Sosyalist Cumhuriyet Partisi İzmir il yöneticilerinden Haluk Başaran, Haber2021’de Yıldırım Koç arkadaşımızın “Atatürk ve Sosyalizm” kitabı ile ilgili bir anısını yazı konusu yaptı:
“Kitap piyasaya çıkalı henüz bir hafta oldu. Kitabın yayınlanmasının ardından Sosyalist Cumhuriyet Partisi örgütleri hemen kolları sıvayarak kitabı mümkün olduğu kadar çok okura ulaştırmak için çalışmalara başladı. SCP İzmir İl Örgütü de ilk etapta kitaptan 200 adet getirterek, 13 Nisan Çarşamba günü düzenlenen toplantıda kitabın satışını örgütledi. Her arkadaş satabileceğini düşündüğü kadar Atatürk ve Sosyalizm kitabını koltuğunun altına alarak toplantıdan ayrıldı. Bende 10 kadar kitapla toplantıdan ayrılarak evime gitmek için metronun yolunu tuttum.
Metroda çantamdaki kitaplardan birini çıkararak incelemeye başladığımda yan tarafta oturan bir vatandaş göz ucuyla benimle birlikte kitabı incelemeye başladı. Metro hareket ettikten hemen sonra ‘kitaba bakabilir miyim?’ diyen vatandaşa kitabı uzatarak Yıldırım Koç’un yazdığını ve kitabın içeriğinde Atatürk dönemi politikalarının Türkiye’ye özgü bir sosyalizm modeli olarak ele alındığını anlatmaya başladım. Kitabı nereden temin edebileceğini soran vatandaşa kitabın satışı yaptım. Bu sırada bizi dinleyen yanımdaki ve karşımızdaki diğer vatandaşlarda sohbete dâhil olarak kitaptan almak istediklerini söylediler.
Vatandaşlarla sohbetimizde genel anlamda Türkiye’nin kurtuluşunun Atatürk dönemindeki politikaların yeniden uygulanmasında ve bu politikaların ‘Türkiye’ye özgü bir sosyalizm’ olduğu noktasında ortak bir fikir oluştuğunu gördüm. Vatandaşların ilgisi, fikirlerinin berraklığının yanında, metro ile partiden evime kadar süren yaklaşık 5 dakikalık yolculukta 6 adet kitap satmış olmanın mutluluğu, ‘Neden daha fazla kitap almadım?’ üzüntüsü ile evime döndüm.”
Haluk Başaran arkadaşımızın anlattığı durum, aslında Türkiye’nin içinde bulunduğu durumun ve halkımızın içinde bulunduğu büyük arayışın küçük bir yansımasıdır. Kriz derin, sistem içinde çıkış yok ve halk büyük bir arayış içinde… Durum özetle budur.
DÜNYA YOL AYRIMINDA
Dünyamız ve Türkiye’miz tarihi bir yol ayrımında. Ukrayna savaşı bir kez daha gösterdi ki, ABD çağı geride kalıyor.
Avrupa Birliği’nin yarını görmekten aciz miyop yöneticilerinin, ABD’nin savaş kayığına binerek sürdürdükleri kışkırtıcı politika ise, sadece Batı sisteminin kendi halkları başta olmak üzere dünyaya felaketten başka bir gelecek vermeyeceğini kanıtlıyor.
Ama insanlık bu felakete teslim olmayacak, altı bin yıldır “Kaybolan Cenneti”ne ulaşmak yolunda verdiği mücadeleyi zafere ulaştıracak, eşitlikçi-halkçı-kamucu bir kardeşlik sistemine yeniden kavuşacaktır.
Koşullar, yeni bir dünyayı yaratmak açısından tarihte hiç olmadığı kadar elverişlidir. İnsanlık son yüzyıl içinde bir yanda Atlantik dünyasının vahşi, hegemonyacı neoliberal sisteminin yıkıcı sonuçlarını; diğer yandan, buna karşı sosyalist uygulamaların çok sayıda ülkeyi olumlu anlamda nereden nereye getirdiğini gördü. Geçen yüzyılın başında daha önceki sömürgeci yağma sisteminin sonucunda sokaklarında insanların açlıktan öldüğü, çöpçülerin sabahları sokaklardan ceset topladığı yıllardan, yüzyılın sonrasında sosyalizm sayesinde dünyanın en büyük ekonomisinin ortaya çıktığı ve yoksulluğun sıfırlandığı başı dik ve önü, sonuna kadar açık olan ülkelerin ortaya çıktığına da tanık oldu.
Herşeyi bir yana bırakalım sadece bu gerçeğin varlığından dolayı insanlık, başında ABD’nin olduğu Batının neoliberal vahşi kapitalist sisteminden temelli olarak kurtulacağı bir dönemin eşiğinden içeri adım atmaktadır.
TÜRKİYE DE YOL AYRIMINDADIR!
Türkiye, 70 yıldır Atlantik sisteminin kapısına bağlanmanın ve 40 yıldır uygulanan neoliberal ekonomik politikalar sonucunda yaşanan tarihimizin en ağır ekonomik krizinin, ABD’nin bölgemize ve ülkemize yönelik olarak uyguladığı meşum politikaların sonucu 10 yıldır sırtımıza yıkılan sekiz milyonluk mülteci yükünün yol açtığı sorunlar ve bir tarikatlar koalisyonu olan AKP’nin Cumhuriyet’imizi tasfiye etme yolunda 20 yıldır uyguladığı politikaların sonucunda tarihi bir yol ayrımına gelmiştir.
Türkiye bu yol ayrımında, ya yeniden kardeş kavgasına sürüklenme, parçalanma ve kölelik yoluna girecek ya da geçen yüzyılın başında olduğu gibi yeniden silkinerek ayağa kalkacak ve dünya milletler ailesi içinde; bağımsız, başı dik ve refaha kavuşmuş olarak onurlu yerini alacaktır.
Türkiye için yapılabilecek en temel tespit şudur: 20. yüzyılın başında emperyalist sömürgeciliğe karşı mazlumlar dünyasının ilk kurtuluş savaşını verdik ve ardından Ortaçağ’ın tasfiyesi yolunda büyük bir Cumhuriyet Devrimi gerçekleştirdik.Emperyalizmin işbirlikçileri ve Ortaçağ özlemcileri, tam 70 yılı aşkın bir süredir bu büyük devrimin kazanımlarını yok etmek için saldırıyorlar. İktidar ellerinde, dünya emperyalist sistemi arkalarında ve ülkenin bütün kaynakları bu saldırının hizmetinde ama bütün bunlara rağmen Türk Milletinin büyük çoğunluğunun yaşanan sıkıntıların üstesinden gelmek için, en büyük dayanak olarak Atatürk’ü görmeye devam ettiği gerçeğinin önüne geçemiyorlar.
Gerçekte insanlığın dünya çapında yaşanan çıkmazdan kurtuluş olarak merkezinde sosyalist ülkelerin olduğu yeni bir dünya düzenine yönelmeleri ile Türk insanının bugün yaşadığı büyük krizden çıkışı Atatürk de görmeleri arasında dikkat çekici bir paralellik vardır. 20. yüzyılın başındaki Türk Devrimi, Sosyalist Sovyetler Birliği ile tam bir dayanışma içinde başarılmıştı. Ve Atatürk’ün ölümüne kadar da bu sıkı dayanışma ve işbirliği devam etmişti.
ATATÜRK VE SOZYALİZM KİTABI
Yıldırım Koç arkadaşım Türk devriminin uygulamalarını bizzat Atatürk’ün ve diğer bazı Cumhuriyet Devriminin önde gelen isimlerinin ağzından ifade edildiği üzere “Türkiye’ye özgü bir sosyalizm” olarak niteliyor.
İşte bu durum, Türkiye’yi bugün yaşamakta olduğu çıkmazın kapısını açacak sihirli anahtarı bize sunuyor. “Sihirli anahtar”, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde başardığımız Cumhuriyet Devriminin bize bıraktığı eşsiz mirastır. Bu eşsiz miras özetle; yarım kalan Cumhuriyet Devrimi’ni tamamlayarak Türkiye’ye özgü bir sosyalizm inşasına yönelmedir.
Yıldırım Koç hocamız, son yıllarda ısrarla Atatürk ve Sosyalizm üzerine çok sayıda yazı kalem aldı. Son olarak bu yazılarını kitap haline getirdi. Kitap geçtiğimiz günlerde Asya Şafak Yayınları tarafından okuyucuya sunuldu.
Türkiye’nin bir çıkış yolu aradığı günümüzde kitap, çok önemli mesajlar veriyor: İnsanlığın ve Türkiye’nin tarihi bir yol ayrımına geldiği günümüzde, tarihimizin bu en önemli ve başarıya ulaşmış Devriminin gerçekte bugün bizler için neler ifade ettiğini Yıldırım Koç’un “Atatürk ve Sosyalizm” kitabından okumak çok öğretici olacaktır.
“EVVELA SOSYALİST OLMALI…”
Yıldırım Koç’un Atatürk ve Sosyalizm kitabının, Türkiye solunun bütünü düşünüldüğünde, yarım yüzyıldan bu yana Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimi konusunda epey yaygın hale gelen ve hala da belli ölçülerde varlığını sürdüren yanlış anlayışların düzeltilmesinde önemli katkısı olacaktır.
Her toplumun daha iyi bir gelecek için verdiği mücadelelerin başarısında, tarih içinde verdiği mücadelelerle birlikte elde ettikleri kazanımların özel bir yeri vardır. Her toplum, her devrimci hareket, tarihi köklerinden aldığı bu güçle geleceğe yürür. Bu açıdan bakıldığında, tarihimizin en büyük devrimci atılımı olan Kemalist Devrim’in kazanımlarına sahip çıkmanın özel bir önemi olduğu anlaşılır.
10 Kasım 2021’in ertesi günü basında; bir tarlada çalışan başı örtülü, şalvarlı, iş giysileri içindeki tarım işçisi kadınların, saat dokuzu beş geçe Atatürk için saygı duruşunda bulunduklarını gösteren çarpıcı bir fotoğrafı yayınlandı. Hatırlanacağı üzere, her sene 10 Kasım’da yurdun dört bir yanından benzer fotoğraflar basında yer alır. Boğaz köprülerinde duran arabalarından inerek saygı duruşunda bulunan şoförler, hayatın adeta durduğu kalabalık caddelerin görüntüleri vb.
Mustafa Kemal Atatürk, tartışmasız tarihimizin en büyük devrimcisidir. Ölümünün üzerinden 80 yılı aşkın bir zaman geçmesine rağmen, hala her 10 Kasım günü ülkenin dört yanında insanlar saygıyla ayağa kalkar ve “hayat durur”. Türk Milleti’nin yaptığı, sadece bugününü borçlu olduğu Büyük Devrimci’yeminnet borcunu ifade etmek değildir.Daha önemlisi, bundan sonra vermek zorunda olduğu mücadelede Mustafa Kemal Atatürk’e dayanma, ondan kuvvet alma ihtiyacıdır.
Böyle bir tabloya dünyanın hiçbir ülkesinde rastlamak mümkün değildir. Türk milletinin ezici çoğunluğu açısından Mustafa Kemal ortak değerdir ve hala en büyük birleştiricidir. Her şey bir yana, başlı başına bu durum, dikkate alınması gereken son derece önemli bir olgudur.
Elbette Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı’nın muzaffer komutanı olması bu saygının en önemli nedenlerinden biridir. Ama Mustafa Kemal’in sonuçları itibariyle 23 Nisan 1920 tarihinden başlayarak ölümüne kadar süren 18 yıllık zaman diliminde “arasız devrimlerle” hayata geçirdiği Cumhuriyet Devrimi, en az emperyalizme karşı kazanılmış olan bağımsızlık savaşı kadar önemlidir, hatta daha da önemli olduğunu söylemek abartı değildir. Ekonomik, siyasal ve toplumsal bakımlardan hala Ortaçağ karanlığı içinde olan bir ülkede, modern bir cumhuriyetin kuruluşunu gerçekleştirmek, Padişahın kullarını cumhuriyetin özgür yurttaşları haline getirmek, iğneden ipliğe her bakımdan dışarıya bağımlı olan bir ülkeyi ağır sanayisini kurmuş ve her bakımdan kendi kendine yeten bir ülkeye dönüştürmek, 1940’lı yıllarda Avrupa ülkelerine ürettiği uçağı satar duruma gelmek vb… 20. yüzyılın başında sömürge ve yarı sömürgelerden oluşan dünyanın bir parçası olan Türkiye’de bütün bunları gerçekleştirmek, tarihin kaydettiği en önemli başarılar arasındadır.
Yıldırım Koç arkadaşımız, okuyacağınız çalışmasında bütün bu kazanımları, somut bilgilerle ortaya koyuyor.
21. yüzyılın Türkiye’sinde, Devrim için yola çıkanların öncelikle görmesi ve dayanması gereken tarihsel miras budur. Hele bu tarihsel miras; bizzat Mustafa Kemal’in ağzından “sosyalist” olarak tanımlanıyorsa ve hedefin “sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya olduğu” ifade ediliyorsa daha da önem kazanıyor.
Dünyaya ve hayata bakış
Mustafa Kemal, daha Harbiye’de öğrenci olduğu 1904 yılında defterine şu notu düşüyor: “Evvela Sosyalist olmalı, maddeyi anlamalı!”
“Maddeyi anlamak” demek, en başta içinde yaşadığın dünyayı, vatanını ve bir parçası olduğun toplumu (milletini) tanımak demektir. Bunları tanımadan, anlamadan; doğru bir mücadele stratejisi saptamak mümkün değildir. 1960’lı yılların ardından büyük bir atılım yapan, kitleselleşen Türkiye sosyalistlerinin en büyük eksiği tam da buydu. Dünyadaki ve Türkiye’deki gelişmelerin de etkisiyle büyük bir ivme kazanan devrimci hareketin en büyük yanlışı, içinde bulundukları “maddeyi” tanımamalarıydı. Yani “sosyalist” olduklarını söylüyorlar ama içinde yaşadıkları “madde” hakkındaki bilgileri eksik ya da yanlıştı. 1970’lerin Türkiye’sinde, yakın bir gelecekte “Devrim” beklentisi içine girenlerin gerçekte “Türkiye maddesi”ni anlamadıkları, tanımak için yeterince çaba göstermedikleri sonraki yılların gelişmeleriyle ortaya çıktı.
Oysa Mustafa Kemal’in sıra dışı bir devrimci önder olarak, verdiği mücadelenin ve ulaştığı başarıların sırrı bu cümlededir.
Mustafa Kemal ve Sosyalizm
Atatürk’ün hayatı, mücadelesi ve yaptıkları; yukardaki sözlerin bir gençlik hevesinin sonucu olarak söylenmediğini kanıtlar.
Samsun’a çıkışının ardından Sosyalist Sovyetler Birliği ile kurulan ilişkiler, Anadolu’da kurmakta oldukları sistemin bir “şûralar sistemi” (Sovyetler) olduğu yolundaki konuşmaları, yazıları; sonraki yıllarda kendilerinin uygulamakta oldukları sistemin “devlet sosyalizmi” olarak değerlendirilebileceği yolundaki açıklamaları, 1930’lu yıllarda insanlar arasında din, dil, ırk vb. farkların kalmadığı bir “uyum dünyası”nı istemenin güzel bir şey olduğu şeklindeki görüşüvle nihayet ölümüne yakın, en yakınında bulunan üç çalışma arkadaşına vasiyet olarak “Sovyetler Birliği ile yakın ilişkilerin sürdürülmesi ve Sovyetlere karşı hiçbir ittifakın içinde yer alınmaması” şeklindeki vasiyeti; Mustafa Kemal’in sosyalizme bakışının ne olduğunu gösteren kanıtlardan bazılarıdır. Okuyacağınız kitapta, Atatürk’ün konuyla ilgili ayrıntılı görüşlerini bulabileceksiniz.
Önemli olan nokta şudur: Mustafa Kemal “Evvela sosyalist olmalı.” dediği zaman dünyada sosyalizm adına elde edilmiş bir başarı yoktu. 1871’deki 70 günlük Paris Komünü deneyi başarısızlıkla sonuçlanmış, arkada kalan 30 yıl içinde bazı Avrupa ülkelerinde kurulmuş olan sosyalist partiler ise henüz hiçbir ülkede iktidar olmuş değillerdi.
Yani Mustafa Kemal, başarıya ulaşmış bir siyasal akımın estirdiği rüzgâra kapılarak “sosyalist olmayı” düşünmüş değildi. Ama emperyalizmin sömürgeleştirme tehdidi altında olan Osmanlı ülkesinde, hem vatana yönelen tehdidi doğru anlamak hem de ulusal ve sosyal kurtuluş için kendi toplumunu yani maddeyi doğru olarak tanıyabilmenin ancak sosyalist olmakla mümkün olabileceğini anlamış ve bunu hayatına uygulamıştır.
Pratik
Mustafa Kemal’in hayatı, mücadelesi ve bu mücadele sonunda elde ettiği başarıları; bu ilkeyi gerçekten özümlediğini, vatanının ve halkının “maddesini” çok iyi tanıdığını ve o günün şartları içinde Türkiye’de uygulanabilecek en ileri programı başarıyla uyguladığını kanıtlar.
Milleti birleştirerek emperyalizme karşı Kurtuluş Savaşını başarıya ulaştırmak, “istiklal-i tam” ilkesine, ömrünün sonuna kadar sıkı sıkıya bağlı kalmak, bölge merkezli dış politikasının başarıları ve bütün bunlardan daha da önemli olarak Padişahlığı ve Halifeliği kaldırarak modern bir Cumhuriyet kurmak…Cumhuriyet Devrimi kanunlarını uygulayarak siyasal ve toplumsal hayatımızın her alanından Ortaçağ kurum ve ilişkilerini tasfiye etme yönündeki çabalar, Padişahın, beyin, ağanın aşiret reisinin kullarını, özgür Cumhuriyet yurttaşı haline getirmek; Sovyetler Birliği’nden sonra dünyada planlı ekonomiye geçen ikinci ülke olarak 10 yıl gibi kısa bir süre içinde temel sanayi yatırımlarını gerçekleştirerek her bakımdan kendi ayakları üzerinde durabilen bir ülke yaratmak… Bütün bunları, emperyalist ülkelerin hâlâ dünyanın en büyük ekonomik (dünya ekonomisinin yüzde 90’ına yakın) ve askeri gücü olduğu, “İngiliz İmparatorluğunun, üstünde güneşin batmadığı” günleri yaşadığı koşullarda gerçekleştirdi.
Günümüz dünyasını anlamak
Peki, şimdi ne durumdayız?
Mustafa Kemal’in “Evvela Sosyalist olmalı.” dediği 1904 yılından bu yana 118 yıl, ölümünden bu yana ise 84 yıl geçti. Kısacası bir asrı çoktan geride bıraktık.
Artık bambaşka bir dünyadayız!
Sosyalizm 20. yüzyılda çok büyük başarılar kazandı. İkinci Dünya Savaşı’nda faşist saldırganlığın alt edilmesi, yüzyılın başında neredeyse hepsi sömürge durumunda olan ezilen milletlerin bağımsızlıklarını kazanmalarında en büyük pay sahibi olmak ve bugünün “gelişmekte olan dünya” gerçeğinin ortaya çıkması, geçen yüzyılın başında dünya ekonomisi içindeki payı yüzde 1 – 2’lerde olan Çin’in,sosyalizm sayesinde bugün dünyanın en büyük ekonomisi haline gelmesi, dünya ekonomisinin ağırlık merkezinin Batı’dan Doğu’ya, -Asya’ya- kayması, gelişen dünyanın dünya ekonomisi içindeki payının yüzde 50’nin üzerine çıkması, son Korona salgınının da çarpıcı bir şekilde gözler önüne serdiği üzere; salgınlar, doğal afetler, çölleşme, küresel ısınma, toplumsal çürüme ve derinleşen gelir adaletsizliği gibi bütün insanlığı ilgilendiren sorunlarla mücadelede kapitalist sistemin tam bir hezimeti, Sosyalist ülkelerin ise başarıyı yaşadığı günümüzde, Sosyalizm artık bütün insanlığın gözünde bambaşka bir yerdedir.
“Evvela sosyalist olma”nın gerekliliğini yüzyıl önce ancak Mustafa Kemal gibi devrimciler görebiliyordu; bugün ise bu gerçeğin herkes tarafından görülebilmesinin koşullarının, yüzyıl öncesiyle kıyaslanmayacak ölçüde olgunlaştığını söyleyebiliriz.
Devrimci program
Mustafa Kemal Atatürk’ün ve Cumhuriyet Devrimi’mizin varlığı, Türkiye’de ulusal ve sosyal kurtuluş için verilen mücadeleyi, dünyanın bütün diğer ülkelerinden daha farklı kılar.
Biraz evvel kısaca bahsettiğimiz özelliğinden dolayı, Türkiye’de; Kemalist Devrim’in kazanımlarını hareket noktası olarak almayan hiçbir devrimci mücadelenin başarı şansı olamaz.
Aynı şekilde Türkiye sosyalistleri de, en büyük esin kaynağı olarak Mustafa Kemal’i ve geçen yüzyılın başındaki büyük devrimci atılımı almadıkları zaman, “maddeyi” tanımamış olurlar. Ve bu durumda da milletin büyük çoğunluğundan kopuk kendi küçük dünyalarında yaşayan münzeviler olarak yaşamaya mahkûm olurlar.
“Evvela sosyalist olmak”, Kemalist Devrim “ maddesi”ni de tam ve doğru olarak tanımamızı, tarih içinde nereye oturduğunu anlamamızı, eksiklerini görmemizi ve Kemalist Devrimi tamamlama olarak tanımladığımız görevimizin ne olduğunu bilmemizi sağlar.
Türkiye’de bugün devrimci programın özü, Kemalist Devrim’e dayanmak ve onu tamamlamak ve ondan sonra Mustafa Kemal’in deyişiyle “arasız devrimlerle” sosyalizmin inşasını gerçekleştirmektir.
İtirazlar
Bazı arkadaşlarımız, “Atatürk ve Sosyalizm” konusunda bu söylediklerimize, Kemalizm ve Bilimsel Sosyalizmi eşitlemenin doğru olmadığı ve ayrıca Mustafa Kemal’i sosyalist bir öndermiş gibi tanımlamaya kalkmanın da yanlış olduğunu söyleyerek karşı çıkıyorlar. Arkadaşlarımız, Kemalist hareketin sosyalizme açık olduğunu kabul ediyorlar. “Devlet sosyalizmi” uygulamalarının önemli olduğunu söylüyorlar ama bu değerlendirmeyi daha ileri götürmenin; işçi sınıfı önderliğini, demokratik devrimi sosyalist aşamaya götürerek tamamlamayı öngören bilimsel sosyalist programı vb. reddetmek veya en azından bulandırmak anlamına geleceğini söylüyor ve bunun yanlış olduğunu belirtiyorlar.
Öncelikle şunu belirtelim: Kemalizm ve Bilimsel Sosyalizmi eşitlemek diye bir durum söz konusu değildir. Böyle bir eşitlemeyi yapan da yok. Kemalist Devrim’in sınıfsal karakteri üzerine yapılabilecek ayrıntılı tahliller bir bilimsel çalışma konusu olabilir, nitekim bu amaçla birçok çalışma da yapılmıştır. Ama emperyalizme karşı bütün milli sınıfların işbirliği yaptığı, başta Sovyetler Birliği olmak üzere dünya sosyalist hareketi ile dayanışma halinde bir mücadelenin verildiği ve yaptıkları “devrim”in Türkiye’ye özgü bir sosyalizm olduğunu söyleyen Kemalist önderlik gerçekliği ortada dururken, dönemin sınıfsal analizlerini bugün verdiğimiz mücadelenin önüne koymanın bir anlamı da yoktur.
Arkadaşlarımızın unuttuğu gerçek şudur: Kemalist Devrim’in üzerinden yüzyıl geçti. Atatürk’ün önderliğindeki devrim, bugün başlıca iki alandaki başarılarıyla halkımızın hafızasına yerleşmiştir. Birincisi emperyalizme karşı tam bağımsızlık yolunda elde ettiği kazanımlar ve siyasi-askeri bağımsızlığı ekonomik bağımsızlık ile tamamlaması; ikincisi feodal Osmanlı sultanlığını tasfiye ederek halkçı, laik ve devrimci uygulamalarıyla Türkiye’yi özgür ve egemen yurttaşlar ülkesi haline getirmesi.
Daha iyi bir geleceğin özlemini duyan herkes Atatürk’ü ve Kemalist Devrim’i bu yönleriyle hatırlıyor. Aynı zamanda Mustafa Kemal’e ve Cumhuriyet Devrimi’ne düşman olan emperyalistler, işbirlikçileri ve Ortaçağ özlemcileri de bu özelliklerinden dolayı saldırıyorlar. Kısacası 100 yılın sonrasında neresinden ve kim tarafından bakılırsa bakılsın söz konusu olan cumhuriyetçiliktir, tam bağımsızlıktır, halkçılıktır, devletçiliktir, laikliktir ve devrimciliktir; yani Milli Demokratik Devrim programıdır.
Bütün bu ilkeler, bugün mücadele eden sosyalistlerin başarmak istediği demokratik devrimin hedefleridir. O zaman Mustafa Kemal’i bugün bağımsızlık, devrim ve sosyalizm hedefine yönelik mücadelemizde bayraklaştırmanın neresi yanlış olmaktadır? Bundan daha doğal, daha normal bir hareket tarzı olabilir mi?
Baba İshak, Pir Sultan Abdal veya Şeyh Bedrettin gibi tarihi şahsiyetler de bugün mücadelemizde bayraklaştırdığımız isimlerdir. Çünkü bu halk önderlerinden her biri, yaşadıkları yüzyıllarda feodal yönetimin köylü kitleleri üzerindeki baskı ve sömürüsüne isyan etmişlerdi. Ama başarıya ulaşsalardı kuracakları sistem, özde, o gün mücadele ettikleri sistemden farklı olmayacaktı. Pir Sultan bir şiirinde “İstanbul şehrinde ol sahip sultan / Tacı devlet ile salınmalıdır” diyor. Yani hedeflerinin, kendi sultanlarının İstanbul’da devlet tacını başına geçirmesi olduğunu söylüyor. O günün tarihi koşulları içinde başka bir sonuca ulaşmaları mümkün değildi. Ama bugün söz konusu hareketlerin bu yanı üzerinde hiç durmuyoruz. Onların zulme ve baskıya karşı çıkmalarını önemli görüyoruz ve bayraklaştırıyoruz. Çünkü onların halkın hafızasında yaşayan olumlu özelliklerinden güç alıyoruz.
Aynı şekilde bugün önemli olan Mustafa Kemal Atatürk’ün emperyalizme, feodal gericiliğe ve tüm işbirlikçilere karşı ülkenin her alanda bağımsızlığı ve milletin egemenliği yolunda verdiği mücadelelerdir. Bizzat kendisinin bu mücadeleyi “sosyalist” olarak tanımlaması ise sosyalizmin, geçmişe oranla daha fazla gündemde olduğu günümüzde özellikle önem kazanmıştır.
1919 yılında kurulan Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası’nda ve sonrasında TKP olarak örgütlenen Türkiye sosyalistleri, hataları ve sevaplarıyla bizim geçmişimizin önemli bir parçasıdırlar. Aynı şekilde Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde verilen Ulusal Kurtuluş Savaşımız ve Cumhuriyet Devrimi’miz de hataları ve sevaplarıyla bizim geçmişimizdir. Bugün, sosyalist bir gelecek hedefine ulaşmak amacıyla “tam bağımsız ve gerçekten demokratik bir Türkiye” için mücadele eden bizlerin yapması gereken, bütün bu geçmişimizin tam ve doğru muhasebesini yapmak, hatalarından ders çıkarmak, olumlu yanlarından güç almaktır.
Nitekim İkinci Dünya Savaşı yıllarından başlayarak gerek dünyada gerekse Türkiye’de sosyalistler, geçmişin hatalı uygulamalarının özeleştirisini önemli ölçüde yapmışlardır. 1960 sonrasında sosyalistlerin; “kendi omuzumuz üzerinde kendi kafamızı taşımak”, “ağabey parti” tanımamak ve “Türkiye Devrimi’nin ancak Türk milletinin eseri olabileceği ve bunun da ülkemiz devrimcilerinin önderliğinde başarılabileceği” şeklinde ifade edilen yaklaşımları, bir anlamda aynı zamanda kendi geçmişlerinin de bir muhasebesi anlamına geliyordu.
“Atatürk ve Sosyalizm” çalışmasıyla yaptığımız, bu gerçeğin sosyalistler tarafından anlaşılmasında ve mücadelemizde büyük bir artı olarak değerlendirilmesinde bir adım daha ileri gitmektir.
Ama Devrimcilerin üzerinde düşünmesi gereken en önemli nokta şudur: Bugün Türkiye için hayati önemde olan iki değer, tarihi bir eşikte buluşuyor. Yüzyıl önce tarihinin en büyük devrimini gerçekleştiren ve yüz yıl sonra önümüzdeki görevin hâlâ bu Devrimi tamamlamak olduğu koşullarda Türk Milleti doğal olarak devrimin büyük önderini ve onun programını hatırlıyor ve mücadelesinde silah olarak kullanıyor.
Atatürk 21. yüzyılın Türkiye’sinde -emperyalizmin güdümündeki bir avuç bölücü ve ortaçağ özlemcisi hariç – hiç kimsenin açıktan hedef alamayacağı bir güçtür. Ve bu durum, bizlerin mücadelesinde en büyük avantajımızdır.
Öte yandan sosyalizm yüzyılın sonunda elde ettiği başarılarıyla Sosyalizm, artık bütün insanlık için neoliberal kapitalist sistemin karşısındaki biricik seçenektir.
İşte bu noktada Atatürk’ün önderlik ettiği Devrimin, Sosyalizmle olan ilişkisi tarihi önemde bir olgudur. Bugüne kadar sağdan ve soldan farklı gerekçelerle gizlenen gerçek; yani Atatürk’ün “Türkiye’ye özgü sosyalizm” düşüncesi ve bu yöndeki uygulamaları geniş kitlelerin bilincine çıktıkça, bu durum Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu devrimin kapısını aralayacak altın anahtar olacaktır.
Yıldırım Koç arkadaşımız, okuyacağınız bu çalışmasıyla, bu gerçeğin bilince çıkarılmasında önemli bir görevin gereğini yerine getirmiştir.
Paylaş