Bir Deneme Üzerine Deneme: Sömürgecilik Üzerine Söylev

Aimé Césaire, 1913 yılında Fransız sömürgesi olan Martinik’te dünyaya gelmiştir. Kendi topraklarında doğmuş birisi olarak Fransız kültürü ile yetişmiş, yükseköğrenim için gittiği Paris’te aldığı eğitim ve yaşadığı farkındalıklar onun sorgulamalarına yol açmıştır. Dekolonizasyon döneminde verdiği eserlerle şarkiyatçılık ve kolonyalizm gibi tartışmaları bu alanların daha popüler isimlerinin çok öncesinde başlatmış, pek çok isme “Sömürgecilik Üzerine Söylev” ve “Siyahilik Üzerine Söylev” denemeleri ile ilham olmuştur. 

Post-Kolonyal literatürün önemli isimlerinden Edward Said, Şarkiyatçılık adlı eserinin sonsözünde kendi kelimeleri ile amacını şu şekilde aktartmıştır; “Şarkiyatçılıkta ulaşmaya çalıştığım şey, nesiller süren düşmanlıkların, savaşın, emperyalist denetimin kışkırtıcısı olan ayrılmaları, çatışmaları kavramanın yeni bir yolunu bulmaktı. Kaldı ki, sömürgecilik-sonrası araştırmalarındaki en ilginç gelişmelerden biri, mecelle haline gelmiş kültürel ürünleri, yerlerinden etmek ya da günah keçisi yapmak üzere değil bunları ikili efendi-köle diyalektiğinin bir değişkesine hapsetmenin ötesine geçerek bazı kabullerini yeniden incelemek üzere yeniden okumaktı.” (Said, 2010, p. 367) Bu cümlelerinin sonrasında ve farklı yerlerdeki konuşmalarında ise bu yolda Aimé Césaire’nin şiirlerinden etkilendiğini belirtmiştir.

İlk defa bu şiirlerinde yer verdiği, siyahi ırkın yabancılaşmasını somutlaştıran “negritude” teriminin türeticisidir. Kavram, “Afrika’da kültür, medeniyet yoktur, insanlık gelişmemiştir.” gibi söylemlerin karşıtında konumlanmakta, Césaire’nin anti-emperyalist tutumunu göstererek halkların eşit olduğu iddiasını taşımaktadır.

Césaire’nin eseri, “Kendi yarattığı problemleri çözmekten aciz olduğunu ispat etmiş bir medeniyet, çökmüş bir medeniyettir.” cümlesi ile başlar. (Césaire, 2007, p. 63) Césaire’nin işaret ettiği Avrupa medeniyeti iki sorun yaratmıştır. Bunlar sömürge ve proletarya sorunudur. Bu sorunlar çözülemediğinden Avrupa medeniyeti ahlaken ve ruhen savunmasızdır. Sömürgeciliği, rekabeti dünya ölçeğinde yaymaya kendisini zorunlu hisseden bir medeniyetin şeytani gölgesi, coğrafi keşiflerle beraber yeni dünyayı işgal eden Hıristiyan ukalalığını ise katil olarak tanımlar. Sömürgeciliği, farklı insanları birbirine bağlaması yönünü olumlayanlara karşı bu bağlantıyı kurmanın farklı bir yolu olmadığı sorusunu yönelterek sömürgeci eylemlerin hiçbir insani taraf içermediğini ifade eder.

Ona göre, (Fransa ve Fransızlar örneğini verir) sömürgeci faaliyetlere ses çıkarılmayarak geçen her an medeniyet bir yükün altına girmekte ve gerilemektedir. Bu, ahlaken ve ruhen çöküntüyü kanıtlamakta ve sömürgeci medeniyeti barbarlığa doğru götürmektedir. Nazizm’in zaten uzunca bir süredir Avrupa medeniyetine içkin olduğundan bahseder. Avrupalılar, Nazizm’in (Faşizm) hedefi olmadan önce onu hoş görmüş, temize çıkarmış ve farklı medeniyetleri hedef alması karşısında gözünü yummuştur. Avrupalının Hitler’de affedemediği tek şey bu suçların insanlığa karşı değil beyaz Avrupalıya karşı işlenmiş olmasıdır.

Metnin ilerleyen kısımlarında sömürgeciliğin felsefesini yapan Renan gibi filozofların, daha aşağı ve dejenere ırkların üstün ırklar tarafından rejenerasyonunun insanlık için ilahi bir plan olduğu, bu ırkların kendi kendilerini dahi yönetemeyecekleri bu sebeple sömürgecilerin bu görevi üstlenmesi fikrini şiddetle eleştirir. Bu felsefe günümüzde hala savunulmaktadır. 1. Dünya Savaşı sonrasında yaratılan yeni dünyada Avrupalı sömürgeciler tarafından Ortadoğu’da çeşitli mandater yönetimler kurulmuştur. Bu yönetimlerin kurulmasının sebebi bölge halklarının kendi kendilerini yönetemeyecek olması iddiası ile bir süreliğine rehberlik etme amacıdır. Amerika Birleşik Devletleri’nin ise bölgeye demokrasi taşıma iddiası ile gerçekleştirdiği işgaller de bu fikriyattan beslenmektedir. Onlara göre bölge halkları kendi başlarına demokratik yönetimler kuramayacaklardır bu sebeple daha üstün medeniyetler buraya çağdaşlığı taşımalıdırlar. Oryantalist bakışında özeti aslında budur. Pierre Loti gibi yazarların söylemleri, Bernard Lewis gibi tarihçilerin eserlerinde bu bakış açısını görürüz. Césaire, bu bakışın örneğin Hristiyanlığı medeniyet ile paganizmi ise vahşilikle eşdeğerlediğini aktarır. Edward Said’in tanımına göre ise Oryantalizm, “…Doğu ile Batı arasında ontolojik ve epistemolojik ayırıma dayalı bir düşünüş biçimidir. Oryantalizm, Şark ile uğraşan toplu müessesedir; yani Şark hakkında hükümlerde bulunur, Şark hakkındaki kanaatleri onayından geçirir, Şark’ı tasvir eder, tedris eder, iskân eder, yönetir; kısacası Doğu’ya hâkim olmak, onu yeniden kurmak ve onun âmiri olmak için Batı’nın bulduğu bir yoldur” (ORYANTALİZM- TDV İslâm Ansiklopedisi, n.d.)

Sömürgeci, açık açık defaatle katil olduğunu, sömürgeleştirilen bölgelerde kafa kestiğini, kulak koleksiyonu yaptığını söylemiştir. (Bkz. Cezayir’in işgal edenlerden Montagnac) Bunun normalleştirilmesinin yolu, vicdanı rahatlatmanın yöntemi ise Césaire’ye göre sömürgecinin, sömürgeleştirilen yerliyi insan olarak görmemesinde geçer. Yerli, amiyane tabirle hayvana dönüştürülür.

Sömürgeci, işgal ettiği ve sömürdüğü ülkelere yol yapmakla, çeşitli altyapı sistemleri kurmakla övünür fakat bunları yaparken o halkların topraklarını zapt eder, kültürlerini, dinlerini ve gelecekleri adeta yıkar, yok eder. Onların potansiyellerini ellerinden alır, yerli nüfusun yüzyıllar boyunca kendine has olarak geliştirdiği doğal ekonomilerini dönüştürür. Bu anlayışa göre herkes kazanmaktadır. Yerli çeşitli hizmetlerle buluşmakta, emperyalistler ve şirketler gelirlerine gelir katmaktadır. Yukarıda aktarılan Negritude kavramı ile bu eleştirilir. Bütün halklar Césaire’ye göre eşittir. Her halkın gelişme çizgisi farklıdır bu sebeple alt-üst veya dejenere halk yoktur. Her halkın kültürü kendine hastır ve farklı aşamalardan geçip gelişecektir.

Césaire’ye göre, Avrupalı bölgelerine girmeden önce sömürgeleştirilen toplumların her biri demokratik, kardeşçe dayanışma usulüne göre yaşayan yardımsever toplumlardı fakat emperyalizm bu yapıların her birini dağıttı. Bugün ise bu milletler hala sömürgeci efendilerinden (?) yol, köprü ve liman isteyerek ilerici kimliklerini ifade etmekte, bunun karşısında duran emperyalizm gericiliğini tekraren göstermektedir.

O, bir milletin çürümeye başlayan ilk yerini kalbi olarak ifade eder, Avrupalı emperyalist burjuvaziyi şiddetle eleştirir fakat yapmak istediği şeyin ölüyü diriltmek olmadığını ifade eder. Yapılması gereken, adeta yakılan toplumların geride bıraktığı küllerden yeni toplumlar kurmaktır.

Avrupalı, medeniyetin yalnızca beyaz Avrupalı tarafından kurulabileceğini iddia eder. Sarı ve siyah ırklar bu konuda başarılı olamaz çünkü barbardırlar. Günümüzde hala bu görüş geçerliliğini korumaktadır. Bunun en büyük kanıtını ise Batılı tarihçilerin tarih yazım yöntemlerinde ve eserlerinde görürüz. Batı dışını hakir görürler, Doğu’nun Batı’ya kazandırdıkları konusunda körlerdir. Bunun bir diğer ayağını ise orta kuşak olarak da adlandırabileceğimiz ülkelerin hava durumu ve coğrafi koşulları sebebi ile tembelliğe mahkûm oldukları ve bu sebeple gelişemeyecekleri görüşü oluşturur. Bu görüşün sahiplerinin orta kuşak ülkelerin geliştiği örnekleri pek tabii görmezler çünkü Bantu, Aztek ve Maya medeniyetlerinin üzerinden ataları tarafından adeta dozerlerle geçmiş, onları yağmalamış ve yok etmiştir.

Burjuvazi, kendi düzenini bu yağma ve yıkım üzerine inşa etmiştir. Zenginliğinin temelinde kan ve gözyaşı vardır. Burjuva, kendini yalnızlaştırmıştır. Afrika ve Güney Amerika halklarını ve medeniyetlerini yok etmiş, Ortadoğu ve Çin halklarını da tıpkı diğerleri gibi şiddetle sömürmüştür. Bu noktada göremediği ise bu yolda kendini yalnızlaştırması, farklılığı yok etmesidir. Sonunu da bu getirecektir.

Césaire’ye göre buradan çıkış, insanlığın ve hatta Avrupa’nın kurtuluşu tam olarak devrimin konusudur. Sınıfsız toplum, vahşi burjuvazi ve kapitalizmin alternatifi bir proletarya devrimi kurtuluş için insanlığın önündeki tek seçenektir

Çıkarım

Frantz Fanon, Edward Said ve Spivak gibi post-kolonyal literatürün gövdesini oluşturan isimlere ilham olmuş Aimé Césaire’den şüphesiz öğrenilecek, teoriyi temellendirecek çok fazla nokta bulunabilir, fakat bunları yaparken ondan sıyırmamız gereken de birtakım şeyler mevcuttur. Césaire, bu yazıya konu olan denemesinin sonlarında Avrupa medeniyetinin farklılığı yok ettiğine vurgu yapıyor. Burada, devrimle beraber yeniden kurulacak düzen için Avrupa’nın bir katkı yapamayacağını, ondan alınacak bir şey olmadığını kastederken Avrupalı proleterleri de elinin dışıyla itiyor. Bu nokta düzeltilmeli Proleter Devrim’e kesin suretle Avrupa halkları da dahil edilmelidir çünkü Batı burjuvazinin sömürüsüne yalnızca Avrupa dışı halklar değil Avrupa proletaryası da maruz kalmaktadır.

Maurice Thorez’e yazdığı mektubunda, Siyahilerin Marksizm ve Komünizm için değil, Marksizm ve Komünizmin onlar için var olması gerektiğini açıkça ifade ediyor. Türetilen “Negritude” kavramı ise burada bir sıkıntı doğuruyor. Césaire’nin türettiği bu kavramdan hareketle Siyahilerin üstün ırk olduğuna varan yanlış anlaşılmalar doğabilir. Bunun önüne geçilmelidir.

Césaire, literatürün belki de gövdesini oluşturması gereken isim ve öncülken değeri bilinmemektedir. Komünist Parti liderliği yapmış bir komünisttir fakat Maurice Thorez’e olan mektubu sebebiyle komünist olmadığına dair çıkarımların yapıldığı da zaman zaman olmuştur, fakat Césaire, derdi dünyayı anlamak ve onu dönüştürmek olan bir devrimcidir. Böyle bilinmesi ve üzerinde durulması gerekir.

Emperyalizm ve sömürgeciliğe maruz kalmamış eski halkların aslında birbirlerinden bihaber olmadıkları, bağlantıda ve dayanışma içerisinde olduklarını aktarması ise oluşturulması gereken yeni düzen için bir işaret ve ışık sağlamaktadır. Dünya halkları, 60 yıl önce denendiği gibi emperyalist bir bloğa bağlanmadan bir arada dayanışma içerisinde olacakları bir platform kurma zorunluluğundadırlar. Geçmiş ve gelecek bunu zorunlu kılmaktadır.

KAYNAKÇA

Césaire, A. (2007). Barbar Batı Sömürgecilik Üzerine Söylev (1st ed.). Salyangoz Yayınları.

ORYANTALİZM – TDV İslâm Ansiklopedisi. (n.d.). Retrieved December 15, 2022, from https://islamansiklopedisi.org.tr/oryantalizm

Said, E. W. (2010). Şarkiyatçılık : Batı’nın Şark anlayışları. Metis Yayınları.

Yorum bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir