BUĞDAY, TMO, TSELİNA, CARGİLL VE BEYAZ EKMEK ÜSTÜNE KARA DÜZENLER

ANADOLU BUĞDAYIN ANA YURDUDUR

Neden buğdayı yazma gereği duydum? Buğdayın önemi ne, işlevi ne, neden bu denli konuşulup tartışılmakta ülkemizde?

Çünkü Anadolu buğdayın ana yurdu. 12 bin yıl önce Anadolu’da ıslah edildi buğday, ekildi ve buradan dünyaya yayıldı. Anadolu’nun neresinden? Göbeklitepe’den:

“Göbeklitepe Mısır piramitlerinden 7 bin 500 yıl önce yapıldı. Yerleşik hayata geçişlerin ilk izleri için büyük bulgular barındırıyor. Çünkü yerleşik hayatı simgeleyen ve tarıma işaret eden buğdayın ilk izleri Göbeklitepe’de bulundu. Bölgede yapılan araştırmalar ve elde edilen bulgular doğrultusunda önemli kültür bitkisi olan ve yüzlerce genetik varyasyonu bulunan buğdayın atasının ilk olarak Göbeklitepe eteklerinde yetiştiği ve Türk mutfağının 12.000 yıllık deneyimi ile buğday ve buğday ununu kullandığı ortaya çıktı.”[1]

Ve 7 bin yıllık tohumlar bulunuyor Anadolu’da umut oluyor. İşte TRT’den bir haber: “Kazı çalışmasında bulunan küpten 7 bin yıllık ata tohumu çıktı: Kayseri Kültepe ilçesinde arkeolojik kazılarda çıkarılan küpte bulunan 7 bin yıllık Siyez[2] buğdayı tohumunun üretimi Diyarbakır’da da başladı. Çiftçilerin büyük verim elde ettiği Siyez buğdayının, Türkiye’nin buğday sorununu kapatacağını ve ihraç da edilebileceğini söyledi.

Büyük verim elde edilen hakiki Anadolu buğdayı ‘Siyez’ Diyarbakırlı çiftçilerinde ilgi odağı oldu. Diyarbakır’ın Sur ilçesi Mermer Mahallesi’nde ekimini yaparak bölgede ilki başlatan Özkan Yıldırım, diğer buğdaylara göre maliyeti ve bakımı daha az olduğunu ve elde edilen başaklarda 3 kata kadar daha fazla verim verdiğini kaydetti. Özkan Yıldırım maliyetin diğer buğdaylara göre az, verimin ise yüksek olduğunu söyledi.”[3]

Buğday konusunda Anadolu insanı ve Yörüklerin ilginç deneyimleri olmuştur. Bunlardan birini ülkemizdeki tüm Yörük obalarını dolaşıp televizyonlar için belgesel çekimler yapan ve kitaplar yazan Fethiyeli bir Yörük çocuğuolan Ramazan Kıvrak, “Yörük Obalarımız” adlı kitabında yazar:

“Çalılar Köyü’nde, eski caminin yanındaki köy meydanında bulunan telefon direğinin üzerinde leylek yuvası var. Leylekler yavrularına yem taşıyor. Buradaki leyleklerin geçmişini deşecek olursak, kırk yıl önce leylek gelir yuva yapar, önce caminin üzerine, sonra komşu eve, en son olarak da telefon direğinin üstüne. Kırk yıldan beri nisanın ne on üçünde ne on beşinde, ille de on dördünde ikindi üzeri muntazaman gelir leylekler. Hava karlı da olsa, fırtınalı da olsa, soğuk da olsa, sıcak da olsa bu geliş saati asla değişmez. Güngörmüş büyüklerin edindiği tecrübeye, uğrasaya göre eğer leylekler isli yani kirli ise buğday bol olur, eğer beyaz apak ise süt bol olur.”[4]

TARIMIN LOKOMOTİFİ, PARA SİSTEMİNE BAZ OLACAK BUĞDAY VE TMO

Tarımın lokomotifi dünyada ve Türkiye’de buğdaydır. TZOB Genel Başkanı Şemsi Bayraktar’a göre Anadolu’nun en önemli ürünü buğdaydır. Ve Türkiye, ekim alanları sürekli daralsa da (9,8 milyon hektardan 7,7 milyon hektarın altına indi), yine de Hollanda’nın iki katına[5] yakın alanda buğday üretmekte.

Üretmekte ama son yıllarda kendimize yetecek bir üretimimiz yok ve Çin, Hindistan, ABD, Rusya, Kanada, Fransa, Ukrayna, Almanya, Pakistan, Avustralya’dan sonra dünya sıralamasında 11. Sırada geliyor ülkemiz. Bu birdenbire olmadı; 1995 yılında Gümrük Birliği anlaşması imzalayan Çiller Hükümeti (DYP-SHP) buğdayda riskli yükümlülükler altına girmişti. Dostum ve bir dönem de Bakanım olan ve dönemin ABD Ankara Büyükelçisi Robert Pearson’dan “Nasıl kendi tohum çalışmanızı yaparsınız? ABD’den buğday neden almıyorsunuz?” gibi tehdit anıştıran mektuplar alan Prof. Dr. Hüsnü Yusuf Gökalp bunu08 Aralık 2001 tarihli TBMM konuşmasında şöyle aktarıyordu:

Tarım ve KöyişleriBakanı Hüsnü Yusuf Gökalp (Devamla) – Bakınız, 1995 yılında imzalanan gümrük birliği anlaşmasında buğday için alınan ve atılan imzaları söylüyorum: 1995 yılında Türkiye’nin ihraç edeceği buğday 2 124 000 tondur, 1997 yılı için 1 762 000 tondur, 2000 yılı için 1 218 000 tondur, 2002 yılı için yalnız ve yalnız 856 000 tondur, 2003 yılı için 675 000 tondur, 2004 yılı için ise 493 000 tondur. Yani, 1995 yılında 2 124 000 ton buğday ihraç etme hakkı olan bir ülkeyi 2004 yılı içinde 493 000 tona indiriyoruz. Bunun manası şudur: Yani, artık, buğday üretilmesin; çünkü, Türkiye’nin, çok şükür, üretim fazlası vardır. Peki, buğday ihraç edemezseniz ne yapacaksınız?

Aslan Polat (Erzurum) – Zaten ithal ediyorsunuz…

Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp(Devamla) – İşte, atılan imza budur değerli arkadaşlarım. Lütfen… Şu rakamları alalım önümüze, gelin bunlara bilimsel olarak bakalım. İşte, Türkiye’de, bugün, niçin buğdayda, buğday üretiminde sıkıntı var… İşte, 1995 yılında atılan imza… O zaman Başbakan kimdi; Tarım Bakanı kimdi? Rakamı tekrar size söylüyorum; 493 812 tondan daha fazla buğday satamazsınız. Bu buğdayın karşılığında un satamazsınız, makarna satamazsınız, Türk tarımına vurulan darbe 80’den itibaren başlamıştır, 1995’te de yapılan gümrük anlaşmasının karşılığı bu!..”

O günden sonra buğday üretimimiz geriledi, durakladı, net ihracatçı ülke olmaktan çıktık, hatta ithalatçı olduk. Ne ki, tüm bu olumsuzların bir teselli kaynağı da var. Ülkemiz dünyanın en büyük un üreticisi ve ihracatçısı.20 çeşit un üretmekte ülkemiz. Teknolojik alanda da başarılıyız. Modern değirmenlerin her türlü teknik aksamı ve elektronik sistemlerinde de dünyada bir numarayız.

2020 yılında 7,5 milyon ton buğday, un ve çeşitli ürünlere dönüştürülerek ihraç edildi. Un, bulgur ihracatındaki bu dünya birinciliği yanında, makarna ihracatında İtalya’nın ardından ikinci, kek, pasta ve bisküvi ihracatında ise onuncu sıradadır ülkemiz. Bu undan mamul ürün ihracatlarını, yaptığımız kaliteli buğday ithalatını un haline getirerek, yani “dahilde işleme rejimi” ile yapıyoruz. Ve Tarım Bakanı Vahit Kilerci’nin verdiği rakamlara göre 2021 yılında bu bağlamdaki ihracat-ithalat farkı, lehte olarak 780 milyon dolardır.

Buğday, şubat ayından bu yana süren Rusya-Ukrayna savaşı yüzünden de dünyanın gündeminde. Çünkü bu iki ülke dünyanın en büyük buğday ihracatçısı ülkeler. Ve son günlerde, yapılacak özel anlaşmalarla Ukrayna buğdayının Türkiye’nin de katılacağı güvenlik önlemleriyle Ukrayna limanlarından ihracı gündemde.

Ama bunlar kesin çözümler değil, kesin çözümü biz yazmıştık 25 Şubat 2022’de:

“Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle, dünyada buğday fiyatları yükselmeye başlamış, çünkü bu iki ülke dünyanın büyük buğday üreticilerinden ve biz de onlardan ithalat yapıyoruz. Buğday fiyatlarının yükselişi ne doğalgaza benzer ne altına ne de petrole. Ekmek olmazsa, diğerlerinin varlığı çok bir şey ifade etmez. Önemsenmeli ve önlem alınmalı. Bu hükümette azıcık ufuk ve öngörü olsa, şunu yapar: Şimdilerde ekim mevsim ve koşullarının uygunluğunu dikkate alarak, çıkar, köylüye çağrı yapar ve der ki: ‘Gelin, bedeli hasat sonunda ödenmek üzere tohumluk buğday vereyim, ekin. Ürettiğiniz tüm buğdaya dünya fiyatına eş fiyat verecektir Toprak Mahsulleri Ofisi ve hepsini alacaktır.’”[6]

Duyan olmadı, uyan olmadı. Ama biz buğday konuşmaya devam edeceğiz. Attila İlhan’ın o şiirindeki gibi… “Mustafa Kemal’in Sofrası”şiirindeki o dizeleri bir kez daha anımsayalım:

“Hadi gel sahaflar çarşısına uğra da gel / Unutma bir tutam ışık getir sofraya / Bir avuç Fikret getir, bir yürek dolusu Mustafa Kemal / Kalpakları tozlu paşaların çığlıklı gözlerinden / Bir tutam Kuvay-ı Milliye mavisi / Bir avuç umut getir dedik ya / En iyisi / Sofraya buyrun sofraya / Buğday konuşacağız.”

Buğdaydan çok konuşulurdu evet, Atatürk’ün sofrasında, konuşanlardan biri de “Limancı Hamdi” olarak anılan Ahmet Hamdi Başar’dı. Peki kimdi Limancı Hamdi ve buğday bağlamında neleri önermişti, bir bakalım: Ahmet Hamdi Başar, 1897 İstanbul doğumlu. Vefa İdadisi ve Darülfünun Riyaziye Şubesi’ne devam etti, daha sonra Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü’nü bitirdi. Arkadaşlarıyla İstanbul’da Timsal-i Maarif adında bir okul kurdu, çeşitli okullarda öğretmenlik yaptı. Ticaret-i Umumiye adlı bir dergi çıkardı. Kurtuluş Savaşı sırasında M.M Grubu içinde çalıştı. Ve Mütareke döneminde Türkiye İktisat Dergisi’ni çıkardı. Başar, daha sonra Milli Türk Ticaret Birliği’nin kuruluşuna öncülük etti ve Ankara ile de bu konuda oydaş kaldı.

Ahmet Hamdi Başar 1923 Şubatı’nda İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’ne de katkıları oldu.

Bunların yanı sıra, 1920’lerin ortalarından 1930’ların ortalarına kadar bürokrat olarak çeşitli iktisadi kuruluşlarda görev yaptı. Bu bağlamda ilk görevi, 1924-1925 yıllarında Anadolu-Bağdat Demiryolları İşletmesi yönetim kurulu üyeliğidir.

İstanbul’da liman işletmeleri Cumhuriyet dönemine dek yabancı şirketler tarafından yürütülmekteydi. 1925’te Türkiye İş Bankası, Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası’nın da katılımıyla İstanbul Liman İşleri İnhisarı T.A.Ş kuruldu. Bu şirketin genel müdürlüğünü 1934 yılına dek Ahmet Hamdi Bey yaptığı için adı “Limancı Hamdi”ye çıkmıştı.

Ve 1929 dünya ekonomik bunalımı çıktığında o da bu konuya kafa yormaya başladı. “Ahmet Hamdi, Türkiye’yi geri bir tarım ülkesi olarak niteler. Liberal ekonominin artık işlemediğini ve bu liberal sisteme karşı olduğunu belirten Ahmet Hamdi, Türkiye’nin krizden çıkması için iktisadi devletçiliği savunur. Sanayii himayeye karşı çıkan Ahmet Hamdi, 1930’larda çıkan krizi buna bağlar. Krize çözüm olarak ise buğdayı himaye eden bir sistem ve bunun aktörü olarak ‘buğday organizasyonu’nu önerir. Bu organizasyon için iki yeni örgütün yani ‘Buğday Yetiştiriciler Birliği’ ve ‘Türkiye Değirmenciler Birliği’nin kurulmasını önerir.

Altın sisteminin artık işlemediğini belirten Ahmet Hamdi, para miktarını üretim hacminin belirlediğini ve temel üretim maddesi olan buğdayın ürün karşılıklı para sistemi içinde baz olarak kabul edilebileceğini ileri sürer.”[7]

Evet buğday, Anadolu için, para sistemine baz olacak kadar yaşamsaldır öteden beri. Çocukluğumdan bildiklerim vardır bu yaşamsallık bağlamında. Ana ve baba tarafımdan dedelerim buğday tarımı ile uğraşırlardı Bayburt Demirözü’nde. Buğdayın harman edilip, savrulup, danelerin yığın haline getirilmesi bir bayramdı. O yığına “tec” denirdi. Sonra o tecin bir kısmı çuvallara doldurulur, Bayburt’a yollanırdı satılmak üzere, kalanın bir bölümü değirmene götürülürdü un ve gendime[8] olmak üzere ve kalanı bulgur kazanlarına atılırdı. Kaynardı kazanlar, biz çocuklar da hedik yemeye başlardık. Sonra o hedikler yerlere serilir kurumaya terk edilirdi. Evlere depolanan unlardan haftada bir ekmek pişerdi tandırlarda. Tandır başında taze lavaş ve gugul’un (içsiz çörek) içine yağ sürüp yemek ayrı bir zevk ve doyumdu bizler için.

“Ağacın kökü toprak, insanın kökü ekmek” derler Anadolu’da.

Sonraki yıllarda bu zevki Ziraat Bankası müdürü olan babamın görev yaptığı yerlerde yaşadım, çok gem (düven) sürdüm, öküzlere çok “Ho!” dedim, harmana düşmesin diye öküzün dışkısını o iş için kullanılan kaba alıp çok döktüm. Patozlardan çok “harman savurdum.” Bu nedenle bir şiir kitabımın adı “Saman O Yana Buğday Bu Yana”dır. Ve o kitaba adını veren şiir… Onu da yazmam gerekir ki meramım ve konumum daha iyi anlaşıla:

“Toza belemişler sarı harmanlarda

İkindi güneşini.

Savururlar iki rızık

Saman o yana, buğday bu yana.

Büyüdü de küçüldü ikindi gölgeleri

son ayranlar da çekildi

cennetlik gövdelere.

Ne var ki o yığında

bereket… ha bereket…

Patozdan yükselen toz

Saman o yana, buğday bu yana.

Güngörmüşler

Sıkıştırır dururlar:

-Yarın yayla inecek!

-Son güz eşikte!

-Sıra yok Eyüb’ün değirmeninde

Yeni yetmelerse düğün derdinde.

Patoz bir kararda oynar sabırla

Bitecek sabır!

Sabır bitecek.

Sabır… Ya sabır!

Bereket!.. Ha bereket!

Bilinmez hangi vakte dek

İki rızık! İki rızık!

Diyerek

Saman o yana, buğday bu yana.”

Ve gün oldu, buğday ve afyon deyince akla ilk gelen kuruluş olan, Türkiye’nin en büyük KİT’i Toprak Mahsulleri Ofisi’ne yönetim kurulu üyesi oldum. 2000-2001 yılları arasında yaklaşık 1 yıl o kuruluşun kararlarının altına imza attım, yönetimine yön verdim eleştirilerim ve önerilerimle. Ülkemizde pek çok kimsenin bilmediği Afyonkarahisar Bolvadin Alkaloid Fabrikası’nı gezdim gördüm, onun ürettiği ve çoğu ihraç edilen baz morfin ve diğer afyon esaslı ürünler hakkındaki kararlarına da imza attım.

Toprak Mahsulleri Ofisi, KİT düşmanı, özelleştirmeci AKP Hükümetinin bile gözden çıkaramadığı bir kuruluş. Ve AKP’ye rağmen kâr eden bir kuruluş, 2021 yılı net kârı: 102060333, 91 TL’dir.[9]

AKP, son 20 yılda TMO’ya yeni ek görevler yükledi.

Aşağıya alıyorum tarihsel sürecini TMO’nun. Önemli çünkü:

“TMO; 13/7/1938 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan, 24/6/1938 tarihli ve 3491 sayılı Kanunla kurulmuştur. Bu Kanunla TMO’ya buğday fiyatlarının üreticiler bakımından normalin altına düşmesinin ve tüketici halk aleyhine yükselmesinin engellenmesi, buğday piyasasının korunması ve düzenlenmesi, gerektiğinde buğday ithalatı ve ihracatı yapılması, dünya buğday üretimi ve hareketlerinin takip edilmesi, gerekli görülecek yerlerde un ve ekmek fabrikaları kurulması, uyuşturucu maddelerle ilgili devlet tekelinin yürütülmesi ve benzeri görevler verilmiştir.

TMO’ya 27 Ekim 1939 tarihinde arpa ve yulaf, 28 Kasım 1940 tarihinde çavdar, 25 Nisan 1941 tarihinde mısır, 13 Ağustos 1941 tarihinde kuru fasulye ve pirinç alım görevleri verilmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nın hüküm sürdüğü yıllarda ve sonrasında TMO; benzin, otomobil lastiği, et kavurması, margarin, kahve, nohut, akdarı, fasulye, mercimek, bakla, börülce, susam, yağlı tohum, kasaplık hayvan, balık ve bunların mamulleri ile yonca tohumu alımıyla görevlendirilmiştir.

2006- 2009 arasında kabuklu fındık alımı ile görevlendirilen TMO, 2017 yılı Nisan ayı itibarıyla kabuklu fındık alımıyla yeniden görevlendirilmiştir.

TMO, tarihinde ilk defa 2017 yılında çekirdeksiz kuru üzüm, 2019 yılında kuru incir, 2020 yılında kuru kayısı alımıyla görevlendirilmiştir.

Tarım ürünleri piyasasını sürekli izlemekte olan TMO’ya, ihtiyaç duyulduğunda yeni görevler verilebilmektedir. Örneğin, 2021 yılında üreticinin piyasaya arz edemediği kuru soğan ve yemeklik patateslerin alımı gerçekleştirilerek ihtiyaç sahiplerine ücretsiz dağıtımı sağlanmıştır.

TMO, Bolvadin’de kurulu Afyon Alkaloidleri Fabrikası İşletme Müdürlüğünde üretilen morfin ve türevlerini yurt içine ve yurt dışına satmak suretiyle devletin uyuşturucu madde tekelini de yürütmektedir.

Kuruluşundan bugüne ülkemizin her bölgesinde limanlar ve yoğun üretim alanları dikkate alınarak çeşitli cins ve tonajlarda depolar yaptıran TMO, günümüzde yaklaşık 500 bin tonu limanlarda olmak üzere toplam 4 milyon ton depolama kapasitesine sahiptir.

TMO’nun 2016 yılından itibaren lisanslı depolara teslim edilen ürünler için alım garantisi vermesi ve kira garantili depo yapım projesini başlatması lisanslı depo yatırımlarına hız kazandırmıştır. Bu kapsamda 2016 yılında 805 bin ton olan lisanslı depo kapasitesi dokuz kat artarak 8,3 milyon ton seviyesine ulaşmıştır.

TMO, lisanslı depolara teslim edilen ürünleri temsil eden Elektronik Ürün Senetlerinin (ELÜS) alımını gerçekleştirmek suretiyle sistemin aktif şekilde uygulanmasına önemli katkı sağlamaktadır.

Tarladan sofraya devam eden süreçte 84 milyon vatandaşımızla etkileşim içinde bulunan; uzun yıllara dayanan tecrübesi, altyapı imkânları ve yetişmiş insan gücü ile tarım sektöründe faaliyet gösteren TMO, ülkemizin büyük ölçekli kuruluşlarından biridir.”

Birçok görev ve işlev yüklenmesine karşın TMO’nun asıl işi buğdaydır. Buğday piyasasını regüle etmektir. Çoğu TMO silolarına yılda 1 romörk buğday getirebilen küçük çiftçiyi tüccara ezdirmemek, tüccarın elinde oyuncak etmemek, parasını zamanında ödemektir. Övünmek gibi olmasın da benim görev yaptığım dönemde bizler (ben ve arkadaşlarım) yukarıda saydığım bütün iş ve işlemleri yaptık. Piyasayı regüle ettik, çiftçinin buğdayını zamanında aldık ve parasını peşin ödedik. Alım kampanyası döneminde fiyat değişikliği yapmadığımız için tüccar da piyasaya girdi, o da kendi ihtiyacını güvenle karşıladı, bizim peşin ödememizle rekabet edebilmek için o da peşin ödeme yaptı.

TMO, muazzam silolarıyla stoklama yapar, ihtiyaç olan yerlere verir, fazlalık olduğunda ihraç eder, gerektiğinde ithalat yapar. Ve kara günler, zor günler için hayati stok tutar elinde. Eskiden hükümetler birbirine devrettikleri buğday stokları ile övünürlerdi.

Ve 2001 krizi çıktığında da ben görevdeydim. TMO o zaman krizden etkilenen un fabrikalarına uzun vadeli veresiye buğday vererek onları ve dolayısıyla fırıncıları da ayakta tutarak halkın ekmeği ile oynanmasına engel olmuştu.

Ve bir önemli ve özel bilgi: Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde buğday sıkıntısı olan ve birbiriyle savaşan iki ülkeye Azerbaycan ve Ermenistan’a da buğday yollamıştı TMO. Ben görev yaptığım dönemde TBMM KİT Komisyonunda bu konuda çok eleştiriler yapıldı, neden bunların parasının alınmadığı söylendi, ama konu Dışişleri Bakanlığı’nı ilgilendiriyordu, onlarınsa kılı kıpırdamıyordu. Benden sonra ne oldu bilmem ama, bu alacağın tahsil edilebildiğini hiç sanmıyorum.

Evet toparlarsam, buğday konusunda “devletçi” davranmak gerek ve TMO’nun da üstüne titremek gerek. Hükümetler buğday konusunu iyi kavramalı, buğday tarımına yeterli desteği vermeli ve buğday alım fiyatlarında çiftçiyi özendirici olmalı. Ne yazık ki 2022 yılı buğday alım fiyatları çiftçi lehine değildir. Bir bakalım bu alım fiyatlarıyla ilgili habere:

2022 ürünü ekmeklik buğday ve arpa alım fiyatını 5 Haziran’da açıkladı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Toprak Mahsulleri Ofisi’nin (TMO) 2022 ürünü ekmeklik kırmızı sert buğdayın tonunu 6 bin 50 liradan alacağını söyledi. Erdoğan, çiftçi kayıt sistemine kayıtlı olan ve buğdayını TMO’ya satan çiftçilere ayrıca ton başına 1000 lira alım primi ödeneceğini belirtti.

Böylece ürettiği buğdayı TMO’ya satacak çiftçi ton başına toplamda 7 bin 50 lira, arpada ise 6 bin lira almış olacak.”

Bu alım fiyatı küçük çiftçiyi tatmin etmeyecekti.  Çünkü onlar, ekimi sürecinde gübreyi, tohumu, ilacı ilgili bayilerden borçlanarak almışlardı, o borçlarını ancak kapatabilecekti bu alım fiyatı.

Hükümet ve TMO da bu durumu gördü ki 25 gün sonra yani 30 Haziran’da buğdayın ton başı alım fiyatına 400 TL daha ekledi, yani 6450 TL oldu. 1000 TL Pirimle birlikte 7450 lira olacak. Ve 30 Haziran öncesi TMO’ya buğday verenler de bu haktan yararlanacak.

Peki enflasyonun yerinde durmadığı bir ortamda, bu alım fiyatı yeterli olabilecek midir?

Sayılara dökelim bu dediklerimizi: Ülkemizde dönüm başına ortalama 600 kg buğday elde edilebilmektedir. 50 dönümlük alana buğday eken bir küçük çiftçinin elde edeceği buğday miktarı 600×50= 30.000 kg, yani 30 tondur. Ve elde edeceği gelir (saman hariç) 30×7450=223.500 TL’dir. Tohum, gübre, ilaç, sulama bedeli, biçerdöver bedeli ve nakliye bedelleri dikkate alındığında 1 kg buğdayın maliyet bedelini uzmanlar 7,76 TL olarak hesaplamaktadırlar. O zaman çiftçinin ekim maliyeti 30×7760=232.800 olmaktadır. Oluşan 232.800-223.500=9300TL zarardır.Bu zarar saman bedeli ve devlet destekleriyle sıfırlanabilir mi? Sıfırlanırsa çiftçiye ne kalır? Devlet destekleri çok çeşitli, şimdi bunların tek kaleme indirgenmesi konuşuluyor. Bizce de doğru olur, biz de o zaman sayısal olarak doğru kavramada bulunabiliriz. Samana gelince; onu hesaplayabiliriz. 1 dönüm buğday tarımından 10 saman balyası elde edilmektedir ortalama olarak. 50 dönümde bu, 500 balya eder (10×50). 1 balyanın ortalama satış fiyatı 20 TL’dir, o zaman 50 dönümden elde edilecek toplam saman geliri de 20×500=10.000 lira olur. Böylece örneğimizdeki çiftçi 10000-9300= 700 TL artı bakiyeye geçer. Devlet destekleri hakkında da kestirimde bulunalım ve bir örnek olarak doğrudan gelir desteğini verelim, 2022 yılında buğdayda doğrudan gelir desteği dekara yani dönüme 116 TL’dir. Örneğimizde 50 dönüm buğday eken çiftçi DGS olarak 116×50= 5800 lira alacaktır. 5800+700=6500 TL. Bir yıl bununla geçin, ay başına 542 TL, Anadolu gülmecesiyle “Bozdur bozdur harca!”

İşte bu acı gerçeklerden dolayı, bir daha boşa uğraşmamak için, çiftçiler üretimden çekiliyorlar.

Ve belki dahasını da yapıyorlar, tarlalarını ateşe veriyorlar. Yeniçağ Gazetesi yazarı dostum Arslan Bulut, 7.7.2022 tarihli yazısında son günlerde çıkan tarla yangınlarını listeliyor ve nedenleri üzerinde kestirimlerde bulunuyordu.

BU ALIM FİYATLARI UN VE EKMEK FİYATLARINI DA KAÇINILMAZ OLARAK YÜKSELTECEKTİR.

Neden yükseltecektir, rakamsal olarak açıklayalım. Serbest pazar şartlarında randıman oranı %70-73’dür. Bu durumda 50 kg un, 50/0,73= 68 kg buğdaydan elde edilebilmektedir. 68 kg buğdayın alım tutarı (fabrikaya maliyeti) nakliye hariç 68×7,45 (kg tutarı 7450/1000) =506,60 TL’dir, buna nakliye, işçilik ve genel imalat giderlerini de katarsanız bir çuval un 550 liradan aşağı olamayacaktır.

Peki fırıncı aldı 550 liraya unu. Un, ekmek maliyetinin %26’sı dolayındadır. Kalan %74 işçilik, elektrik, su, maya, akaryakıt, amortisman, C vitamini vs.dir, öyleyse toplam maliyet 550/0,26= 2115,39TL’dir.50 kg’lık undan ortalama 65 kg ekmek çıkar. Bir ekmeği 250 gram olarak kabul edersek, bir çuval undan 65.000/250=260 adet ekmek üretilmiş olur. Ve bir ekmeğin fırıncıya maliyeti böylece 2.115,39/260=8,14TLolur. Buna %15 de fırıncı kârı ekleyiniz, 8,14×0,15=1,22 ve işte size bir ekmeğin satış fiyatı: 8,14+1,22=9,36TL’dir. Yuvarlak hesap 9 lira.

Eğer sübvanse edilmezse yoksul kesim 9liraya[10] bu ekmeği alıp yiyemez.

Peki ekmek ne zaman 9 TL olur, büyük olasılıkla Ekim ayı ortalarından başlayarak un fiyatları yeni buğday stoklarının üretime girmesiyle fırlar, un fiyatları da fırıncıları zorlar, böylece ekmeğe yeni satış fiyatı kaçınılmaz olur.

ÜRETİM VERİLERİ NE KADAR GERÇEKÇİ?

Ona da bakalım:

“Buğday hasadı başladı. Üreticilerden gelen haberler çok umut verici değil. Gübre kullanımının azalması, kuraklık ve benzeri faktörler nedeniyle üretimin, verimin düşük olmasından yakınıyorlar.

Ulusal Hububat Konseyi, Mart 2022 sonu itibariyle buğday üretiminin 20 milyon 500 bin ton olacağını açıkladı. Nisan sonunda yaptığı tahmin de Nisan’da bütün Türkiye’de yağışın hemen hemen hiç olmadığı bu nedenle üretimin azalacağı, kuraklığın etkili olabileceği belirtilerek üretim tahmini 20 milyon ton olarak revize edildi.

Türkiye İstatistik Kurumu ise, 2022 Bitkisel Üretim ilk tahmininde buğday üretimini 19 milyon 500 bin ton olarak açıkladı. Hatırlarsanız geçen sene de ilk tahminde 19 milyon 500 bin ton olarak açıklanmış ancak daha sonra bu 17,6 milyon ton olarak revize edilmişti. Muhtemelen bu yıl da aşağı yönlü bir revize olacak.

Amerika Tarım Bakanlığı 2021’de Türkiye’nin buğday üretimini 16 milyon ton bu yıl ise 17 milyon ton olacağını duyurdu.

Bütün kaynaklar, veriler 2022 yılı buğday üretiminin son 30 yılın ortalama üretimi olan 20 milyon tonun altında gerçekleşeceğini gösteriyor. Üreticiler de görüşmelerimizde bu sene üretimin beklendiği gibi yüksek olmayacağını dile getiriyor.”[11]

TMO’NUN 2022 HUBUBAT ALIM VE FİYAT POLİTİKASI:

“TMO’nun 2022 yılı alım kampanyası ile ilgili genel bilgiler şöyledir:

– Buğday, arpa, çavdar, yulaf ve tritikale[12] ÇKS (Çiftçi Kayıt Sistemi) kaydı bulunan üreticiler cins ve kota sınırlaması olmadan bu ürünleri TMO’ya satabilecekler.

– TMO işyerleri veya lisanslı depolar üzerinden TMO’ya buğday ve arpa satan üreticilere ton başına Buğdayda 1.000 TL, Arpada ise 500 TL ilave hububat alım primi verilecektir. Üreticilerin bu uygulamadan yararlanmaları için ürünlerini 1 Eylül tarihine kadar TMO’ya satmaları gerekiyor.

– TMO işyerlerine satılan ürünün borsa tescil ücreti TMO tarafından karşılanacak.

– Boşaltma ücreti alınmayacak.

– Önceki yıllardan farklı olarak geçici alım merkezlerinde Hizmet Bedeli kesintisi (%1) yapılmayacak.

– Ayrıca üreticilere her yıl Tarım ve Orman Bakanlığınca verilen fark ödemesi, mazot, gübre ve sertifikalı tohumluk desteklerinden de faydalanacak.

– TMO, altyapısı uygun olan ticaret borsalarında hububat alımı yapacak. Ticaret borsası üzerinden alım yapan iş yerlerinde üreticiler, randevu almak suretiyle hem borsalar üzerinden hem de doğrudan iş yerlerine gelerek ürünlerini TMO’ya satabilecekler. Borsa üzerinden lisanslı depoya ürün teslim etmek isteyen üreticiler, randevuya gerek kalmadan ürününü teslim ederek ELÜS[13] yoluyla TMO’ya satabilecek.”

BUĞDAYDA KESİN ÇÖZÜM YÖRESEL OLARAK ORTAK MÜLKİYETE GEÇMEKTİR

3 ay önce çıkan “Rafine Sosyalizm”adlı kitabımdan[14] bir bölümü buraya alırsam ne demek istediğim daha açık ve net olarak anlaşılacak.

Cahit Kayra, “38 Kuşağı” adlı anı kitabında[15] anlatır. Bülent Ecevit’le resmi olmayan bir ziyaret yaparlar 70’li yıllarda Sovyetler Birliği’ne. Sovyet Başbakanı Kosigin ile de görüşürler. Söz tarıma gelir. Kosigin “Bölük pörçük topraklarla tarım olmaz, kaynak israfı ve kendini aldatmak olur” der.

Haksız mıdır? Toprak dağıtarak toprak reformu yapmakda çözüm olmuyor. Esas olan toprakta özel mülkiyeti kaldırarak Sovyet Kolhoz ve Sovhozları, Çin Komünleri ve İsrail Kibbutzları gibi işletmeciliğe geçmektir. Bunu ülkemizin tamamında elbette uygulayamayız. Ama artık üretimin neredeyse sıfırlandığı, verimliliğin dibe vurduğu bölgelerde tek kurtuluş çaresi olarak ortak mülkiyeti esas alan işletmeler gözükmektedir. Bu tür işletmeciliğin olduğu yerlerde, köylüye asgari ücret verilir, sosyal güvenliği devletçe sağlanır, üründen de %15-25 pay verilirse özendirici olur. Böylece üretim girdileri ağlama, sızlama konusu olmaktan çıkar, devletçe tek elden ve ucuz maliyetle, aracısız olarak karşılanır. Ürün planlaması yapılır ve küçük topraklar olmayacağı için verim artar. Ürünün satış ve pazarlaması de kooperatifler aracılığıyla olacağı için hem üreten hem de tüketen memnun kalır. Kitabımda bu bağlamda sayfalarca bilgi ve ayrıntı var, ama uzun yıllar SSCB’nin başında olan Leonid Brejnev’in yazdığı “Tseline Destanı” adlı kitaptan kitabıma aldığım bölümü sunmam konuya bakışları değiştirecek ve ilgiyi ve artıracak diye düşünmekteyim:  

“Brejnev, Tselina Destanı, Kazak Bozkırlarında uyandırılan topraklar ve yüzlerce yeni sovhoz:

Tselina’daki olağanüstü başarı pullara dek yansımıştı. Bu pulun üst tarafında “Boyun eğdirilmiş bakir toprakların görkemi” yazıyor…

‘Tselina kopmaz biçimde yaşamıma işledi. Her şey 1954 yılının fırtınalı bir günü Moskova’da başladı. Ocak ayının son fırtınalı günlerinin birinde, beni Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi’ne çağırmışlardı. Sorunla tanışıklığım vardı, Tselina adını ilk kez duymuyordum ve mesele; benim, Tselina’nın tarıma açılmasına başlamakla görevlendirilmemdi. Bu toprakları tarıma açma hareketine en yakın baharda Kazakistan’da başlanmalıydı. Bu işin zor olduğunu gizlemediler. Ama o anda bundan daha fazla sorumluluk isteyen bir başka parti görevi bulunmadığını da eklediler.’[16]

Evet, Kazakistan’da uçsuz bucaksız topraklar, adı Tselina. Tselina ‘Ham toprak’ demek, yani işlenmemiş, sürülmemiş, ekilmemiş… Neden? Çünkü kıraç, step, Anadolu deyimiyle ‘bozkır.’ Bozkırın verebildiği ürün, çarçabuk kuruyan çelimsiz otlardır yalnızca.

Brejnev işte buraya gidiyor 1954 yılında. Orası insanlık lehine nasıl yararlı ve verimli duruma sokulabilir, onun savaşımını verecek.

Yağmura bağımlı kıraç bozkırı süreceksin, ekeceksin. Sovyet yurttaşlarını Kazak bozkırlarındaki bu tarım ve uygarlık savaşımına katılmaya ikna edeceksin, çünkü oralarda kimse yaşamıyor. Sonra onları organize edeceksin, onlar barınsın diye, yerleşim yerleri kuracaksın altyapısı ile birlikte.

Bitti mi? Hayır. Tahıllar yetişecek, Âşık Veysel’in deyimiyle ‘bol gelecek dene ile samanı.’ Bol gelecek ya, Koca SSCB’nin ihtiyaç olan yerlerine, nasıl, neyle taşıyacaksın? Taşıma aksarsa nereye, nasıl depolayacaksın?

Kolları sıvıyor Brejnev, yılmıyor, soğukkanlılıkla çözümler buluyor ve sonunda İngiltere’den daha büyük bir toprak, tastamam 180.000 kilometrekare (İngiltere 130.000 kilometrekare) sürülüp ekilmeye başlanıyor.

Şöyle diyor işte tam burada Brejnev:

‘Rakamlar insanı hayretler içinde bırakıyor. Ama şunu bilmek gerekir ki; Tselina yalnızca sürülen yeni topraklar değil, aynı zamanda mesken, okul, hastane, çocuk bahçeleri, kreşler, kulüpler, yeni yollar, köprüler, havaalanları, hayvancılık çiftlikleri, silolar, ambarlar, fabrikalar, tek sözcükle halkın normal yaşantısı için gereken her şey, gelişmiş çağdaş tarım üretimi için her şeyin yapılması demektir.’[17]

Ve tabii ki, bütün bunlar bozkırda yeni ‘sovhoz’lar demektir. Tastamam 340 adet.

Sonunda bir mutluluk ve sevinç… Brejnev şöyle anlatıyor onu:

‘1954 yılında Tselina bölgesinde geçirdiğim ilk güzü hiçbir zaman unutamam. Kokçatev İli Ruzayevskiy Bölgesinde bir sovhozda, Akmolinka türü buğdayın bir demetini bana armağan ettiler. Bu demeti elimde tutarken içimden geçen duyguları anlatacak söz bulamıyorum. O an çok şey anımsadım. İlk planlarımızı ve amaçlarımızı, uykusuz geceleri, tartışmaları, trenleri, yolsuz steplerde karlı, rüzgârlı yerlerden geçen traktör kafilelerini, steplerde yaktığımız ilk ateşleri ve açtığımız ilk evlekleri. Ve işte gözlerimizin önünde gerçekleşen hayalimiz… Bir ucundan öbürüne kadar tüm step sarı buğday tarlaları.’[18]

Ve Kazakistan tarihinde ilk kez 1954’te o bozkır devlete 250 milyon pud (bir pud 16,3 kg), yani 4.075.000 ton tahıl veriyor.

Buğday ekmek demek öncelikle, Brejnev burada şunları söylüyor: ‘Kazakistan’da ekmek daima büyük değer taşır. Eskiden hocalar bile şöyle derlermiş: ‘Kur’an kutsal bir kitaptır, ama bir parça ekmeğe ulaşmak için onun üzerine basılabilir.’ Ve işte yöre, ekmeğe, kendi buğdayına kavuşuyordu. Tüm yaşam şekli değişiyor, insanlarda yeni bir ruh yapısı oluşuyor. Bütün bu olup bitenlerin yüceliği ve dramatizmi, gerçek sanatçıyı heyecanlandırmaz mı? Eğer bu destan, tarihe renkli biçimde mal olmazsa, bizi şimdi bile kimse anlayamaz, ileride de anlayamayacaktır.’

Ve sanatçıları, yazarları bu uyandırılan topraklara davet etmiş Brejnev, onların yapıtlarına bu destanın geçmesini sağlamış.

Brejnev’in sözleri ile bitirelim:

‘Uçsuz bucaksız steplerin üzerinden uçakla bir geçin… Altınızda yalnızca buğday tarlalarını değil, asfaltlanmış yolları, kasabaları, demiryollarını, elektrik nakil hatlarını, siloları, büyük fabrika ve kentleri görürsünüz. Vaktiyle varlık gösteremeyen bu bölgede yetişen güçlü Tselina buğdayı, bütün bunları yaratmıştır.

Bu topraklarda geçen Tselina Destanı, Sovyet insanlarının soylu manevi niteliklerini bir kez daha tüm dünyaya kanıtlamıştır. Bu destan, vatana özveriyle yapılan hizmetin simgesi, sosyalist çağın büyük olaylarından birisi olmuştur.’”[19]

BUĞDAY VE BEYAZ EKMEKTE KÜRESEL OYUNLAR

Yıl 1970, arkadaşım Ali Yavuz Akpınar, doktora çalışmaları için Sovyet Azerbaycanı’na gidiyor. Kars Akyaka Doğukapı’dan (eski adı Kızılçakçak) giriş yapacak. Memleketi Kars’ta, ailesi fırıncılık yapan bir arkadaşı özel pişmiş bir somunu getirip yolluk olarak veriyor. Ali Yavuz, bir küfür sallıyor, bavulda zaten yer yok, bir de bu somun… Ama kıramıyor arkadaşını somuna da bir yer açıyor.

Akyaka’dan Gümrü’ye geçiş. Gümrü’den trene binecek Yavuz, Ermenistan-Nahçıvan-Azerbaycan… Bakû’ye kadar gidecek. Uzun bir yolculuk.

Kompartımanda bir Rus kadın ve kızı var, Yavuz da Rusça bilmiyor, canı sıkılıyor. Gece olmuştur, tren de Nahçıvan’a doğru yol almaktadır. Tam o sırada, yandaki kompartımanların birinden garmon[20]ve Azeri türkü sesleri gelmeye başlar. Yavuz çıkar bulur o kompartımanı, tanışır onlarla. Sohbet koyulaşır. Ve akşam yemeği için herkes çıkınını açar. Yavuz da bavulunu açar, kuru pasta vardır, bir de o somun. Bir kolhozda şoför olan Hidayet adlı kişi somunu görünce şaşırır, eline alır, diğerlerine seslenir:

-Beh beh beh… Eye heç görmüsüz bunu?  Ağ çörekdi bu…[21]

Onların çörekleri (ekmek) kapkara ya da koyu sarıya çalan bir renktedir. Ve aslında çok lezzetlidir.[22] Hidayet, “Sen al gardaş bunları ye, neçe gün eyleşeceksen Bakı’da bilmirem ama bizim çörekler hep beledir. Biz de bu ağ çörekten yeyek, çox yahşıdır.”

Hidayet’in o “ağ çöreği”ne hayranlığını ben de yaşamışımdır. Bayburt Demirözü’nde dede evinde tandır ekmeği pişerdi Bayburt’un “kırik buğdayı”ndan, şimdilerde özlemini duyduğum o ekmeği, o zamanlar beğenmez, “Bayburt ekmeği” dediğim o apak somundan isterdim.

Değerli Dostum, Esenyurt’un Kurucu Belediye Başkanı Dr. Gürbüz Çapan, Çıldır’daki çocukluk yıllarını anlatırken “Kars’tan beyaz undan yapılmış fırın ekmeği geldiğinde, biz onu bizim tandır lavaşlarının arasına koyar dürüm edip yerdik, öyle kıymetliydi gözümüzde.” demişti.

Beyaz ekmeği sonraki yıllarda doktorlar bana yasakladılar şeker hastası olduğum için, yıllardır kepek, çavdar, tam buğday ekmeği yiyorum. Beyaz ekmeği sağlığıma düşman olarak bellemişim. Beyaz ekmekte hangi oyunların, küresel oyunların döndüğünü ise Erhan Ünal’ın “Ekmek Biterken” adlı kitabını okuyunca öğrendim:

“Pamuk gibi yumuşacık beyaz ekmeğin insanlara dayatılmasının en önemli nedeni, saf beyaz unun adeta ‘konserve’ olmasıdır. Modern un fabrikalarında öğütülen buğday tanesi, dış kabuğunun (kepek) yanı sıra, iç zarının içeriğindeki vitamin ve mineralleri de kaybeder. Yüksek oranda yağ içeren rüşeym de unun saklanma süresini artırabilmek için ayrılır. Geriye sadece nişasta ve az miktarda protein kalır. Bu yüzden, saf beyaz unun raf ömrü daha uzundur ve daha uzun süreli saklanması (depolanabilmesi), tam buğday ununa göre daha kolay ve masrafsızdır. Beyaz unun bu özelliği, endüstriyel olarak un üretimi yapan ve işleyen şirketlerin beyaz un tercihlerinin de nedenidir.

Her gün yenilen beyaz ekmeğin yanı sıra süpermarket raflarını dolduran abur cubur çeşitleri arasında bulunan bisküviler, kekler, gofretler vs, hep bu saf beyaz un’la üretilmişlerdir. Görüldüğü gibi beyaz unla üretilmiş ürünler, sadece insanların bir zafiyetinin neticesi (bir keyfiyet) değil de büyük tahıl şirketleri açısından vazgeçilmez bir avantaj (tercih) olduğundan da önümüze gittikçe daha sık gelmektedir ve gelmeye de devam edecektir.

Eskiden benim çocukluğumda (1950’li yıllar), yerli buğdaydan üretilen bir kg’lık somun ekmekler vardı. Rengi daha esmer olup tadı daha yoğun ve gayet doyurucuydu. Bugün yenilen beyaz ekmeğe francala denirdi ve arada bir satın alınırdı. Ne oldu da eski ekmekler ortadan kalktı ve Türk halkı francaladan başak ekmek yemez oldu.

Sorunun cevabı şöyle: 1946’dan itibaren Meksika’da geliştirilip katı bir inatla tüm dünyaya dayatılan[23] hibrit[24] buğday tüketimi yaygınlaştırılınca, bu duruma bağlı olarak buğday ununun kalitesi de değişti. Anadolu’nun içeriği farklı tadı yoğun, rengi insanının benzi gibi esmer buğdayı, yavaş yavaş ‘daha çok verim alacağız’ bahanesinin ardına saklanıp, ABD’nin hibrit buğdayı ile değiştirilerek yok olma sürecine sokuldu.[25] Gübre ve suyla şişirilmiş hibrit buğday danesi daha iri olup nişasta ve glüten içeriği çok daha yüksek. İşin içine bir de ‘modern değirmenler’ girince, öğütülen bu ‘modern’ buğday neredeyse bütün bileşenlerinden tamamen arındırılmış, saf ve kar gibi beyaz olarak ortaya çıkmakta.

Bu durum küresel olarak planlandı ve bu tip unun kullanımını yaygınlaştırmak için dünyanın dört bir tarafına, ABD tahıl birliği tarafından değirmencilik ve fırıncılık uzmanlarını yollandı. Özellikle sürekli olarak şehirlerde yoğunlaştırılan geniş insan kitlelerinin yaşam tarzını, küresel plan doğrultusunda yeniden şekillendirmek, iletişim araçları üzerinden gittikçe daha kolay olmaya başladığına göre, Türkiye’de beslenme alışkanlıklarını yeniden oluşturmak için girişimler daha da yoğunlaşarak sürecek.

Türkiye yıllık olarak yaklaşık 4 milyon ton buğday ithal ediyor[26], fakat şaşırtıcı bir şekilde Türkiye aynı zamanda dünyanın bir numaralı un ihracatçısı. Yani Türkiye ithal ettiği buğdayın büyük bir bölümünü un olarak ihraç ediyor. Türkiye’de 700’ün üzerinde büyük un fabrikası var ve bu fabrikalar yıllık olarak yaklaşık 12 milyon ton buğday işliyor, iç pazarın ihtiyacı karşılandıktan sonra geri kalanını da ihraç ediyor. İlk bakışta insan ‘ne güzel katma değere üretiyoruz’ diyebilir. Acaba gerçekten de durum öyle mi?

Değil, çünkü, buğday ithalindeki tedarikçiler yabancı. Bunların arasında küresel merkezin tarım savaşında öne sürdüğü dört büyük tarım holdinginden üçünün adı geçiyor: Cargill, Bunge ve Louis Dreyfus.

Küresel olarak üretimi ve tüketimi kitlesel boyutlarda planlanmış olan buğdayı, insanların beslenme tarzına en geniş şekilde oturtabilmek için yapılması gereken çok geniş bir girişimler demeti var. Hazırlıklara küresel merkez tarafından oldukça vakitli başlanmış olup, bu hazırlıklar İkinci Dünya Savaşı öncesi ve esnasında yepyeni ekonomik ve politik bir küresel yapılanma biçimini, savaş sonrası dünyasına uyumlu hale getirebilmek için yapılan çalışmalar kapsamında başlatılmıştır.

Savaş süresince ABD’de tarım ve gıda alanında faaliyet gösteren tecrübeli, özsermayesi güçlü şirketlere devlet tarafından hem ordunun hem de geniş halk kitlelerinin beslenmesi amacıyla görev verilirken, devletin çok geniş desteği de sağlandı. Bu kuruluşların başında Cargill gelir. Cargill bu destekle alan kazanarak savaş içerisinde büyüdü, serpildi ve uluslarüstü dev bir tarım holdingi konumuna geldi.

Cargill günümüzde tahıl üretimi, depolanması, dağıtımı ve tüketiminin sağlanması konusunda tüm dünyada merkezi bir rol oynayan 4 kuruluştan biri, hatta en önemlisi.

Tahıl depolanması, ticareti ve nakliyesi alanlarında çok önemli bir kapasitesi olan Cargill’in ABD’den başlayarak dünyada ve Türkiye’de pek çok tahıl siloları ve çeşitli limanlarda tahıl yükleme ve boşaltma tesisleri bulunmaktadır. Cargill sahip olduğu, başta buğday ve mısır olmak üzere milyonlarca ton tahıl depolama kapasitesine sahiptir. Bu potansiyel Cargill’e herhangi bir zamanda ve dünyanın herhangi bir yerinde pazara büyük müdahale olanağı sağlıyor.

Önemli bir ayrıntı olarak Cargill’in Türkiye’deki alt kuruluşlardan bir haber ile bu konuya biraz daha açıklık getirmek istiyorum. Cargill’in 1999 yılında İzmit Körfezi’ndeki Yarımca ROTA Port terminalinde yaptırdığı 100 bin ton kapasiteli ithal tahıl ve yağlı tohumlar depolama ve yükleme tesisleriyle ilgili bir söyleşide, Cargill Türkiye’nin ticari menajeri şunları söylüyor:

‘Buğday üretiminde Türkiye kendisine yeterli, fakat sorun kalitede. Türk halkı güzel, beyaz, sünger gibi yumuşacık ekmeği seviyor. Bunun için de glüteni yüksek, proteini yüksek buğdaya ihtiyacınız var. ROTA Cargill’den kaliteli buğdayı Panamax gemileri ile ithal ederek depolamasını ve oradan da yük trenleriyle un fabrikalarına yollamasını sağlayacaktır.’

İşte böyle, biz Türkler sünger gibi yumuşacık beyaz ekmeği seviyormuşuz! Bu nedenle de glüteni yüksek, ithal hibrit buğdayla beslenmeye devam edebilmemiz için, Cargill büyük yatırımlarla tahıl ve depolama tesisleri yaptırıyor. Eh biz de üzerimize düşeni yerine getirip daha fazla beyaz ekmek tüketmeye çalışarak, bu koskoca kuruluşa karşı ülke büyüklerimizi mahcup etmemeye çalışmalıyız!”[27]

YARININ ATATÜRKÇÜ (!) KADIN LİDERLERİNİ CARGİLL YETİŞTİRECEKMİŞ TEV’LE BİRLİKTE

9.6.2022 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde yayımlanan bir “Advertorial” yani tanıtıcı reklam. Yukarıda ne olduğunu neyi amaçladığını, ülkemizde neler yaptığını bir ölçüde aktardığımız Cargill, “yarının kadın liderlerini” yetiştirecekmiş, TEV (Türk Eğitim Vakfı) adlı bir de işbirlikçi bulmuş. Ve bakın neler diyor Cargill’in Orta Doğu, Türkiye, Afrika ve Hindistan Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su Murat Tarakçıoğlu: “Amacımız Atatürk’ün çizdiği yolda çağdaş, ülkesi ve dünya için değer yaratmayı arzulayan, kendisine inanan, en yükseğe koyduğu hedeflerine adım adım ulaşma kararlılığına ve gücüne sahip kadınların yetişmesi.”

Bu “küresel sömürgen” ülkemize ve kadınlarımıza iyilik düşünüyorsa, buğday ve nişasta bazlı şekerde çevirdiği dolapları bıraksın ve derhal terk etsin bu ülkeyi.

BUĞDAY DANESİNİN YAPISI, SAĞLIĞA ETKİLERİ VE SEMENİ:

“Okurlardan bazıları, ‘küresel merkezin buğday ve buğday unundan üretilmiş gıda maddelerinin tüketimini teşvik etmesinde ne sakınca var, sonuçta insanlar beslenmek zorunda’ diyebilirler. Bu yüzden çok fazla ayrıntıya girmeden, buğdayın içeriği, buğday ununun sindirim sistemi içindeki etkileri üzerine önemli temel bilgilerden de kısaca bahsedelim.

Buğday; kullanılan tohumluk cinsi, yetiştirilen bölge ve iklim kuşağına göre önemli niteliksel farklılıklar gösterse de belli bir genel yapıya sahip. Buna göre, en dışta daneyi sarıp koruyan bir dış kabuk var. Öğütülme işlemi esnasında kırılarak daneden ayrılan bu dış kabuk kırıklarını kepek diye adlandırıyoruz. Dış kabuğun hemen altında, adeta soğanın iç zarı gibi daneyi saran çok ince gümüşî bir kılıf daha var. Bu kılıf buğdayda bulunan vitamin ve mineralleri taşımakta. Danenin yassı ucunda ise rüşeym             bulunmakta. Rüşeym (oğulcuk) buğdayın çimlenme yeteneği demek olup başta E vitamini olmak üzere protein, yağ ve diğer vitaminleri içermekte. Buğday danesinin geri kalan kısmı ise nişasta bir miktar proteinden oluşmakta. Buğdayda bulunan çeşitli proteinlerden birisi olan glüten ise hamurun yumuşak ve esnek halini almasını sağlar.

Buğdayın içeriğini oluşturan maddeler, buğdayın cinsine göre farklılıklar göstermekteyse de yaygın olarak kullanıla ekmeklik hibrit beyaz buğdayın içeriği ortalama olarak şöyle: Karbonhidrat yüzde 70, dolayında, protein 12-17 arasında, yağ yüzde 2, mineraller yüzde 2 (potasyum, fosfor, magnezyum), lif yüzde 2 (kepek), vitaminler (B ve E) ve su.

Buğday modern değirmenlerde öğütüldüğünde kepekle birlikte rüşeym ve minerallerin ayrıldığını, geriye yalnızca saf beyaz unun kaldığını söyledik. Her ne kadar kepeğin besleyici bir özelliği yoksa da önemli bir lif kaynağı olarak sindirim açısından çok değerlidir. Ayrıca kepek B1, B2, B5, B6 ve diğer başka vitaminlerin de taşıyıcıdır. Rüşeym, yağ ve oldukça fazla E vitamini içermektedir. İnsanların beslenmesinde böylesi bir rolü olan buğdayın bileşenleri üzerine önemli temel bilgileri kısaca hatırlatarak, bu bileşenlerin sağlığa olan etkilerini de açıklayalım.

Buğday=Karbonhidrat

Buğday nişastası, kompleks bir karbonhidrattır. Kompleksin anlamı, karbonhidrat moleküllerinin uzun bağlantı zincirleri (polimer) oluşturmasıdır.

Mideden ince bağırsağa geçen karbonhidrat parçaları orada pankreasın salgıladığı alfa-amilaz ve diğer bağırsak mukoza enzimleriyle parçalanarak bir monosakkarit olan glikoza dönüştürülür. Diğer bir bileşen olan amiloz ise zor sindirilebilir olduğu için kısmen sindirilmeden vücuttan atılır.

Bedenin anlık enerji ihtiyacını kanda çözülmüş vaziyette bulunan glikoz sağlamakta. Buğday nişastasındaki amilopektin, kolay çözülürlüğü sayesinde bağırsaklarda süratle glikoza dönüşerek kana karışır ve kandaki serbest glikoz miktarının yükselmesine sebep olur. Kan şekerindeki (glikoz) yükselmeye bağlı olarak ensülin düzeyi de yükselir. Pankreas tarafından salgılanan ensülin, kandaki glikozun hücrelere geçişini sağlayan bir hormon. Böylece glikoz hücrelerde var olan (!) enerji gereksinimini sağlar. Kanda ani olarak yükselen kan şekeri, pankreasın ani ensülin salgılamasını tetikler. Kanda kas yapıcısının ve diğer kullanıcıların (beyin ve diğer organlar) ihtiyacından fazla glikoz bulunması halinde bu fazlalık, hücrelerde yağa çevrilerek bedenin depo bölgelerinde biriktirilir.

Görüldüğü gibi kanda hücrelerin enerji ihtiyacından fazla glikoz varsa ne olur, sorusunun yanıtı, aynı zamanda günümüzün ciddi sağlık sorunlarından biri olan ‘yanlış beslenmeye bağlı obezite neden olur?’ sorusunun da yanıtıdır.

Gittikçe artan şişmanlığın yanı sıra vücutta ensülin direncinin oluşması da buğday unu ile beslenmenin yarattığı bir başka önemli sağlık sorunudur. Eğer ensülin direnci zamanında kırılamazsa kalıcı olacak ve tip 2 diyabet (şeker hastalığı) oluşması kaçınılmaz olacaktır.

Buğday glütenine bağlı sorunlar:

Glüten hem insan sağlığına olan doğrudan olumsuz etkileri hem de dolaylı olarak oluşmasına sebep olduğu diğer bazı sağlık sorunları nedeniyle üzerinde dikkatle durulması gereken bir buğday bileşeni. Bir protein grubu olan glüten, gliadin ve glütenin olarak iki alt gruba ayrılmakta. Gliadin bazı yan etkileri olan bir protein grubu. Glütenin ise hamura esnekliğini vererek kabarmasını sağlamakta. Buğdayın yarattığı sağlık sorunlarına sırasıyla değinirsek, en başta glüten tahammülsüzlüğüne değinmemiz gerekecek. Glüten tahammülsüzlüğü (çölyak hastalığı) buğdayda gliadinin tetiklediği bir rahatsızlık. Bu rahatsızlık basitçe, vücudumuzun bağışıklık sisteminin yanılarak kendi organlarından birini ya da birkaçını yabancı ve zararlı olarak algılayıp tepki göstermesi diye tanımlanabilir.

Buğday bağımlılığı:

Günümüzde yediğimiz buğday antikçağlardaki buğday değil. Hatta Anadolu’nun bundan 50-60 yıl önce var olan buğday da değil. Bugün insanlara, neredeyse dünyanın her tarafında dayatılan buğday, 1946’da Meksika’da Rockfeller Vakfı’nın girişimleriyle başlatılan çalışmalarla oluşturulmuş, zaman içerisinde ciddi genetik değişikliklere uğramış hibrit buğday cinsleri. Bu değişikler arasında, buğdayın glüten ve gliadin oranlarındaki artış, bizi en yakından ilgilendirenleri.[28]

Buğday Suyu ve Semeni

“Buğday Suyu son dönemde oldukça popüler hale gelen bir içecek olmuştur. Nedeni sağlık açısından birçok yararının olmasıdır. Kanser gibi hayati önem taşıyan sağlık sorunlarının tedavi edilme aşamasında ve bu hastalığın oluşmasını engellemede oldukça etkili olmaktadır. Buğdaydan elde edilen su sıvı oksijen açısından çok zengindir ve doğada bulunan en güçlü kanser karşıtını laetril maddesini içermektedir.

Buğday suyu yeni çimlenmiş olan buğdaydan elde edilmektedir. Marketlerden veya aktarlardan hazır çimlenmiş buğday alabilirsiniz ancak uzmanlar bu çimlerin çabuk filizlenmeleri için kimyasallar kullanılabileceği için önermemektedirler. Bu durumda yapabileceğiniz işlem buğday çimlerinizi kendiniz yetiştirmenizdir. Bu iş gözünüzü korkutmasın, son derece basit bir işlemdir.”[29]

Buğday suyu, ülkemiz için yeni bir keşif olsa da Türk dünyasının Nevruz kutlayan büyük bir bölümü, buğday suyundan yararlanmaktadır yüzyıllardır.Her Nevruz bayramında yeşertilen buğdaylara “semeni”denmektedir.

Semeni “Sem/som kökünden türemiştir. Doluluk, saflık bildirir. Süme/suma sözcüğü, Eski Altayca ve Moğolcada ‘şaman’ anlamı taşır. Halha lehçesinde süm, Buryatçada hum, Dagur dilinde sum olarak yer alır. Mongur dilinde ise semen şeklinde ifade edilir. Moğolca sem; gizlilik, sır anlamları taşır. Som/soma kelimesi Türkçede ‘onur, şeref’ ve ‘iz, işaret’ gibi anlamlar da içerir. Bu mana, Tunguzcada sama sözcüğüyle karşılanır. Moğolca sem ve Tunguzca süme kökleri, “gizlemek” manasını da bünyesinde barındırır.

Semeni, Türk halk kültüründe yaşam otu. Kosa töreninin son gününde semeni (sem/som) adı verilen bir tören yapılır. Som aynı zamanda yula denilen ruhun koruyucusudur. Semeni bazı yörelerde aynı zamanda bir çeşit helva olup pişirildikten sonra nevruz gecesi bir kısmı suya bırakılır. Pişirilmesi ve toplu olarak yapılmasına çocuklu bir kadın önderlik eder. Kadınlar kazan başında şarkı söyleyip dans ederler. Ayrıca ölü törenlerinde de misafirlere dağıtılması, aslında yeniden dirilişle olan bağlantısını ortaya koymaktadır. Sümerlerdeki ölümsüzlük otu bu kavramla ilintilidir. Bir kaba konularak ıslatılan buğdayların yeşermesi sonucu oluşan ve etrafına kırmızı kurdele bağlanan bir demettir. Toprağın yeşermesinin sembolüdür. Samanu adlı muhallebi türü de bu çimlendirilen tahıllardan yapılır.[30]


[1]https://rekoltedunyasi.com/arastirma/gobeklitepede-bugday-bulundu/

[2] Siyez, kaplıca ya da einkorn (Triticum monococcum), Fransa, Fas, Yugoslavya ve Türkiye’de yetişen, Triticum boeoticum türünden yabani buğday türünün kültüre alınmış formudur. Triticum dicoccum buğdayı ile birlikte erken dönemde kültüre alınan buğday türlerindendir. İlk kez Güneydoğu Anadolu bölgesinde yer alan Karaca Dağ’da evcilleştirildiği düşünülüyor. Hititler ve Frigler tarafından da tarımı yapılmış olan Siyez buğdayına verilen ilk isim Hititçe bir kelime olan “Zız” iken, daha sonraları “Siyez” ve bazen de “Kaplıca” olarak adlandırılmıştır. https://www.hurriyet.com.tr/gundem/siyez-nedir-siyez-bugdayinin-besin-degerleri-nelerdir-40933196

[3]https://www.trthaber.com/haber/turkiye/kazi-calismasinda-bulunan-kupten-7-bin-yillik-ata-tohumu-cikti-bugday-sorunu-kalmadi-684020.html

[4]Ramazan Kıvrak-Yörük Obalarımız/Kendi Yayını

[5] Hollanda’nın yüzölçümü 4.154.300 hektardır

[6]https://www.facebook.com/profile/100003795384698/search/?q=bu%C4%9Fday

[7] Hüseyin Perviz Pur-Ahmet Hamdi Başar’ın (Limancı Hamdi) Türk Vergi Sistemine Katkıları/Kendi Yayını

[8] Kabuğu soyulmuş buğday, Batı illerimizde “aşurelik buğday” deniyor.

[9] Kurumun web sitesindeki bilanço ve gelir tablosundaki rakam.

[10] Okurlar, bu maliyet hesaplarını nasıl böyle iddialı bir biçimde yaptığım konusunda kuşkuya düşebilirler. Düşmesinler, eski bir Yeminli Mali Müşavirim ve yıllarca bu konular üzerinde çalıştım, ekmek ve un randımanları konusunda Vergi Mahkemeleri’ne davalar açtım.

[11]Ali Ekber YILDIRIM Dünya Gazetesi

[12]Yazarın Açıklaması: Tritikale, ilk olarak 19. yüzyılın sonlarında İskoçya ve Almanya’da laboratuvarlarda yetiştirilen buğday ve çavdar melezidir.

[13] Yazarın açıklaması: Elektronik ürün senedi. Lisanslı depolara teslim edilen tarım ürünleri karşılığında düzenlenen ve depolanan ürün detayını gösteren; Merkezi Kayıt Kuruluşu (MKK) nezdinde elektronik olarak saklanan, yetkili ticaret borsalarında satışa çıkarılabilme özelliği bulunan bir senet türüdür.

[14] Berfin Yayınları

[15] Türkiye İş Bankası Yayınları

[16] Leonid Brejnev-Ham Toprak

[17] Aynı yapıt

[18] Aynı yapıt.

[19] Aynı yapıt.

[20] Akordeonun Azerbaycan ezgilerine uyarlanmış hâli.

[21] Bak bak bak, hiç böylesini gördünüz mü? Beyaz ekmektir bu!

[22] 1992’de ben o çöreklerden 1 hafta yedim, son derece besleyici ve lezzetli idi, hilesi hurdası yoktu.

[23]Yazarın notu: Türkiye’den birçok Ziraat Mühendisi seçilip Meksika’da doktora yaptırıldı yıllarca, bunların Amerikancılığa eğilimli ve de antikomünist olmalarına bilhassa dikkat edildi. Bu da benim eklemem olsun.

[24] “F1-Hibrit tohum, klasik melezleme çalışmasının ileri bir aşaması olarak kabul edilebilir. Bunu bir örnekle açıklayalım: X özelliği olan domatesle Y özelliği olan domatesi melezleştirilmeden önce her iki domatesten saf ırk elde edilir. Bu amaçla domates en az yedi nesil boyunca tozlaştırılır. Her iki domatesi cinsinin saf ırkı oluşturulduktan sonra, domatesi cinsleri arasında tozlaştırma yapılır. Bu şekilde elde edilen iki nesi F1 (Latince filie=yavru) olarak adlandırılır. Bu şekilde oluşmuş domatesin zaten genellikle ikinci nesli olmaz, çünkü ırk saflaştırması aynı zamanda kısırlığa yol açar. Şirketler bu şeklide yeni bir tohum türü elde eder ve bu yenilik, şirketlere söz konusu tohumun patent hakkını kazandırır. Amaçlanan da zaten budur.” Kaynak: Kenan Demirkol/GDO Çağdaş Esaret/Kaynak Yayınları

[25] Hindistan ilk F1-Hibrit tohumu Meksika’dan ithal etmeden önce Çelik ve Ağır Sanayi Bakanı C.Subramaniam, Tarım Bakanı olarak atanmıştır. 1907 yılından beri Hindistan’da şubesi bulunan Ford Firması’nın bu atamada rolü olup olmadığını sorgulamak gerekir. O dönemde Hindistan’da CIMMYT’te geliştirilen Lerma Rojo 64 cinsi buğdayın denek ekimleri yapılmaktaydı. Hintli bilim insanları bu tohumların Hindistan’a uygun olmadığını düşünerek ithalatını önermiyorlardı. Subrahamiam’a da Meksika’dan bu tohumların ithal edilmesinin doğru olmayacağını söylemelerine rağmen Hindistan Tarım Bakanlığı 18 bin ton buğday ithal etmiştir. (Kaynak: Kenan Demirkol-GDO Çağdaş Esaret/Kaynak Yayınları

[26] Kitabın yazıldığı yılki rakam.

[27]Erhan Ünal-Ekmek Biterken, Küresel Oligarşi ve Yeni Küresel Beslenme Sistemi/Asi Kitap

[28] Erhan Ünal-Ekmek Biterken, Küresel Oligarşi ve Yeni Küresel Beslenme Sistemi/Asi Kitap

[29]https://www.bugday.gen.tr/bugday-suyu.html

[30]https://tr.wikipedia.org/wiki/Semeni

Yorum bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir