AKP’Lİ YILLARDA EĞİTİM: NEOLİBERAL İSLAMCI DAYATMA VE SONUÇLARI

Üretim ilişkileri ve üretim biçimlerinin şekillendirdiği sınıflı toplum yapısının ortaya çıkmasından itibaren egemen sınıfların bağımlı sınıfları denetim altında tutmak için başvurduğu ideolojik aygıtların başında eğitim kurumu gelmektedir. Günümüzün kapitalist toplum yapısında burjuvazi kendi kültürel ve toplumsal formasyonuna uygun olarak içeriğini ve kapsamını biçimlendirdiği eğitim süreçlerini ideolojik hegemonyasını sağlamlaştırmak ve emekçi sınıflar üzerindeki tahakkümünü pekiştirmek amacıyla araçsallaştırır. Böylelikle sınıflı toplumlarda eğitim sorunu teknik bir sorun olmakla birlikte siyasal bir sorunun da parçası haline getirilir.[1]

Kapitalist toplumda burjuvazinin kültürel himayesinde şekillenen eğitim sisteminde “ortaklaşma, dayanışma, kolektivizm” gibi değerler itibarsızlaştırılırken “bireyselleşme, rekabet, hırs” gibi değerler kutsanır. Klasik liberalizmin öngördüğü “makul yurttaş/girişimci” yaratma amacı kreş eğitiminden başlayarak yüksekokul eğitimine kadar bu felsefi anlayışın gelecek kuşaklara işlenmesiyle sürekli hale getirilir. Sistemin kendini yeniden üretiminde ve toplumsal meşruiyetini sağlamlaştırmasında yarattığı bu süreklilik emekçi sınıfların kendine yabancılaşmasındaki ana unsurlardan birini oluşturur. “Sınavlarda gerekli puanı alırsan, iyi üniversite ve iyi bölüm kazanırsan sen de refah seviyeni yükseltebilirsin.” Kapitalizmin sınıf atlama geçişkenliğini kanıtlamak için sıkça işlediği bu sav, emekçi sınıflar nezdinde bir illüzyondan ibarettir. Eğitime erişim olanaklarının serbest piyasa mekanizmalarına terk edildiği dolayısıyla liberalizmin kutsadığı “sınırsız rekabetin” eşitsiz koşullarda üretildiği bir toplum yapısında emekçi ailelerin çocuklarına yoksulluğun saltanatından farklı bir yol çizilememektedir.

Özellikle emperyalizm çağında, bağımlı ve yarı bağımlı ülkelerde sayısız örneğine rastladığımız üzere bu “sınıf atlama illüzyonu” toplumların dinsel inanış biçimleri aracılığıyla da pekiştirilmeye çalışılmaktadır. “Sabretmek, var olana şükretmek, diğer dünyada hak edilen zenginliğe ulaşmak” gibi dini referanslı önermeler egemen sınıfların emekçi sınıflara sıkça hatırlattığı tavsiyeler olarak gözlemlenmektedir.

Küresel kapitalizmin yeni bir birikim rejimi modeli içerisine girdiği 1980 yılı başında yaşanan neoliberal dönüşüm, burjuvazinin yukarıda özetlemeye çalıştığımız eğitim anlayışının tüm dünyada ama özellikle bağımlı ve yarı bağımlı ülkelerin içerisine çok daha sert ve hızlı bir şekilde nüfuz etmeye başladığı dönemi nitelemektedir. 1990’lı yıllarda Sosyalist Blok’un dağılması ve ABD merkezli küreselleşme dalgasının bağımlı ülkeleri açık pazar haline getirmesi bu süreci daha da keskin bir hale getirmiştir.

Türkiye’de Neoliberalizm ve Eğitim Sisteminin Dönüşümü

1973 yılında sosyalist Allende hükümetini deviren Amerikancı Pinochet darbesiyle erken dönemde uygulama sahası bulabilen neoliberal dönüşüm hamlesi Şili’yi “neoliberalizmin laboratuvarı” haline getirmiştir. 1980’li yılların başında başta ABD’de Reagan ve Birleşik Krallık’ta Thatcher hükümetleriyle küresel ölçeğe taşınan bu süreç, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin kapitalist merkez ülkelere olan bağımlılığını arttırmıştır. Türkiye’de 24 Ocak Kararları olarak bilinen ekonomik “yapısal reform düzenlemeleri” esas itibariyle neoliberalizmin Türkiye’deki uygulama ilkelerini içermektedir. Aynı Şili’de olduğu gibi Türkiye’de de Amerikancı bir darbeyle uygulama sahası bulabilen neoliberal politikalar 12 Eylül sonrası başta askeri cunta eliyle daha sonra da varisi Özal hükümetleriyle uygulanmaya başlamıştır.

12 Eylül sonrası Türkiye’nin neoliberal küresel sisteme eklemlenme süreci, siyasal alanda “Türk-İslam Sentezi” olarak tarif edilen ideolojik tutumun devlet politikası haline gelmesine yol açmıştır. Piyasacı ve muhafazakâr siyaset yapma biçimlerinin merkez siyasete taşındığı bu süreç, Özal liderliğindeki ANAP’ın “dört eğilimi birleştirme” adı altında propagandasını yaptığı hegemonya girişimiyle de örtüşmektedir. Askeri cunta döneminde (1980-1983) temelleri atılan piyasacı ve muhafazakâr gerileyiş Özal’lı yıllarla birlikte olağan siyaset yapma formu haline getirilmiş, siyasetin muhafazakarlaşması eğitim sisteminin de hızla muhafazakarlaşmasına ve devlet ideolojisi haline gelen “Türk-İslam Sentezine” uygun makbul vatandaş yaratma politikalarına hız verilmesine yol açmıştır. Devlet okullarında din derslerinin zorunlu hale getirilmesi, İmam-Hatip okullarının yaygınlaşması ve bu okullara öğrenci kaydının devlet eliyle teşvik edilmesi eğitim sisteminin muhafazakarlaşmasında önemli rol oynamıştır. Sayısal verilere göre; 12 Eylül sonrası ANAP döneminde Türkiye’de 90 İmam Hatip okulu açılmıştır. Yine İmam Hatip okullarının yanı sıra bu dönemde yaygınlaşmaya başlayan Kuran kurslarının sayısı 12 Eylül 1980 öncesi 2.610 sayısındayken 1989 yılına gelindiğinde yaklaşık iki kat artarak 4.715’e çıkarılmıştır. Bu gelişmelerle Türkiye’de tarikat, cemaat, grup veya ekoller yaygınlaşmaya ve zamanla sosyal ve siyasal yaşamdaki nüfuzlarını arttırmaya başlamışlardır.[2]

Diğer taraftan Türkiye’nin neoliberal sisteme eklemlenmesiyle birlikte diğer tüm kamu sektörlerinde yaşandığı gibi eğitim sektöründe de özelleştirmeler arttırılmaya, eğitim kurumları kamusal hizmetin ülkenin tüm çocuklarına eşit, parasız ve bilimsel bir şekilde verildiği yerler olmaktan çıkarılıp piyasa mekanizmasının kazanç aktörleri olmaya doğru evrilmiştir. Böyle bir sistemde Cumhuriyet’in idealist-aydın kişiliğini oluşturan öğretmenler tacire, Cumhuriyet’i ileriye taşımakla görevlendirilen çocuklar ve gençler ise müşteriye dönüşmeye başlamıştır.

Neoliberal İslamcı dayatma tam da bu koşulların 12 Eylül kalıntısı Amerikancı iktidarlar tarafından oluşturulmasıyla sağlanabilmiştir. Neoliberalizm ve siyasal İslam bu koşullar içerisinde kazançlı bir ittifak içerisine girmiş, serbest piyasa mekanizmasının amentüye dönüşmesi, ekonomik ve siyasal nüfuzunu arttıran siyasal İslam’ın devlet eliyle uygulanma ve kamusal hizmet ulaştırma amacından çıkan eğitim kurumlarına rahatlıkla sızabilmesine imkan tanımıştır. Devlet ihalelerinden teşvik alan cemaat ve tarikatlar buralarda yetiştirdikleri müritlerini devlet içerisinde kimi kritik görevlere yerleştirerek yıllar geçtikçe siyasal karar alma ve uygulama sahasındaki güçlerini pekiştirebilmişlerdir. Bu bakımdan 15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişimine giden süreçte eğitim sektöründe yaşanan neoliberal İslamcı dönüşüm hayati önem taşımaktadır.

Her ne kadar 12 Eylül 1980’nden 21. Yüzyılın başına kadar gelinen süreçte neoliberal İslamcı proje devlet ve toplum içerisinde önemli mevziler kazanmış olsa da bu emperyalist projenin gerçek anlamda “iktidarda” olduğu ve eğitim alanı başta olmak üzere devleti yönettiği dönem AKP’nin iktidar yıllarıdır.

Saldırı ve Direnç: AKP’li Yıllarda Eğitim

2001 Krizi’nin yarattığı organik kriz ortamında[3] kitlelerin haklı öfkesini yönlendirebilen AKP, kurulmasından birkaç ay sonra tek başına iktidara gelebildi. Halkın geleneksel partileriyle olan bağını kopardığı ve yeni bir aktör arayışı içerisine olduğu konjonktürü ABD’ye ve NATO’ya tam itaat, liberal çevrelerle üst düzeyde uyum[4] ve muhafazakâr kesime yönelik ajitasyonla konsolide edebilen AKP, gerek ulusal sermayenin kısa erimli taleplerine gerekse de uluslararası sermayenin talep ve beklentilerine cevap verebildi. 12 Eylül’de zemini hazırlanan “Türk-İslam Sentezi’nin” veya neoliberal-İslamcı projenin sadık bir uygulayıcısı ve devamcısı olarak AKP, Cumhuriyet tarihinin en fazla özelleştirmesini iktidar yıllarına sığdırdı. Cemaatlerle ve özellikle Fethullah Gülen cemaati ile olan yakınlığı sayesinde FETÖ, AKP’nin iktidar olmasıyla birlikte siyasal iktidarı da tamamen kontrolü altına aldı. Cemaat evleri bu dönemde yaygınlaşmaya, cemaat dershaneleri ise devlet okullarının yerini almaya başladı. İktidarın 2012 yılında çıkardığı kamuoyunda “4+4+4” adıyla bilnen yasa, AKP’nin nitelikli olarak addettiği okulların dışında kalan öğrencileri İmam-Hatip liselerine yerleşmelerinin önünü açan gerici bir yasal zemini hazırladı. AKP’nin ilk 9 yılında 956’dan 1.816’ya çıkan özel okul sayısı, 4+4+4 yasasının kabul edilmesinden sonrasındaki 9 yılda ise 13.501’e çıkmıştır. AKP iktidarında vakıf üniversiteleri sayısı da iktidara geldikten sonra 3 kat artmıştır. Neoliberal mantığa uygun olarak devlet yurttaşlara kamusal hizmet götürme görevini terk etmiş, devlet okullarının ihtiyaç ve bakım hizmetleri öğrenci velileri tarafından karşılanmaya başlanmıştır.[5]

İktidarın Cemaatle yaşamaya başladığı kavgayla 2014 yılında çıkardığı yasa kapatılan dershanelerin ‘temel lise’ dediği liselere dönüşmesine izin verdi. Devlet okullarında okuyanlardan ‘katkı payı’ gibi çeşitli adlarla toplanılan para arttırılırken, özel okul öğrencilerine parasal destek verilmeye başlandı. Vakıf üniversitelerine benzeri devlet üniversitesi bütçesinin yüzde 45’i kadar bir meblağın genel bütçeden aktarılmasıyla ilgili yasa maddesindeki 45 limiti yine AKP iktidarı tarafından bu dönemde kaldırıldı.[6] Bu kapsamda AKP’nin henüz iktidarının ilk yılları olan 2003 yılında açıkladığı Acil Eylem Planı’nda yer alan “özel sektörün eğitim alanında yatırımını desteklemek” maddesi 20 yıllık iktidarı boyunca sadık kaldığı temel piyasacı ilke oldu. Öğrencilerin mesleki bilgi edinme ve zanaat öğrenme kurumları olan meslek liseleri AKP iktidarı döneminde şirketlerin ucuz işgücü satın alabileceği, nitelikli eğitimden yoksun kurumlar haline getirildi. Türkiye’nin en güvenilir kurumları arasında yer alan eğitim kurumlarına dair toplumsal güven zayıfladı. Sınavlarda yaşanan ve yaşanmaya devam eden hırsızlık olayları, kayırmacı ve liyakatsiz atamalar ülke gençliğinin ve dolayısıyla ülkenin “geleceksizleştirilmesine” yol açtı.

Tüm bu piyasacı ve gerici uygulamaların yanı sıra AKP döneminde Cumhuriyet değerlerinin gelecek kuşaklar tarafından sahiplenilmesini engellemek, Kemalist Devrimin kazanımlarını ve Atatürk’ün Türk gençliğine yüklediği vazifeleri unutturabilmek için çeşitli politikalar uygulamaya konuldu. Öğrencilerin büyük bir hazırlık sürecinden sonra coşkuyla gösterime sundukları milli bayram kutlamaları yasaklandı. Her sabah okul bahçelerinde okunan Andımız yasaklandı. Ders kitaplarında Osmanlı tarihi bölümleri ve Sünni mezhebine uygun din bilgisi sayfaları arttırılırken diğer din ve mezheplerle ilgili bilgiler ve Cumhuriyet dönemine dair bölümler eksiltildi veya tümden çıkarıldı. AKP ve iktidar ortakları eliyle yürütülen Cumhuriyet rejimini tasfiye süreci eğitimdeki yozlaşmayla eşzamanlı olarak gerçekleşebildi.

Türkiye’nin son 40 yılındaki neoliberal-İslamcı dayatmaya ve yine bu dayatmanın en şiddetli boyutlara ulaştığı son 20 yıllık AKP iktidarının piyasacı-gerici politikalarına karşın Amerikancı kuvvetlerin istedikleri nihai başarı gerçekleşmedi. Kadir Has Üniversitesi’nin Türkiye Araştırmalar Grubu ile Global Akademi ortaklığında gerçekleşen “Türkiye Eğilimleri Araştırması” gençler arasında kendisini Kemalist olarak tanımlayanların oranının yüzde 10,3’ten 19,9’a yükseldiğini ortaya koydu.[7] Yöneylem Sosyal Araştırma Merkezi’nin 26 bölge, 27 ilde 3 bin 444 genç ile yüz yüze yaptığı görüşmelerle hazırladığı ‘Türkiye Gençlik Araştırması”  ise kendini sosyalist olarak tanımlayan gençlerin oranını yüzde 5 civarında gösteriyor.[8] Conrad Adenauer Vakfı’nın 3 ay 20 günlük bir sürede temsil kabiliyeti oldukça yüksek 18 ila 25 yaş arasındaki 3 bin 243 genç üzerinde gerçekleştirdiği araştırmada ise kendini Atatürkçü olarak tanımlayan gençlerin oranı yüzde 20,5 iken kendisini devrimci sosyalist/ merkez sol/ sosyal demokrat olarak tanımlayanları toplam oranı yüzde 11,1 olarak saptanıyor.

Çeşitli araştırma şirketleri tarafından ortaya konan bu veriler AKP’nin yaratmaya çalıştığı “bireyci ve gerici” gençlik prototipinin gerçekleşmediğini, yıllar içerisinde Cumhuriyet değerlerine bağlı ve bunu eşitlikçi, dayanışmacı bir toplum idealiyle birleştirebilen gençlerin sayısında artış olduğunu ortaya koyuyor. Türk gençliği bu sayısal verileri hayatın somut akışında da ispat etti. Ergenekon tertiplerine karşı gençliğin kitlesel eylemleri, yasaklanan milli bayramlara karşı alanları dolduran gösterileri ve 2009 Tekel direnişi başta olmak üzere emekçi kesimlerle kurdukları ortak bağ ve duruş karakteri yukarıda özetlediğimiz verileri doğruluyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2017 yılında “14 yıldır iktidarız ama fikri olarak iktidar değiliz” sözü veya yine iktidar kurmaylarından Fahrettin Altun’un “Siyasi iktidarı aldık fikri iktidarı da alacağız” açıklaması, AKP’nin eğitim ve kültür alanında uyguladığı tüm yıkım projelerine karşı başarıya ulaşamadığının itiraf niteliğindeki verileri olarak okunabilir.

Saltanata karşı Cumhuriyet’te, Sultan Hamid’lere karşı Atatürk’te, bireyciliğe karşı toplumculukta, piyasaya karşı kamuculukta ve gericiliğe karşı bilimde ısrar eden bu toplumsal direnci onurlu bir Cumhuriyet yurttaşı yaratma hedefine götürebilme noktasında eğitim sorunu, çözülebilmek için bilimsel sosyalistlerin iktidarını bekliyor.

KAYNAKÇA

  1. Gramsci, Antonıo (2018) Seçme Yazılar (1916-1935), Dipnot Yayınları, Ankara.
  2. Küçük, Ayşe (2019) Türkiye’de Sosyal ve Siyasal Değişim, Econharran, 3(4), s.20-45.
  3. Okçabol, Rıfat, AKP’li Yıllarda Eğitim I, Sol, 26.11.2021.

İnternet Bağlantıları


[1] Antonıo Gramsci, Seçme Yazılar (1916-1935), Dipnot Yayınları, Ankara, 2018, s.85.

[2] Ayşe Küçük, Türkiye’de Sosyal ve Siyasal Değişim, Econharran, 3(4), 2019, s.20-45.

[3] Bu kavramı Antonıo Gramsci’nin ekonomik ve siyasal krizlerin bir aradalığını vurgulayan yapısal kriz ortamını vurgulamak için kullanıyorum.

[4] Sol-Liberal kesimleri de buranın içerisine değerlendirmek lazım. Bu çevrelerin yayın organı Birikim Dergisi AKP’nin iktidara gelişini “Muhafazakar İnkılap” başlığıyla dergi kapağından duyurmuştu.

[5] Rıfat Okçabol, AKP’li Yıllarda Eğitim I, Sol, 26.11.2021.

[6] a.g.m

[7] İlgili araştırma ve haber için bknz: https://www.sozcu.com.tr/2022/gundem/kendini-kemalist-olarak-tanimlayanlarin-orani-artti-6867562/

[8] İlgili araştırma ve haber için bknz: https://www.birgun.net/haber/gencler-siyaseti-degistirecek-392389

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir