Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşı’nı kaybedince 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi’ni imzaladı. Bu Antlaşma’nın 7. Maddesi’ne dayanarak Müttefikler Anadolu’yu işgal ettiler. Dört yıl süren savaş sonucu ülke ekonomisi ve tarımı oldukça kötü idi. Devletin ürün stokları tükenmiş, ürün ithalatı yapılan ülkeler düşman safında oldukları için ithalat imkanları zora girmiştir. Tarımsal üretim, savaştan önceki miktarın yarısına inmiştir. Belirsizlikten dolayı çiftçi mahsulünü satmaya çekindiği için şehirlere ürün sevkiyatı durmuştur. Halka ekmeklik buğday yerine günlük 320 gr arpa, yulaf ve bakla ile karışık ekmeklik verilmiştir. Verilen bu karışım hem yetersiz hem de beslenme açısından sağlıklı değildi.
Ruslar tarafından işgal edilen Doğu vilayetlerinden göç eden bir milyona yakın insan, yollarda zayiat vererek Batı illerine sığınmıştır. Bu insanlar üretimden kopmuş ve tüketici hale gelmiştir. Savaş ve göçler yüzünden insan kaynakları büyük zarar görmüştür. 1912 yılında 24 milyon olan ülke nüfusu, savaş sonrasında 13 milyona düşmüştür. (Nüfus rakamlarının teferruatları atılarak verilmiştir.)
Mondros Mütakeresi’nin 12.Madde’si ekonomiyle yakından ilgilidir. Antlaşma, iktisadi bakımdan ağır koşullar ihtiva etmektedir. Örneğin 21. Madde şöyledir; “Menfaatlerini korumak gayesiyle İtilaf Devletleri, İaşe Nezareti teşkilatı nezdinde mümessiller bulunduracaklar, bu mevzuda lüzumlu görülen her türlü malumat kendilerine verilecektir.” 14. Madde ise şöyledir; “Kömür, petrol vesair mahrukat ihraç edilmeyecek ve memleket ihtiyacından fazlasının satılmasında İtilaf Devletleri’ne kolaylık sağlanacaktır.”
23 Nisan 1920 tarihinde Ankara’da Büyük Millet Meclisi kurulunca ülkede ikili bir yönetim ortaya çıkmıştır. Vergilendirme yetkisini iki yönetim de kullanmaktadır. Kuvay-i Milliye’nin hâkim olduğu bölgelerde BMM’nin çıkardığı kanunlar, Osmanlı Devleti’nin denetimde olan bölgelerde ise Osmanlı devleti’nin çıkardığı kanunlar geçerlidir.
Kurutuluş Savaşı’nın finansmanını karşılamak için paraya ihtiyaç vardır. Bu nedenle yapılacak ilk iş vergi koymak ya da bazı mükellefiyetler getirmektir. BMM’nin 1 numaralı kanunu, “Ağnam Vergisine Zam Yapılması Hakkındaki Kanun”dur. Yani ilk vergi koyunlar üzerinden alınan vergidir. Ankara Hükümeti bir taraftan tarım sektöründen vergi alırken diğer taraftan da tarım sektörünün gelişmesi için tedbirler almıştır. Dünya Savaşı içinde tarımın geçirdiği buhran, Kurtuluş Savaşı sırasında da devam etmiştir. Savaştan önce 66 milyon dekar olan hububat ziraatı, savaş sonunda 35 milyon dekara düşmüştür.
Tablo 1- Savaş Yıllarında Hububat ve Bakliyat Üretimi (Ton)
Yıllar | Buğday | Arpa | Mısır | Bakliyat |
1913 | 3.903.000 | 1.700.000 | 325.000 | 264.000 |
1919 | 2.154.000 | 1.284.000 | 280.000 | 150.000 |
1921 | 2.042.000 | 980.000 | 295.000 | 132.000 |
Savaş sırasında sağlıklı istatistiklerin toplanması mümkün değildir. Bazen vilayetler el değiştirdiği için üretim istatistik rakamlarına yansımamaktadır. Örneğin 1921 yılı ürün toplamına Adana ve Bitlis dahil değildir. 1920, 1921 ve 1922 yılları tarım üretiminin en düşük olduğu yıllardır. Tarım ürünleri miktarını artırmak için Osmanlı Devleti’nden gelen Zirai Mükellefiyet Kanunu, Ankara Hükümeti tarafından da ihya edilmiştir. Bu yasaya dayanarak 9 Ekim 1921 tarihinde Zirai Mükellefiyetin Tatbiki Suretine Dair Nizamname(Tüzük) yürürlüğe konmuştur. Nizamname’nin tarıma ilişkin maddeleri şöyledir:
Madde 4- Her çiftçi hayvan başına yazlık ve kışlık olmak üzere, en azından 40 dönüm araziye hububat zer’ etmekle(ekmekle) mükelleftir.
Madde 8 – Çiftçilik sanatı mutade ittihaz etmiş olanların iki yüz dönümden fazla zer’iyatta bulunanların beher yüz dönümü için bir yanaşması dahil, gayri müsellah efrattan olmak şartiyle askerlikten tecil olunur.
Madde 11 – Her iki yüz koyun veya keçisi ile beher elli adet sığır ve hergelesi (genç hayvan sürüsü) olanların kendileri ile birer çobanları gayri müsellah(silahlı) efrat olmak şartiyle askerlikten tecil olunur.
Oğlu askere giden aile en kıymetli işçisini kaybetmiş demektir. Üretimden mahrum kalmıştır. Tarım milli ekonominin temelini teşkil ettiğinden öncelikle bu sektörün kalkınması ele alınmıştır. Tarım sektörüne harcanan emekler 1922 yılından itibaren semeresini vermeye başlamıştır. Üretimin artması sonucu buğday ve un ithalatı azalmıştır. Mustafa Kemal, köylünün ve ziraatın iktisadi hayattaki önemini 1 Mart 1922 tarihinde BMM’de söylediği nutukta gayet güzel ifade etmiştir:
“Türkiye’nin hakiki sahibi, efendisi, hakiki müstahsil olan köylüdür. O halde her gün daha çok refah ve saadete müstahak ve layık olan köylüdür… yedi asırdan beri cihanın dört köşesine sev ederek kanlarını akıttığımız, kemiklerini yabancı topraklarda bıraktığımız ve yedi asırdan beri emeklerini ellerinden alıp israf eylediğimiz ve buna mukabil daima tahkir, tenzil ile mukabele ettiğimiz ve bunca fedakarlıklarına ve insanlarına karşı nankörlük, küstahlık ve cebbarlıkla uşak menzilesine indirmek istediğimiz bu asil sahibin huzurunda bugün ihtiramla hakiki vaziyetimizi alalım.”
Kurutuluş Savaşı başında Anadolu köylüsü bitkin, ümitsiz ve devletine karşı güvensizdir. Yüzyıllar boyu asker diye canını, vergi diye malını vermiştir. Yeni bir savaşa psikolojik olarak hazır değildir. En büyük derdi askerlikten kurutulmak ve köyünde çiftinin çubuğunun başına geçmektir. Türk köylüsü sosyal ve ekonomik açıdan hiç değişmemiştir. Meşrutiyet’ten önce ne ise yine öyle kalmıştır.
Kurtuluş Savaşı’nın bütün mali yükünü köylü çekmiştir. Osmanlı Devleti’nin çıkardığı Zirai Mükellefiyet Kanunu’nu Ankara Hükümeti de uygulamaya koymuş, üretimin artırılması için yapılması gerekli işler tespit edilmiştir. Ziraat işlerinde çalışacak kişilerin askerliği tecil edilmiş, sulama ve kuraklık konularında tedbirler alınarak, Ziraat Bankası’nın kredisi 4 milyon liradan 8 milyon liraya çıkarılmıştır. Milli Ziraat Programı’nda hayvancılığın teşviki, ıslah ve çoğaltılması, hayvan ürünleri sanayinin kurulması konuları gündeme alınmıştır. Savaş öncesi yıllık 300 bin baş canlı hayvan ihracatı savaş sırasında tamamen durmuştur. Batı Anadolu’da Yunan askerleri 219 bin büyükbaş ve 534 bin adet küçükbaş hayvanı öldürmüştür. Her şeye rağmen 1923 yılından itibaren hayvancılık tekrar canlanmaya başlamıştır.
Savaş nedeniyle tarımda çalışan erkek işgücünün neredeyse tamamı silah altına alınmıştı. Ayrıca Batı Anadolu’nun en verimli tarım toprakları Yunan işgali altına girmişti. İşgal bölgesindeki halk, evlerini ve arazilerini terk edip işgal edilmeyen bölgelere kaçıyordu. Ülkede kıtlığa ve açlığa meydan vermemek için çok acil ekonomik ve sosyal önlemlere ihtiyaç vardı. Ankara Hükümeti, kıtlığa ve açlığa karşı iki önlem aldı:
1. 9 Ekim 1921 tarihli ve 1116 sayılı Kararname’ye ek Tarım Yükümlülüğü Kanunu’nun uygulama şekline ilişkin Nizamname’yi yürürlüğe koydu.
2. 31 Ekim 1921 gün ve 161 sayılı Düşmandan Kurtarılan ve Kurtarılacak Olan Yerlerin Halkına Yardıma Hakkında Kanun çıkarıldı.
Bu kanunun temel amacı şunlardı:
Düşmandan kurtarılan ve kurtarılacak yerlerde, düşman tarafından yağmalanan ve savaşta zarar gören kasaba, köy ve çiftliklerin bina, arazi, gelir, hayvanlar ve aşar vergileri borçları bir yıl ertelenecek, buralardaki çiftçilerin Ziraat Bankası’na olan borçları iki yıl faizsiz olarak ertelenecektir. Söz konusu olan yerlerde yaşayan fakir ve darlık içinde olan vatandaşlara yemeklik ve tohumluk hububat verilecektir. Evleri yıkılanlara ormandan kesilen ağaçlar parasız verilecektir. Özetle söylemek gerekirse halkın vergi ve banka borçları ertelendi.
3. 8 Aralık 1921 gün ve 169 sayılı bir kanunla Fransız işgali sırasında Gaziantep ve civarlarından göç eden halkın tekrar Gaziantep’e yerleştirilmesi için göçmenler bütçesine 80 bin lira ödenek konuldu.
4. Mustafa Kemal, Sakarya Savaşı öncesinde ordunun ihtiyaçlarını karşılamak üzere 7-8 Ağustos 1921 tarihinde Tekalif-i Milliye emirleri yayınladı. Bu emirlerin sayısı 10’dur. Bu maddelerden doğrudan çiftçiyi ilgilendiren maddeler aşağıdadır:
Madde 4 – Halkın elinde bulunan buğday, un, saman, arpa, kuru fasulye, bulgur, nohut, mercimek, koyun, keçi, kasaplık sığır, şeker, gazyağı, tuz, çay ve mum stoklarının %40’ına ordu adına el konulacaktır. El konulan malların paraları daha sonra devlet tarafından ödenecektir.
Madde 5 – Halkın elindeki kara taşıt araçlarıyla hal ayda bir defa ve 100 km’yi geçmemek şartıyla orduya ait malzemeyi istenilen yere taşıyacaktır. Bu iş için kimseye ücret ödenmeyecektir.
Madde 10 – Evvela halka bırakılan dört tekerlekli tüm arabaların ve koşum hayvanlarının %20’si ordu adına alınacaktır. Bütün bu alınanların bedeli sonradan ödenecektir.
Halktan alınan bütün malların bedelleri hesaplandı ve toplam 6.003.663 lira Tekalif-i Milliye borcu oluştu. 12 Nisan 1923 tarih ve 328 sayılı Kanun çıkarılarak bu borçlar 1923-29 yılları arasında kuruşuna kadar ödendi.
Tekalif-i Milliye ile yapılan halkın mallarına zorla el koyma değildir. Bedeli sonradan ödendiği için, bu zorunlu bir iç borçlanmadır.
1. Türkiye İktisat Kongresi
Kurtuluş sonrası kurulacak yeni Türk devletinin ilk ekonomi ve sosyal kongresi olan 1. İzmir İktisat Kongresi, 17 Şubat 1923 tarihinde toplandı. Yurdun dört bir yanından gelen ve toplumun bütün kesimlerini oluşturan 1135 delegenin katıldığı Kongre 4 Mart 1923 tarihinde sona erdi. Kongre’nin açılış konuşmasını yapan Mustafa Kemal, delegelere şöyle seslendi:
“Efendiler, aziz Türkiye’mizin iktisadi tealisi esbabını aramak ve bulmak gibi vatani, hayati ve milli bir gaye-i mukaddese için bugün burada toplanmış olan sizlerin muhterem halk mümessillerinin huzurunda bulunmakla çok mesut ve bahtiyarım…”
Kongre’ye ilgi büyüktü ve 500’ü kadın olmak üzere 3.000 kişiden fazla izleyici katıldı. Kabul edilen 12 maddelik İktisat Andı ile Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik ve sosyal düzeninin temelleri atıldı. Kongre; Türk ulusunun bağımsızlığının, milli bir ekonomik düzene kavuşmasının, merkezinde insan olan, üreten ve karma ekonomi istemine geçişin başlangıcı olmuştur.
Kongre dört ana grup halinde çalışmalara başlamıştır. Ancak en büyük grubu, ziraat grubu oluşturmuştur. Ziraat grubunun tarımla ilgili konuları 10 başlık esas alınarak incelenmiştir. Sorunlar ve yapılması gerekenler maddeler halinde sıralanmıştır:
- Reji Meselesi, 2 Madde (Tütünün Sorunları),
- Ziraat ve Maarif Meselesi, 9 Madde,
- Asayiş Meselesi, 14 Madde (Hırsızlık, Kaçakçılık vs.)
- Aşar Meselesi, 2 Madde,
- Ziraat Bankası ve İtibari Zirai Meseleler, 6 Madde,
- Yollar Meselesi, 9 Madde (Köy ve İşletme Yolları),
- Orman Meselesi, 9 Madde,
- Ziraatta Hayvanat Meselesi, 18 Madde,
- Çiftçiliğe Ait Bazı Maddeler, 18 Madde ve
- Ziraat Makineleri Meselesi, 8 Madde.
Ziraat Grubu’nun üyeleri şunlardır:
Kani Bey(Manisa), Lütfü Arif Bey (Akhisar ve Kırkağaç) ve Mollazade Süleyman Bey (Afyonkarahisar).
Ziraat Grubu Başkanı Kani Bey bir konuşma yaparak şunları söyler:
“Çok Sevgili, Çok Muhterem Arkadaşlar,
Aranızda hepinizden çok müteşekkir olan Ziraat Grubu, bu zafere isal eden Reis-i Muhterem Kazım Karabekir Hazretlerine karşı olan minnet ve şükranına hepimiz tarafından iştirak edildiğine emindir. Hepimiz aynı gaye etrafında toplanmak için memleketin en uzak köşelerinden geldik. Hamd olsun gaye-i mikyas ki işte bu masatla elele verdik. Bütün çiftçiler diğer gruplardaki arkadaşlarımızla müttehiden bu mukaddes gaye hususunda hüsn-i niyet ve azimle arkadaşlarından ayrılmışlardır…”
Kongre’de alınan kararlar ilk dönem Cumhuriyet hükümetlerinin programlarında geniş bir şekilde yer almıştır. Kısacası Kongre’de hükümetin tarım politikaları belirlenmiştir. 1930 yılına kadar geniş bir biçimde uygulanmıştır. 1. İktisat Kongresi neden İzmir’de düzenlenmiştir? Çünkü İzmir büyük bir ticaret merkezidir. En çok tarım ürünü buradan ihraç edilmektedir. Ayrıca diğer amaç ise Yunan Ordusu’nun yakıp yıktığı İzmir’i gazetecilere, Anadolu insanına ve yabancılara göstermektir.
Cumhuriyetin İlk Yılları
Cumhuriyet kurulduktan sonra, Türk tarımının geliştirilmesi, Türk çiftçisinin emeğinin değerlendirilmesi ve yaşam düzeyinin yükseltilmesi için büyük çabalar harcandı. Çiftçiyi topraklandırma, tarımda verimlilik, tarım sanayi, örnek devlet çiftlikleri kurma, tarımsal kooperatifçilik ve tarımsal eğitim gibi alanlarda önemli başarılar kaydedildi. Zaten tarım alanında yapılması gereken işler 1.İzmir İktisat Kongresi’nde gösterilmişti.
Tarım en az savunma sanayi kadar, hatta ondan daha önemlidir. Tarım, milli egemenlik demektir. Milli egemenlik nasıl devredilmez ise tarım da başkalarının insafına bırakılamaz. Onun için Mustafa Kemal, “Milli ekonominin temeli ziraattır.” demiştir. Savaşların ancak ekonomi ile kazanılacağı açıktır. Nitekim Mustafa Kemal şöyle demiştir:
“… Arkadaşlar, kılıç ile fütuhat yapanlar, sabanla fütuhat yapanlara mağlup olmaya ve binnetice terk-i mevki etmeye mecburdur…”
Her toplum toprak üstünde yaşar. Yaşanan toprakların yerüstü servetleri tarımla elde edilir. Mustafa Kemal, bunu çok iyi anladığı için bir ziraat siyaseti ve bir ziraat rejimi oluşturmak adına planlamalar yapmış ve uygulamaya koymuştur. Mustafa Kemal, nüfusun %80’inin yaşadığı kırsal kesimin ekonomik ve sosyal yaşam seviyesinin yükseltilmesini tarımsal kalkınma ile eşdeğer görmüştür. Bunun için tarım ve kırsal kalkınmayı büyük bir dava olarak ele almış, az topraklı köylünün topraklandırılmasından tarımsal altyapının kurulmasına, temel girdilerin sağlanmasından üretimden tüketime zincirin oluşturulmasına kadar varan temel sorunları çözmek ve sağlıklı işleyen bir tarımsal yapının gerçekleştirilmesi adına çalışmalar yapmış ve gerekli talimatları vermiş ve de bunları takip etmiştir.
Mustafa Kemal, Anadolu sınırları içinde yaşayan insanları besleyebilmek, giydirebilmek, barındırabilmek ve eğitebilmek için ekonomik yönden bağımsız olmanın önemine inanmış ve ekonomik bağımsızlık adına da tarımsal kalkınmayı ve gelişmeyi önemli bir unsur olarak kabul etmiştir. I.İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlar, tarım sektörü açısından 1930 yılına kadar uygulanmıştır. 1930 yılından sonra yeni bir tarım politikası oluşturulmuştur.
Cumhuriyet hükümeti, tarım sektörünün durumunu bütünüyle kavrayabilmek için 1927 yılında tarım sayımı yapmıştır. Amaç; köylünün ve çiftçinin dolayısıyla tarım sektörünün o günlerdeki durumunu öğrenmektir. Ancak tarımsal kesimi açıklayan kesin, inanılır ve güvenilir verilerin bulunmadığını istatistik sonuçları ortaya koymuştur. Çiftçi ailesi toprak ve üretim konusunda sorulan sorulara doğru cevap vermez, hemen “yeni bir vergi mi gelecek” endişesine kapılır. Yıllarca tarım istatistikleri derlemiş biri olarak bu endişeye yakinen şahidim.
1927 sayımına göre ülkede çiftçi aile sayısı 1.751.239 adettir. Toplam çiftçi nüfusu oranı, genel nüfusun %67,7’sidir. Her çiftçi ailesinin ektiği arazi ortalama 25 dönümdür. Ekili alanlar 43.637.727 dönüm olarak saptanmıştır. 1927 tarım sayımında ekili alanlar üç çeşit ürün cinsine göre gruplanmıştır. Bunlar; tahıllar, baklagiller ve endüstri bitkileridir. Tahıllar 39.093.220 dönüm, baklagiller 1.740.403 dönüm ve endüstri bitkileri 2.804.104 dönüm olarak ortaya çıkmıştır. 1927 yılında 2.400.000 ton tahıl, 1.000.000 ton baklagil ve 163.000 ton endüstri bitkileri üretildiği görülmüştür.
Vergi Politikası
Cumhuriyet hükümeti ilk iş olarak vergi politikasına el attı. Osmanlı döneminde uygulanan arazi, bina, aşar ve hayvan vergileri bir tür servet vergisi karakterindeydi ve son derece adaletsizdi. Öşür(aşar) %10 oranı düşük gibi görünse de gayrisafi hasılat üzerinden alındığı için, safi hasılata dönüştüğünde yüksek bir vergi idi. Bu vergi için şikayetler çoktu ama onu kaldırmak da pek kolay değildi. Çünkü devlet gelirlerinin %21’ini öşür oluşturuyordu.
Mustafa Kemal, 1 Kasım 1924 tarihinde Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada şöyle diyordu:
“Maliyemiz, sayım vergisi gibi yüzyıllık vergilerin yolunda attığı ilk adımla halka hemen ferahlık duyurabildi. Cumhuriyet yönetiminin yurdumuzun başında Orta Çağ’ın en insafsız belası olarak çöreklenip duran aşarı kaldırmakla Yüksek Meclisçe övülebilecek bir düzeye bir yıl içinde ulaşabilmiş olması gerçekten sevinilmeye değer.”
1924 yılında, tarımdan alınan vasıtasız(dolaysız) vergilerin tüm gelirlere oranı %27,5’di. Yine bir başka çalışmaya göre tarımın toplam vergi gelirlerindeki payı %33 dolaylarındadır. Aşarın kaldırılması ile bu pay %10’a inmiştir. Bu durum aşarın ne denli önemli olduğunu gösteriyor. Buna rağmen aşar, 27 Şubat 1925 tarihinde tümüyle kaldırılmıştır. Bu karar, yoksul Türkiye Maliyesi için büyük bir özveriydi. Nitekim Başbakan İsmet İnönü, 30 Ağustos 1930 tarihinde Sivas’ta yaptığı konuşmada şöyle diyordu:
“İlkbaşvekil olduğum vakit elimizdeki bütçenin üçte birinden fazlasını köylü veriyordu. Anadolu ortasında kurulduğumuz bir köylü hükümeti olduğumuz için, evvela onun yükünü hafifletmeye cesaretle teşebbüs ettik. Aşar vergisinin kaldırılması, mali bünyede büyük, korkunç bir ameliye idi. Mali bakımdan tehlikeli bir imtihana maruz olan herhangi bir hükümet ancak idealist bir köylü âşığı olmak hasebi ile bütçesinin asırlardan beri alışılmış üçte biri üzerinde böyle bir tecrübeye girişebilirdi. Eğer bu büyük ameliyatın sarsıntıları olmuş ise bunu tabii görmek lazımdır. Eğer bu sarsıntıları nihayet taşıyıp geliştirebilmiş isek bundan bir köylü millet olarak iftihar etmek mevkiindeyiz.
Aşarı kaldırdığımız zaman, samimi olarak tereddüt ve itirazı biz köylüden gördük. İhtiyarlar, bu kadar büyük bir vergiden vazgeçilirse bu devletin nasıl idare olunacağından endişe etmişlerdir. Hatta bir-iki sene yer yer, aşar zamanı tekrar vergi alınmak ihtimalini göz önünde tutarak tedbirli davranmışlardır. Çünkü devlet denilen şeyin ne ile idare olunduğunu köy ihtiyarları hiç olmazsa bizim kadar bilirler. Bu memleketin her köyünde bir başvekil olduğunu hesap ederek konuşmalıyız.”
Cumhuriyet hükümeti öşür (çoğulu aşar) ve ağnam vergisini ilkel bir vergi olarak görüyordu. Bunları kaldırmak ya da yeniden düzenlemek istiyordu. Nitekim öşür, 1925 yılında kaldırıldı. Kanunnamelerde öşür ve aşar kullanılmaktadır. Aşar, “öşür”ün çoğuludur ve toprak ürünlerinden alınan vergidir. Ağnam, hayvanlardan alınan vergidir. Devlet gelirlerindeki payı %8 idi. Arazi vergisinin payı %10 idi. Öşürün bütçe gelirleri içindeki payı %25 idi. Özetle vergi yükü çiftçinin üzerindeydi. Osmanlı döneminde arazi vergisi, öşüre tabi olan yani öşüre tabi ürün yetiştiren arazilerde kıymeti üzerinden binde 48, öşüre tabi olmayan arazilerin kıymeti üzerinden binde 10 idi.
Cumhuriyet hükümeti bir taraftan öşürün kaldırılması sonucu kaybolan gelirin telafisi için çalışırken diğer taraftan da köylü üzerindeki yükü azaltmak için çalışıyordu. Öşür kaldırılmadan önce toplam vergi gelirleri içerisinde tarımdan alınan vergilerin payı %78 paya sahipti. 1926-27 bütçesinde tarımdan alınan vergilerin payı %10’a inmiştir. Öşürün yarattığı kaybı telafi etmek için en fazla oynama hayvanlar vergisi üzerinde yapılmıştır.
Osmalı Devleti’nde “Ağnam Resmi” adıyla alınan vergi, 12 Şubat 1924 gün ve 410 sayılı Sayım Kanunu ile değişik şekilde alınmaya başlamıştır.
Tablo 2- Hayvanlar Vergisi
Hayvan Türü | Alınan Vergi (Kuruş) |
Koyun ve Kıl Keçisi | 23 |
Tiftik Keçisi | 20 |
Deve | 100 |
Canavar (Domuz) | 200 |
Bu miktarlar üzerinden tahsil edilen verginin %7,5’i hiçbir masraf düşülmeden İl Özel İdareleri’ne ayrılıyordu. Vergi; koyun, keçi ve deveden haziran ve temmuz aylarında, domuzdan ise ekim ve kasım aylarında iki taksitte alınıyordu. Sayım kanununun vergi miktarına ilişkin 6. Maddesi, 9 Şubat 1926 gün ve 729 sayılı kanunla değiştirilmiş ve büyükbaş hayvanlar da vergi kapsamına alınmıştır.
Tablo 3 – Hayvanlardan Alınan Vergiler
Hayvan Türü | Alınan Vergi (Kuruş) |
Koyun ve Kıl Keçisi | 30 |
Tiftik Keçisi | 25 |
Deve | 150 |
Manda | 120 |
İnek ve Öküz | 80 |
At, Kısrak, Katır | 100 |
Eşek | 30 |
Domuz | 200 |
Sayım kanunu ile hayvanlardan alınan vergide birçok değişiklik yapılmıştır. Bunlardan biri de 28 Mart 1927 gün ve 1000 sayılı kanunla yapılan değişikliktir. Adı geçen kanunla hayvan başına 2,5 ila 5 kuruşluk özel idare zammı yapılmıştır. Ayrıca 22 Haziran 1927 gün ve 1130 sayılı Maarif Vergisi Hakkında Kanun’un birinci maddesi ile hayvan başına %50’ye kadar yükseltilebilen maarif vergisi zammı yapılmıştır.
Osmanlı Devleti teokratik bir devletti. Toplumun sınıfları; köylü, asker, ulema ve saraydan oluşmaktadır. Devlette, vergi açısından en büyük yük köylü üzerindedir. 1920’li yıllarında bütçe gelirlerinin payı şöyledir:
Tablo 4 – Vergi Gelirlerinin Dağılımı
Gelirin Türü | Bütçe Gelirleri İçindeki Payı (%) |
Öşür (Tarım Ürünleri Vergisi) | 29 |
Gümrük Vergisi | 22 |
Ağnam Vergisi (Hayvanlar Vergisi) | 12 |
Tuz Tekeli Gelirleri | 8 |
Bina ve Arazi Vergisi | 4 |
Gelir Vergisi | 4 |
Çeşitli Gelirler | 20 |
Mali kanunlar ya da vergi kanunları her zaman mükellefin zararına olmayabilir. Cumhuriyet hükümeti tarıma yönelik özendirici vergi kanunları da çıkarmıştır.
*22 Şubat 1926 gün ve 752 Sayılı Ziraat Makinelerinde ve Ziraatta İstimal Olunan Mevaddı Müştaile ve Muharrike ile Mustahzaradı Kımyeviyenin Rüsumu Hakkında Kanun ile tarım kesiminde kullanılan taşıt ve makineler için gerekli akaryakıtların ve tarımsal mücadele ilaçları gümrük, tüketim ve tekel resimlerinden muaf tutulmuştur.
*24 Mayıs 1930 gün ve 1641 Sayılı Tohumlukların Gümrük Resminden İstisnasına Dair Kanun’la tohumlukların geliştirilmesi ve yenilenmesi amacıyla ve çiftçilere dağıtılmak için Ziraat Bankası tarafından yurtdışından getirilen tohumluklar gümrük resminden muaf tutulmuştur.
*5 Haziran 1929 gün ve 1470 Sayılı Zirai Kredi Kooperatifleri Kanunu ileçiftçilerin tarım kooperatifleri kurmasını sağlayıcı kanun maddeleri getirildi. Bu Kanun çiftçilere kooperatif bünyesinde önemli vergi muafiyetleri tanımıştır:
1. Kredi kooperatiflerinin bütün işlemleri kazanç ve muamele vergisinden muaftır.
2. Kooperatiflere ait sermaye ve ihtiyat akçeleri; vergi, resim ve harç dışı tutulmuştur.
3. Kooperatiflerin borç alma ve borç verme işlemleri yanı sıra ödemeler ve senetlerle ilgili bütün işlemler ile diğer belgeleri pul resminden muaf olduğu gibi posta ücretleri de harç ve resme tabi değildir.
4. Kooperatiflerin kayıtları ve defterleri ve diğer belgelerinin, köy ihtiyar heyetlerince veya noterlerce onaylanmasında harç ve resim alınmayacaktır.
Yol Vergisi, Tarık Bedeli Nakdisi ile Osmanlı döneminden gelen bir vergidir. Kurtuluş Savaşı sırasında Hükümet, 1921 tarih ve 102 Sayılı Kanun’la yol vergisi adıyla Osmanlı’dan gelen vergiyi ihya etti. Verginin mükellefi, 18-60 yaş arasındaki erkeklerdir. Verginin miktarı 4 işçi gündeliği tutarındadır. Bu vergi; 19 Ocak 1925 gün ve 542 Sayılı Kanun’la Yol Mükellefiyeti Kanunu adını almış, daha sonra 10 Haziran 1929 gün ve 1525 Sayılı Kanun’la Şose ve Köprüler Kanunu adını almıştır. En çok tartışılan vergidir. Toplumun her kesiminden alınmasına rağmen, nüfusun çoğunluğu köylü olduğu için tarım vergisi gibi algılanmıştır. Vergi, 1930 yılında 8 lira olarak belirlenmiştir. Hem nakdi hem de bedensel olarak ödenmiştir. Bedensel ödemeleri köylüler yerine getirmiştir.
Bu vergiden muaf olanlar şunlardır:
* Yoksul ve sakatlar,
* Silah altında olanlar,
* Hayatta 6, daha sonra 5 çocuğu olanlar,
* Diplomatlar.
Hükümet 1923 yılında, Amiral Chester’in başında bulunduğu bir Amerikan iş adamları grubuyla Türkiye’nin tarım makineleri ve araç-gereçleri gereksiniminin karşılanması konusunda bir anlaşma imzaladı. Fakat bu iş adamları grubunun kısa zamanda istenilen araç- gereci temin edemeyeceği anlaşılınca anlaşma uygulanmamıştır. Çünkü Türkiye’nin gecikmeye tahammülü yoktu.
KAYNAKÇA
1. Vedat Eldem, Harp ve Mütareke Yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomisi, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1994
2. Sinan Meydan, Sözcü Gazetesi, 13.4.2020
3. Alptekin Müderrisoğlu, Kurtuluş Savaşı’nın Mali Kaynakları, Ankara, 2013
4. A.Afet İnan, İzmir İktisat kongresi, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1989
5. Anonim, Kadro Dergisi, Mart 1934
6. Hasan Olalı, İsmail Duymaz, Tarımın Türk Ekonomisindeki Yeri ve Ekonomik Gelişmeye Katkısı, İzmir, 1987
7. Süleyman Yaşar, “Türk Maliyesinde Devrim, Aşarın Kaldırılması”, Maliye Dergisi, Ekim 1981
8. Alptekin Müderrisoğlu, “Atatürk’ün Mali Dehası, Tekalif-i Milliye”, Maliye Dergisi, Ekim 1981
9. Kemal Turan, “Atatürk Dönemi Maliye Politikasında tarım Kesiminin Yeri”, Maliye Dergisi, Ekim 1981
11. Yahya S. Tezel, Cumhuriyet Döneminin Mali Tarihi (1923-1950), 2. Baskı, Ankara, 1986