci bir hava da esmeye başlamıştı. 10 Şubat 1988 günü Tük-İş Başkanlar Kurulu toplantısı yapıldı. Bu toplantıda sendika başkanları Türk-İş önderliğinde çeşitli eylem kararları aldırdı. Bunların ilki 11 Mart 1988 günü Türkiye Çapındatüm kamu işyerlerinden öğlen yemek boykotu yapılmasıydı. Ardından başta İstanbul olmak üzere 30 ilde mitinler yapma kararıydı. 11 Mart günü yapılan yemek boykotu çok etkili oldu. Eylemin Türkiye çapında olması ve öğle yemeğini boykot eden işçilerle sendika başkanları ve örneğin Türk-İş Başkanı Şevket Yılmaz’ın Ankara Garı’nda işyerlerinin önüne çıkarak geniş katılımlı kalabalıklar halinde coşkulu şekilde basın açıklaması yapmaları çok görkemli oldu. Bu haberlerin o zaman tek televizyon olan TRT ekranlarından görünmesi, ertesi gün basının da çok geniş haber olarak vermesi hepimizi sevindirdi ve etkiledi. Basit gibi görünen 11 Mart Yemek Boykotu, 12 Eylül Rejimine karşı ilk defa ülke çağında bir protestoya dönüşmüştü. Yine Türk İş o hafta sonu Adana’da bir kapalı salon toplantısı yaptı. Türk-İş yöneticisi ve Tek Gıda İş Sendikası Başkanı Orhan Balta’nın öncülüğünde yapılan bu toplantı çok kalabalık, heyecan dolu bir havada yapıldı. İşçiler ve sendikacılar salon ortasında ve tribünlerde el ele vererek dakikalarca ayakta “ İşçiler El Ele Genel Greve” diye haykırdılar. Bu coşkulu hava ile salonu inim inim inlettiler. Bu manzara basında çok yer aldı. Hatta bu haberden sonra Yıldırım Koç, 3 Nisan 1988 gün ki İkibine Doğru Dergisi’ndeki yazısında 11 Mart Genel Yemek Boykotunu ve Adana Toplantısını irdeleyerek, işçi sınıfında güçlü bir uyanışın başladığını anlatarak “DEV UYANIYOR” başlığıyla bir yazı yazmıştı. Arkasında 26 Mart 1988 günü Adapazarı Mitingi yapıldı. Bu mitingin kalabalık olması için İstanbul Şubeler Platformu ve Kocaeli Sendikalar Platformu çok iyi çalıştılar. Mitingde oldukça kalabalık ve coşkulu oldu. Türk- İş Başkanı Şevket Yılmaz ‘da çok etkili bir konuşma yaptı. İşçiler “Silkele Başkan Düşecekler, Hükümet İstifa, İşçi Düşmanı Özal “gibi coşkulu ve sert sloganlarla Şevket Yılmaz’ı coşturdukça coşturdular. Rahmetli Şevket Yılmaz, hükümeti çok sert sözlerle eleştirdi. İşçi arkadaşlarımız Şevket Yılmaz’ın bu sert açıklamalarını, daha da sert sloganlarla heyecanı yükselttiler. Rahmetli Şevket Yılmaz coştukça coştu. Bu hava da bizleri ve işçi kamuoyunu çok etkiledi. Adapazarı Mitingi hükümeti korkuttu. Arkasında bir hafta sonra Samsun Mitingi oldu. Orası da çok kalabalık ve coşkulu geçti.
İşçi sınıfının uyanışı ve Türk-İş’i de adeta sürükleyerek ilerleyişi, egemen sınıfı çok korkuttu. Bizler o heyecanla İstanbul Mitingine odaklanmıştık. Özal’dan ve 12 Eylül Rejiminden hesap soracağız diyorduk. 1988 Mayıs veya Haziran’ın da yapılması düşünülen İstanbul Mitingi çok konuşulmaya başlamıştı. Siyasi iktidar her yerde esen coşku ve tepkinin İstanbul Mitingi ile zirveye çıkacağından çok korkmuştu. İşte tam bu sırada egemen güçlerin borazanı olan basında hava bir anda değişti. “Yok efendim İstanbul’da miting olursa çok büyük olaylar çıkacak, şu olacak bu olacak” diye yalan ve karanlık hikayeleri manşet, manşet vermeye başladılar.“ …Türk-İş Mayıs ayı sonlarında İstanbul Valiliğine bir miting başvurusu yaptı. Türk-İş Başkanlar Kurulu daha önce Türkiye çapında 30 tane miting yapılması da kararı alınmıştı. Bu 30 mitingde bölgesel çapta işçi mücadelesini kamçılayarak, hükümete karşı mücadeleyi yurt sahhına yayması çok önemliydi. Mayıs ayı ortalarında Türk-İş anlaşılması zor bir kararla İstanbul Mitingini çok önemsiyormuş ve yapacakmış gibi yaparak otuz kadar ildeki mitingleri başka bir tarihe erteledi. Ama İstanbul Valiliği sudan gerekçelerle Türk-İş’in mitinge izin vermedi. Türk-İş yönetimi ise Valiliğin bu iptal kararına karşı mücadeleci bir tavır da izlemedi, valiliğin ret kararını kolay bir şekilde kabullendi. Böylece hem İstanbul mitingi hem de hazır karaları alınan diğer illerde yapılacak diğer mitinglerde güme gitti. Türk-İş Yönetimi ne yazık ki, işçinin miting yapmamanın gerekçesini, Valiliğin iptaline bağlayarak pasif bir şekilde kenara çekilmesine özellikle İstanbul işçisi çok kızdı.” (Zeynel Coşar, Tersanenin Penceresinden 89 BAHARI, s.47)
1988 YAZINDA İŞÇİ ÖNDERLERİ “ARTIK İŞ BAŞA DÜŞTÜ” DEDİLER
İstanbul mitingine izin vermeyen ANAP Hükümeti’ne ve sıradan bir sebeple, engellere boyun büküp mücadele etmeyen Türk-İş Yönetimine çok kızdık. “Türk-İş Yönetiminin kararlı duruşunu kısa sürede terk edip, Özal hükümetiyle uzlaşmacı ve pasif bir tutum alması her işkolunda olduğu gibi tersanede de çok sert tepkilere, eleştirilere sebep oldu. Altı aylık Kademeli Sözleşmenin kabul edilmesi, 1988 yılı toplu sözleşmelerde ortak bir koordinasyon sağlanamaması hele sözleşmeleri gelip çatan bazı işkollarında da % 50-60 civarında bir ücret artışını prensip olarak benimsemesi işçileri çileden çıkardı. %50-%60 zam işçinin derdine derman olmuyordu. Çünkü sekiz yıldır doğru düzgün toplu sözleşme yapılamıyordu. Darbeciler ve Özal ne verdilerse o. Hep mevcut enflasyonun yarısını alabilmişlerdi. Kamu işkollarındaki işçinin enflasyondan kayıpları % 200 kadar olmuştu. Ama onlar yine enflasyonun altında zam vermeye “devam “diyorlardı. Bu haberler duyuldukça fabrikalarda, şaşkınlık ve umutsuzluk yayılırken, diğer yanda ise kararlı karşı çıkış ve direnme eğilimleri at başı gidiyordu.”( Z. Coşar, Tersanenin Penceresinde – 89 BAHARI, s.47)
Bu durum karşısında şuna karar verdik. “ Arkadaşlar görüyorsunuz Türk-İş’in halini. Böyle giderse bu sendikacılar en kritik yerde yine bizi satarlar. Önümüzde ki toplusözleşme bizim için en hayati olaydır. Öyle bir şey yapalım ki önümüzdeki toplu sözleşmelerimizde satışa gelmeyelim” dedik. Haziran ayından itibaren şehir, şehir tüm KİT işçileri ile temaslar kurup, 1989 yılındaki toplu sözleşmelerimizde neler yapabileceğimizi tartıştık. İki ana konuda hem fikir olduk. “…Birincisi ne kadar ücret isteyeceğiz. İkincisi toplusözleşmenin güvenliği ve istediğimiz hedefe nasıl ulaşacağız?” Sözün özü sözleşme taslaklarını biz hazırlayacağız. “İsteyeceğimiz ücret oranına, sosyal hak maddelerinin ne kadar olacağına atölye ve fabrikalarda ki işçiler olarak biz karar verelim” dedik. İkinci hedef, toplu sözleşmelere biz işçilerden de katılım sağlanacak. Sözleşme taslaklarımızı ve işverenle yapılacak görüşmeleri sendikacıların inisiyatifine, insafına bırakmayacağız. Çünkü bugüne kadar sözleşme taslaklarımızı sadece sendikacılar hazırladı ve işverene sundular. O taslakta neler yazdıklarını ve ne istendiğini bilmiyorduk. Bu güne kadar ki yapılan görüşmeleri sadece sendikada yönetici olanlar katıldı ve bitirdiler. Biz bunun değişmesini istiyoruz. Bu sene ki sözleşme görüşmelerine sendikacılar dışında, atölyelerde seçilen önder arkadaşlarımızın gözlemci olarak katılsınlar Bu arkadaşlar görüşmelerin her aşamasında masada ne konuşuluyorsa gelsin bize anlatsınlar. Bizde ona göre tavır belirleriz. Bu talebimizi de sendika yönetimlerine kabul ettireceğiz. Böylece hem alacağımız ücreti biz belirlemiş oluruz hemde yapılacak görüşmelere tabandaki arkadaşlarımızın katılması ile de satışa engel oluruz.” Daha önce hiç görülmeyen ve uygulanmayan bu iki önemli hedefi elde etmek için Mayıs sonundan Ekim ayına kadar sıkı bir çalışmaya giriştik. Önce atölye, atölye toplantılar yaptık. Ücret meselesinde bazı sendikacı arkadaşların çalışmalarını ve Petrol-İş sendikasının yayınladığı ve çok değerli bilgilerle, ekonomik istatistiklerle dolu Petrol-İş Yıllıklarını alıp fabrikalarda işçi arkadaşlarla okuduk. 1980 yılından bu yana ne kadar kayıplara uğradığımızı tespit etmeye çalıştık. Sonuçta önümüzdeki toplusözleşme taslağına %200 zam isteme kararına vardık.” Şimdi bu hedefimizi işçi arkadaşlarımıza nasıl kabul ettirelim” dedik. Ağustos ve Eylül ayı boyunca atölye, atölye tartıştık. Arkadaşlar önce şiddetli bir şekilde bizim önerilerimize karşı çıktılar. “ Yahu Özal % 60’dan fazla zam vermiyor. Siz deli misiniz? Bu kadar yüksek zam istenir mi? Gülünç duduma düşmeyin kendinizi.” diye bizimle alay ettiler. Biz yılmadan günlerce haftalarca istenecek ücret konusu üzerin tartıştık. En sonunda arkadaşlar önerimize % 180 olarak razı oldular. ”Tamam kabul. Bizler % 180 ücret için her türlü mücadeleye varız” dediler. Taslak çalışmasının da atölyelerde hazırlanıp genel merkeze gönderilmesinde de ham fikir olduk. Geriye sözleşme görüşmelerine atölyelerde seçilen arkadaşların gönderilmesi meselesi kaldı. Onu da tüm arkadaşlar hararetle kabul ettiler. Sendikacılar da bir şey diyemedi ve onlarda mecburen kabul ettiler.
İşte bizim bu saydığımız hedeflerimizi tabandan bire bir tartışarak, görüşerek kabul ettirme sürecimiz, insanları çok karalı ve aktif hale getirdi. İşçi şöyle düşünmeye başladı. “ Benimde isteğim bu, hazırlanmasına bende emek verdim. Şimdi sıra bu hakların alınmasına geldi. Ben artık işin içine girer, elimi taşın altına koyarım “dediler.
Kasım ayına gelindiğinde hemen hemen bütün Kamu İşyerlerinde benze talepler belirlenmiş, işçi arkadaşlarımız sendikaların karşısına çıkmaya başlamışlardı. Karayolları, TEKEL, Demiryolları, Tarım İşletmeleri, PTT-TELEKOM, TEDAŞ, Tersaneler vb. bütün işletmeler benzer hazırlıklarla ellerinde dosyalarını alıp önce şubelerini sonrada sendika merkezlerini kuşattılar. Sendikalar çaresiz kaldılar. Hiçbir talebimizi geri çeviremediler. Onlar da biliyorlardı ki atölyelerdeki işçi arkadaşlar o parti, bu parti ayrımı veya sendika yöneticilerini destekleyen veya muhalif olan, olmayan ayrımı yapmadan bir yumruk gibi olmuş, 89 Sözleşmelerine hazırlanıyorlar.“Bunu kabul etmekten başka çaremiz yok” dediler. Ve tüm taleplerimizi bir, bir kabul ederek işverene verdiler. Ayrıca diğer taleplerimize itiraz bile edemediler. Çünkü her yaptığımız iş açık ve netti. Gizlisi saklısı yoktu. Her şeyden gün gün haberleri oluyor, çalışmalar da ki bilgiler onlara da ulaşıyordu.
89 BAHAR RÜZGARI TATLI TATLI ESMEYE BAŞLADI
Kamu İşletmelerinde ilk ciddi mücadele 1988 Eylül ayında SEKA Grevi ile başladı. SEKA Grevi bizlere ayrı bir heyecan verdi. O Grevi ziyarete gitmeyen işyeri, sendika kalmadı. Çok güçlü bir dayanışma içinde sık sık SEKA işçilerini ziyarete gittik. Orada yaptığımız tartışmalarda şu gerçeği gördük. Kamu İşletmeleri Hükümet’le tek tek yaparsa, SEKA gibi avlanır, bir şey elde edemez. 89 Sözleşmelerimizi tek tek değil, Türk-İş bünyesinde kurulacak Koordinasyon Kurulu kurularak tek kalem olarak pazarlığa oturmalıyız. Hükümeti ancak o zaman dize getiririz. Bu talebimizi sendika başkanları ve yöneticilerimize acil ve kararlı bir şekilde dile getirdik. Derken 1989 yılı geldi. Ocak ayı içinde SEKA Grevi %70 kadar bir zam verilerek bitirildi. Ardından THY sözleşmesi geldi. Onlar da %73 civarında bir zamla kapatıldı. Hava-İş yönetimine İstanbul’da Atilay Ayçin ve İzmir’de Hasan Coşkun önderliğinde protesto edildi yönetim eleştirildi. İşçiler alınan zammı çok az buldular. Bu haberler 89’a hazırlanan işçilerin canını sıktı. Ama bir o kadar da işleri daha sıkı tutmamız gerektiğini öğretti.
89 Baharı’nın ilk çıkışı Harb-İş’ten geldi. Harb-İş üyelerin genel kitleden üç ay önce toplusözleşmeye turuyorlardı.1989 yılı Ocak ayında Türk Harb-İş sendikasının yapmış olduğu sözleşme görüşmeleri sürecinin tıkanmıştı. Bunun üzerine askeri işletmeler kıpırdamaya başladılar. İlk eylem Kayseri Hava İkmal Bakım Merkezi işçileri servis araçlarına binmeme ve yemek boykotu eylemleri yapmışlardı. Arkasından Petkim İşçilerinin sözleşmeleri imzalandı. Onlara birinci altı ay %30,ikinci altı ay%20 zam verdiler. Petkim İşçileri bun protesto ettiler. Kristal-İş’e bağlı olan cam işçilerinin toplu iş sözleşmeleri yoğun eylemler oluyordu. Paşabahçe fabrikasında eylem yapan cam işçilerine polis saldırmış, 33 işçi gözaltına alınmıştı. Polis birçok yerde işçi eylemlerine müdahale edip, zor kullanmayı alışkanlık haline getirmeye başlamıştı. Bu da eyleme hazırlanan diğer fabrika işçileri için bir tedirginlik yaratıyordu.
Derken Şubat ayı geldi. Bu sene 26 Mart1989 Pazar günü Yerel Seçimler yapılacaktı. Ortalık hareketlenmişti. Siyasa atmosfer canlıydı. İstanbul Şubeleri ve diğer yerlerde ki önderlikler Özal’a 26 Mart günü gereken cevabı verelim. Bunun için eylemlilikleri artırmak, haklı taleplerimizi daha yüksek perdeden dile getirmek kararı almıştı. “Seçime giden Özal’ı eylemlerle sıkıştırarak daha yüksek zam alabiliriz” fikri iyice canlanmıştı. Şubat ayında en hareketli iş yerlerinden biri de İstanbul İETT işyerleri olmuştu. İETT çalışanı şoförler ücretlerinin geç ödemesi, toplu iş sözleşmelerinin uzamasını protesto etmişlerdi. Eylemlerini uzun bir zamandır devam ettiren İETT işçileri, özellikle bir İETT Şoförü olan Hıdır Hokka ve arkadaşları zaman zaman iş yavaşlatmaları yaptılar. Bu durumda yolcu duraklarında yoğun insan kalabalıkları oluşuyordu. İETT işçisini halkla yüz yüze getiren bu zorlu eylemin etkisi çok büyük oldu. İstanbul gibi büyük bir şehirde İETT eylemleri basının dikkatini çekiyor, hemen hemen her gazete bu eylemi ve yaşanan manzaraları haber yapıyordu. Bu haberleri okuyan işçiler seviniyor ve mücadeleci bir havaya kendilerini kaptırıyorlardı.
Bu arada toplusözleşme görüşmeleri ve oturumlar de devam ediyordu. Pendik tersanesinde ben ve Kızak Atölyesinde erken yaşta kaybettiğimiz sevgili arkadaşımız rahmetli Erkan Endaz ve diğer birkaç kişi, karşı tersanelerde seçilen kişilerle, Sendika Başkanımız rahmetli Nazım Tur’un başkanlığında Hükümet adına gelen KAMU İŞVERENLER SENDİKASI kısaltılmış adı TÜHİS yetkilileri ile Karaköy Liman Lokantasında yapılan sözleşmelere katılıyorduk. Sözleşme görüşmeleri tam bir tiyatroydu. İşveren tarafı zaman kazanmak için, “ O maddeyi geç, bu maddeyi sonra konuşalım” diye diye bizi oyalıyorlardı. Ben lacivert kaplı blok not defterime, görüşmelerde geçen tüm konuşmaları not edip yazıyordum. Ertesi gün atölyede bir yüksek yere çıkıp kim ne demiş, ne teklif etmiş hepsini tek tek arkadaşlara okuyordum. Bu iş işçi arkadaşlarımızı çok motife ediyordu.
En son 23 Şubat 1989 günü TÜHİS’le yapılan görüşmede dananın kuyruğu koptu. Bu oturumda da işveren temsilcileri adeta dalgasını geçer gibi çok ciddiyetsiz ve kendilerine aşırı güven duyan, tepeden bakan bir tavırlar oturuma devam ediyorlardı. Biz sinir oluyorduk. O arada bir arkadaş ayağa yüksek sesle Hükümetin adamlarına bağırarak “Nedir yahu bu haliniz. En önemli maddelere” geç onu geç, geç, geç “deyip duruyorsunuz. Bizler burada Alicengiz oyunu mu oynayacağız. Ne verecekseniz onu söyleyin bakalım” diye bağırdı. Salon biranda sessizliğe büründü. Biz hep beraber “Arkadaş haklı, ne bu yahu” diye bağırmaya ve kızmaya başladık. İşveren Heyeti Başkanı çok rahat bir şekilde “Ne vereceğiz kardeşim THY’na, Petkim’e, Belediyelere en verdiysek onu vereceğiz. Bak ben biraz önce THY sözleşmesinin imza törenindeydim. Oradan buraya geldim. Alın % 65 ‘içekin gidin” dedi. Bunu duyar duymaz salondaki arkadaşlar ayağa fırladık, bağırıp çağırmaya başladık. Adamlar şok oldular ve şaşkınlık içinde bizi izliyorlardı. Çok kızmıştık. Öfkeyle Sendika Başkanımıza bağırarak“ Başkan bu adamlarla masada anlaşma olmaz. Tut uyuşmazlık zaptını geçip gidelim ”dedik. İşveren temsilcilerine da bağıra çağıra “ Göstereceğiz size % 60 zammı vermenin ne olduğunu. El mi yaman bey mi yaman göstereceğiz size, haydi bakalım” dedik. Sendika Başkanımız Kamu İşverenleri Sendikası Temsilcisine “ Beyler bu işçiyle oyun oynamaya kalkmayın. Bak bunların hepsi atölyelerde balyoz sallayan, kaynak yapan, gemileri donatıp yüzdüren insanlardır. Bu sene ki sözleşmelerde işe un sererek bir yere gidemezsiniz, ona göre” dedi. Sendikamız da uyuşmazlık zaptı tutarak, hep beraber topluca salonu terk ettik. Tersaneye geldik atölyelerde görüşmelerde ki rezaleti tek tek anlattık. İşçi arkadaşlar çok kızdılar. Artık masada işin bitirilmesinin mümkün olmayacağını iyice anladılar.
TOPLU VİZİTE EYLEMLERİ
89 Baharının en etkili eylemi Toplu Vizite Eylemleri oldu. Bu eylem biçiminin dünya işçi sınıfı tarihinde eşi ve benzeri yoktur. İlk defa Türkiye’de yaşanmıştır. Toplu Vizite Eylemini ilk uygulayan Gölcük tersanesi işçileri olmuştur. 89 Bahar Eylemlerinin simgesi olan bu eylemin Türkiye’ye yayılmasına sebep olan Harb-İş Gölcük Tersanesi Şube Başkanı İzzet Çetin’dir. O günlerde birçok işçi işyerinde yemek boykotu ve benzeri eylemlere hazırlanırken, Gölcük Askeri Tersane işçileri, Harb-İş Şube Başkanı İzzet Çetin önderliğinde o görkemli vizite eylemi ve yürüyüş yaptılar. Bu eylem 89 Bahar Eylemlerinin simgesi veen çok yapılan, en etkili eylemlerinden birisi oldu. O yıllarda SSK’da tedavi olacak bir kişi, çalıştığı işyerinde ki sağlık servisindeki vizite kağıdı alarak SSK Hastanelerine gidip muayenesini olur, eğer işlemi biterse ilaçlarını alıp işyerine geri dönüp işbaşı yapardı.
89 Bahar eylemlerinde ise şöyle uygulandı. İşyeri çalışanlarının tümü önce tek tek sağlık servisine gidip “Arkadaş ben hastalandım, SSK’ya gideceğim “diyerek vizite kağıdı aldı. Bütün fabrika çalışanlarının vizite kağıdı işlemi tamamlanınca işçiler ellerindeki vizite kağıdını sallaya sallaya işyerlerinden dışarıya çıkar, topluca yürüyüş kolları oluşturarak o şehrin ana cadde ve meydanlarda disiplinli bir şekilde yürüyerek, hükümet aleyhine protestolar yapa yapa, sloganlar ata ata SSK’lara gider, vizite kağıtlarını ilgilisine verir, sonra tekrar geri dönerek yine yürüye yürüye işyerine gelirdik. İşte eylemlerimize TOPLU VİZİTE EYLEMLERİ dendi.
89 BAHARI İKİ DALGA OLARAK GELDİ
89 Bahar Eylemleri esas olarak iki dalga halinde geldi. Birinci Dalgası 26 Yerel Seçimleri öncesi, ikinci büyük dalgası ise Nisan ayı ortasından başlayan eylemlerdir.
BAHAR FIRTINASI ESMEYE BAŞLIYOR
İstanbul Belediyesinde çalışan 8.500 İETT işçisi, Şubat ortalarında başlattıkları iş yavaşlatma eylemlerine 7-8 Mart’ta İstanbul’da iki saat geç işbaşı yaparak ulaşımı durdurdular. Başta İETT İşçi önderlerinden Hıdır Hokka olmak üzere, o kahraman işçilerin İETT eylemi çok etkili oldu. Basın bu büyük ve zorlu eylemi çarşaf, çarşaf fotoğraflarıyla yazmıştı. İETT İşçilerinin etkisi devam ederken 14 Mart Salı günü Gölcük Askeri Tersane işçileri, aileleri ve çoluk çocuklarının da katılımı ile coşkulu bir toplu vizite eylemi yaptılar. Gölcüklülerin bu eylemi her yeri derinden etkilemişti.
15 Mart Çarşamba günü Eskişehir Hava İkmal merkezinde Harb-İş üyesi 1500 işçi sakal bırakma ve görkemli bir vizite eylemine çıktılar. Gazeteler eylemi fotoğraf olarak vermişlerdi. Yine 15 Martta Balıkesir Ağır Bakım ve tamirde çalışan Harb-İş üyeler şehir merkezine yürümüş, Kırıkkale MKE işçileri ise bilgi alamadıkları için sendika binasına baskın yapmışlardı.
17 Mart Cuma günü Cevizli Askeri Dikimevinin işçilerinin işyerinde topluca çıkarak E-5 karayolunu üç saat trafiğe kapatması da çok etkili oldu. Eylemin bizim tersaneye beş on kilometre uzakta olmasından dolayı, Pendik tersanesini bir anda alevlendirdi. “Bu ne yahu, herkes eylemde biz yatıyoruz, eylemin zamanı geldi, ne duruyoruz!” diye bağırmaya başladık. Sendika pasif bir tavır alıyordu. Biz bu arada onların tüm engellemelerine rağmen çok heyecan verici bir öğlen yemek boykotu yaptık. Şube önce direnmesine rağmen, eylem sırasında bize katılarak destek verdiler.89 Bahar Eylemlerinde önceleri bizim sendikanın frenlemesine benzer olayları TEKEL başta olmak üzere birçok işyerinde yaşadı. Önce işçi önderlikleri adım attı, engelleri aştı. Çaresiz kalan sendikacılar da arkadan gelmek zorunda kaldılar. Her işyerinde olduğu gibi bizlerde yaşanan eylemleri veren o günkü gazetelerin haber ve fotoğraflarını, yorumlarını Pendik Tersanesinin atölyelerinde ki giriş çıkışlarına en uğrak yerlerine asıp arkadaşları bilgilendirip, gelişmelerden haberdar ederek eylemlerin tartışılmasını sağlıyorduk. Bu çalışmamız çok canlı bir hava yaratmaktaydı.
FIRTINA KOPTU-TERSANECİLER İSTANBUL’U KUŞATTI
20 Mart Pazartesi sabahı İstanbul’da fırtına koptu. Haliç Bölgesindeki Camialtı ve Taşkızak Tersanesinin ve diğer askeri işletmelerinin çalışanları toplu viziteye çıktılar. Hasköy’den yürüyerek Haliç Tersanesi önüne gelen işçiler, Haliç işçisini de ,” Haliç dışarı, Haliç dışarı” diye bağırarak onları da alıp Şişhane’de ki Beyoğlu-Tepebaşı’ndaki SSK Dispanserine yürüdüler. Binlerce işçi tekrar geri dönerek İstanbul’un en kalabalık bulvarında ve meydanında eylemler yaparak tersanelerine gittiler. Aynı gün karşı kıyıdaki Cibali Tekel işçileri de eyleme çıktılar. İstanbul’da ki tersane işçilerinin öncülüğünde yapılan bu eylem fırtınası kamuoyunu çok etkiledi.22 Mart günü tersane işçileri tekrar vizite eylemi yaptılar.23 Mart Perşembe günü 1989-Pendik Tersanesi işçileri olarak biz vizite eylemine çıktık. Tersane kapısında ki çıkışımız çok zor oldu. Çok sayıda çevik Kuvvet ve Panzerler çıkışı kapatmıştı. Çok sert müdahale nedeniyle kafamız gözümüz, bacaklarımız morarıp, şişmesine rağmen barikatı aşarak Pendik SSK’ya ulaştık. Yol boyunca halktan çok büyük destek ve alkış aldık. Pendik Meydanını ve ana caddesini Özal aleyhine sloganlarla inim inim inlettik. Dönüşte bizimle tersaneye kadar gelen polisleri yemeğe davet ettik. Polisler bu davetimize çok şaşırdılar, utandılar. Ama gelip yemeğimizi yiyip hoşsohbet edip gittiler.89 Baharı işçi eylemlerinin en önemli sloganı “AÇIZ AÇ” veya “HÜKÜMET İSTİFA” gibi sloganlardı. 23 Mart günü Cevizli Tekel, Küçükyalı Karayolları İşçileri de viziteye çıktılar. Bu iki işçi gurubu Kartal Meydanında buluşarak büyük bir miting yaptılar. Böylece İstanbul’un her iki yakası işçilerin haykırışlarıyla çınlatıldı.
“…O hafta başı 20 Mart Pazartesi gününden itibaren Haliç bölgesindeki tersane işçilerinin adeta bir isyan gibi başlattığı eylemler Cuma gününe kadar aralıksız devam etti. Cevizli Tekel, Karayolları işçileri, karşıda Cibali Tekel, Haliç bölgesi Tersane işçileri, Gölcük tersanesi ve birçok askeri işyerleri, Trakya Cam Fabrikası işçileri, 6500 kişi ile Ereğli Demir Çelik, Ankara bölgesindeki Türk Metal Sendikasına üye binlerce Makine Kimya İşçileri vizite eylemlerine çıktılar, işçileri çok yoğun katılımla şehir merkezlerinde coşkulu vizite eylemleri ve mitingler yaptılar. Bu haftaki eylemler sırasında en ilginç olay Adapazarı Tank fabrikasında oldu. İşçiler eyleme çıktıklarında polis engel olmaya kalkmıştı. İşçi dinlemeyince polis silah çekerek işçileri durdurmak istiyor. Bütün basın bu olayı fotoğrafı olarak vermişti. İşçi dalgası, ya da fırtınası seçim öncesi son günüde de Özal hükümetine çok sert vuruşlar yapmıştı. Fabrikaların kapısında çıkarken “Açız, Açız “diye bağırarak meydanlara inen, SSK önlerini gösteri alanı yapan yüz binlere varan işçi eylemi herkesin en çok konuştuğu olay olmuştu. Hükümete karşı en etkili muhalefet gücü olarak işçiler sahneye çıkmış oldular. İşçi eylemleri caddeleri, meydanları inim inim inletince 26 Mart Pazar günkü yerel seçimlerinde oy kullanacak halk yığınlarının iktidar partisine karşı tavır almasına büyük katkı sağlayacağı artık kesindi.“ (Z.Coşar, 89 Baharı, s.202)
İkibine Doğru dergisi işçi hareketini çok yanından takip ediyordu. İşçi Sendika Muhabiri Ruhsar Şenoğlu, her gün bir fabrikada, işçilerle konuşuyor, dertleşip, onları haber yapıyordu.26 Mart Pazar günü çıkan İkibine Doğru dergisindeki başyazısında Hasan Yalçın “Hoş Geldiniz “başlıklı makalesinde şöyle yazıyordu; “…İkibine Doğru, bir yıl önce 1 Mayıs 1988’de haber vermişti: “İşçi hareketi Geliyor“. 12 Eylül’ün cenderesinde için için kaynayan işçi kitleleri işte meydanlarda. Eylem İstanbul’da İETT işçilerinin direnişi ile başlıyor. Bir iki hafta içinde tersaneleri harekete geçirip bütün bir Harb-İş koluna yayılıyor. İktidar birkaç yerde polis çıkardı işçilerin karşısına. …Pendik’te 1.300 işçi polis barikatının üzerine yürüdü, yırtıp geçti. O günleri anımsayanlar, “15-16 Haziran gibi “diyorlar. 12 Eylül özellikle işçi sınıfını bastırmak için bir darbedir. 1980 yılının başında Türkiye’de mevcut 733 sendikada 5 milyon 721 bin işçi örgütlüydü. 1987’de ise ayakta kalan 82 sendikanın üye sayısı ancak 2 milyon 120 bin dir”. Hasan Yalçın yazısını “Politikaya hoş geldiniz işçiler “diye bitiyordu.
İŞÇİ, IMF’Cİ ÖZAL’I SANDIĞA GÖMDÜ
Derken işçi eylemleriyle geçen iki haftadan sonra 26 Mart Pazar günkü yerel seçimler oldu. Özal kesin kaybetti. SHP İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirleri ANAP’ın elinden aldı. Aynı şekilde İstanbul’daki ilçe belediyelerini de SHP aldı. Nurettin Sözen’in İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı oldu.
Özal’ın Partisi ANAP,1984 yılındaki yerel seçimlerde ANAP il genel meclisi oylarından % 40’ını almıştı. Ama 26 Mart1989 seçimlerde ise %20’e düştü ve bütün Büyükşehir belediyelerinin kaybetti. Yine en son 1987 genel seçimlerinde %37 oy alan ANAP, 26 Mart 1989 günü yapılan seçimlerde %21’e düşmüştü. Seçim yenilgisini en iyi anlatan ANAP hükümetinin Adalet Bakanı Oltan Sungurlu “Üzerimizden silindir gibi geçti “diye açıklıyordu. Evet sekiz yıldır Türkiye’ninüzerinden ağır bir silindir gibi geçen Özal’ın üzerinde şimdi işçiler silindir geçmişti. Onu sandıklara gömdüler. Aslında 12 Eylül’ün Ekonomik ve siyasi programını çizen ve uygulayan Özal’a gerçek muhalefeti İşçi Sınıfı yapmış ve başarılı olmuştu.
89 BAHARININ İKİNCİ BÜYÜK DALGASI GELDİ
26 Mart Yerel Seçimlerinden büyük bir moral alan işçiler, seçim atmosferinden kurtularak tamamen toplu sözleşmeye yüklenmeye karar verdiler. Birkaç ısınma eyleminden sonra Bahar Eylemlerinin ikinci büyük fırtınası 11 Nisan 1989 Salı günü yeniden başlamıştı. O gün Yol-iş sendi-kasının başta İstanbul, İzmir, Ankara olmak üzere Türkiye’nin her yerinde Karayollarında, YSE ve Köy Hizmetlerinde çalışan on binlerce üyesi ile viziteye ve şehir merkezlerinde toplu eyleme çıktılar. Yol-İş Genel Başkanı Bayram Meral 120 bin Yol-İş üyesinin greve hazır olduğunu söylemişti. DSİ ve TEK’te çalışan TES-İŞ sendikası üyesi işçiler Kars, Ağrı, Erzincan, Erzurum, Diyarbakır, Malatya, Adana, Van, Samsun, Trabzon, Artvin, Bolu Burdur’dan Edirne’ye kadar bütün Türkiye çapında yine toplu viziteye ve yemek boykotu yaptılar. Konya Uşak ve Eskişehir şeker fabrikaları, İzmir Aliağa’da Tüpraş rafinerisinde ve termik santrallerde çalışan işçileri yine büyük kalabalıklar halinde toplu vizite eylemlerine çıktılar. Eylemlerine hiç ara vermeden devam eden Demir Çelik işçileri Karabük’te büyük bir halk Mitingi yaptılar. İşçiler bendinden boşalan sel misali yeniden Türkiye’nin dağlarında vadilerinde şehirlerinde gürül, gürül çağlayıp aktılar.
12 Nisan Çarşamba günü gazeteler manşetlerini “İŞÇİLER AYAKTA” diye atarak, dünkü eylemleri resimli ve ayrıntılı şekilde uzun uzun vermişlerdi. Seçim yenilgisi ile Ankara siyaset kulislerinde hararetli hararetli tartışmalarını yazıyorlardı. DYP Genel Başkanı Süleyman Demirel Özal’a alabildiğine yükleniyor ve “Bu yüzde yirmi bir oy çek git demektir” diyerek hükümeti erken seçime zorluyordu. Hükümet seçim yenilgisinden sonra “Tamirat Hükümeti “formülünü ortaya attı. Buna göre başarısız görünen bazı bakanları değiştirerek yoluna devam etmek istiyordu. ANAP içinde çatlak sesler çıkıyor, partide bölünme ihtimali bile yazılıp çiziliyordu.
Demir Çelik işçileri 6 Nisandan beri Karabük ve İskenderun’da her gün değişik bir eylem biçimiyle çok etkili mücadele başlattılar. Bir meydan mitinginde Çelik-İş Başkanı Metin Türker Karabük’te sürekli eylemler yapıyordu. 12 Nisan Çarşamba gününden sonra da işçiler yurdun her yerinde coşkulu bir şekilde eylemlere devam ettiler. Edirne’den Siirt’e kadar Türkiye’nin caddelerinde, meydanlarında, SSK önlerinde eylem yaptılar. Cevizli ve Cibali Tekel işçilerinin, Karayolları, TEK Gölcük, Taşkızak, Camialtı, Haliç ve Pendik Tersanesi eyleme geçtiler. Yine Vizite Eylemleri ile SSK Önlerini dolduruyorlardı. Hükümete karşı çok daha sert tepkiler veriyorlardı. Hükümet zayıflamıştı. Seçimlerde aldığı ağır yenilgi ve işçi eylemleri ile köşeye sıkışmıştı.
Yine 14 -15 Nisan günler tüm Türkiye ayaktaydı. İşçilerin eylem dalgası her tarafı sarmıştı. Anadolu yakasında Cevizli Tekel eylemine yine kadınlar önderlik yapıyordu. Polis engellerini öncü kadın işçiler aşıyor, “ Şunu yapamazsınız, burada gidemezsiniz “gibi polis şeflerinin tüm ihtarlarını Cevizli Tekel Fabrikasının kadın işçileri bazen sert, bazen vurdumduymaz tavırlarla boşa çıkararak eylemleri baştan sona kadar ana caddelerde yürüyerek bitirdiler. Küçükyalı Karayolları şantiyesi işçileri Cevizli tarafına gelerek Tekelcilerle birleşip Kartal SSK’ya gelmişler, Kartal meydanını ve ana caddelerini işçi seli kaplamıştı. İstanbul’un karşı tarafında ise Cibali Sigara olmak üzere yine Tekel’e bağlı işletmelerden Bomanti Bira, Paşabahçe Rakı fabrikalarından yaklaşık 15 bin işçisiyle İstanbul caddelerinde toplu vizite eylemine çıkmıştı. Ayrıca Malatya Tekel işçileri, Askeri işletmelerden başta yine Gölcük Tersanesi ise o gün üretimi durdurdu karayolunu trafiğe kapattı, Ankara Etimesgut Hava İkmal işçileri yaptıkları eylemlerde o gün İstanbul -Ankara oto yolunu kesmiş uzun bir süre yolu araç trafiğine kapatmışlardı. Siirt Köy işletmeleri, Mardin Karayolları, Adıyaman, Kütahya Karayolları işçileri ve yine Adıyaman, Kütahya’da ki TEK işçileri, Uşak, Eskişehir Şeker fabrikaları işçileri, Kocaeli Tüpraş, Karabük ve İskenderun Demir Çelik işçileri topyekun vizite eylemlerine çıktılar. SSK önlerini birer miting alanlarına çevirdiler. Bu eylem fırtınası altında Çalışma Bakanı İmren Aykut da Türk-İş’le görüşmeler yapıp, bir uzlaşama sağlamaya çalışıyordu. Ama işçi eylemleri seçimler öncesindeki gibi yüce dağların tepelerinde bir çığ gibi kopmuş geliyordu. Perşembe günüde eylemler daha da artarak devam etmişti. Türkiye’de işçiler her yerde ayağa kalkmışlardı. Tuzla cip yollara düşüp vizite eylem yapmış. Karayolları ve Dikimevi vizite eylemi, İzmir’de Gemi sanayine bağlı Alaybey’i tersanesi, İzmir Tekel İşletmelerinin toplamı, Bursa Tekel ve TEK işçileri, Edirne TEK, Afyon Şeker fabrikası işçileri, Bandırma Eti Bank Boraks işletmeleri, Adapazarı Türkiye Zirai Donatım Kurumu işçileri toplu vizite eylemlerine çıkmışlardı. Gölcük Tersanesi bugünde yine eylemlere öncülük yaparak tersanede üretimi durdurmuşlardı.
18 Nisan günü işçi eylemleri yine devam etti. O hafta sonuna kadar her yerde coşkulu bir sel gibi eylemler yapıldı. Özal Hükümeti çok zor durumdaydı. Türk-İş Koordinasyon Kurulu ile görüşmeleri devam ettiren Çalışma Bakanı İmren Aykut’u geri çekerek yerine Devlet Bakanı Cemil Çiçek’i görevlendirdiler. İşçiler bu sefer Türk-İş yönetimine “ Bizi satarsanız yakarız” diye sert uyarılar yaptılar. Milliyet gazetesi Manşette Şevket Yılmaz’ın resminin yanına büyük puntolarla “BÜYÜK PAZARLIK” diye manşet atmıştı. Alta da Türk-İş’in istediği ve Hükümetin verdiği %120 zammı yeterli bulmadığını 1987-88 kayıplarını % 85 -90 olduğunu ve bunun üzerine 89 yılı için % 65 ekleyerek % 150 oranında zam istediklerini açıklıyordu.
24 Nisan günü Karayollarında çalışan yüz binden fazla işçinin Türkiye çapında yaptıkları servis eylemini fotoğraflarıyla geniş bir şekilde yazmıştı. Yol-İŞ üyesi işçiler çok etkili eylemler yaptılar. . 25 Nisan’dan sonra eylemler cılızlaştı. İşin içine 1 Mayıs provokasyonları girmeye başladı. İşçi eylemlerinin daha da artmasından korkan egemen sınıf, yalan dolanla güya 1 Mayıs günü çıkacak olaylar senaryolarını ardı ardına manşetlerinde eksik etmediler. İşçiler her zaman ki gibi 1 Mayıs tertiplerinden rahatsız oldular. Daha çok sendikalarına yüklenerek “Hükümete taviz vermemelerini, eğer taviz verirseniz sizi mahf ederiz” diye baskılar yapmaya başladılar. Tek-Gıda İş İşçilerinin Levent’te ki Genel Merkez binasına giderek başkan Orhan Balta ile “ Bizi satmaya kalkmayın, eğer böyle bir oyun oynarsanız sizi fena yaparız” diye tartışmaları basında çok ilgi toplamıştı. Hemen hemen her sendika da bu türlü olaylar yaşanıyordu.
89 BAHAR FIRTINASI ÖZAL’I DİZE GETİRDİ
Toplu sözleşme masasında yüzümüze “% 60 alın gibin neyinize yetmiyor” diyen patron yani Hükümet, Türk-İş’le yapılan pazarlık sonucunda 17 Mayıs günü % 142 zamma imza atmak zorunda kaldı. Bu ücretle Kamu işçisi sekiz yıldır kaybettiği haklarını iyi kötü kazanmış oldu. İnsanca yaşayacak bir ücret almaya başladı.89 Baharı çok temiz, samimi bir emekçi mücadelesiydi. İşçi sınıfı buradan aldığı ruhla 1995 yılına kadar kararlılığını, eylemciliğini devam ettirdi. Birçok büyük eylemlere imza attı. Fakat bu kadar yaygın ve uzun süreli eylemliliğinin siyasi mevziisini inşa edemedi. Buda sadece işçilerinin eksikleri değildir. 89 Baharı emekçiler adına siyasi bir güce dönüşmesi gerçekleşemedi. Sınıf Partisi diye geçinen güçlerin doğru ve gerçekten sınıf partisi veya partileri olmamasından dolayı böyle oldu. Ne yazık ki bu acı gerçek işçiler olarak ayrıca bir yere not etmemiz gereken durumdur. SELAM OLSUN 89 BAHARI EYLEMCİSİ İŞÇİ ARKADAŞLARIMA!