1970’li yıllarda ağırlıklı olarak üç büyük kentte etkinlik gösteren dershaneler, 1980’li yılların başında yeni bir ivme kazanarak yaygınlaşma seyri izledi. Bunda yeni bir sosyoekonomik konjektürün etkisi olduğu düşünülebilir. Öncesinde 24 Ocak kararlarıyla birlikte ülkemize biçilen yeni gömleğin; 1980 sonrası neoliberal politikaların, eğitimin ticarileşmesindeki etkisi kaçınılmazdır. Artık eğitimin, devletin sırtında bir kambur/yük olarak görülmesiyle kamusal alandan çıkarılmaya başlanmasıyla birlikte, dershane ve kolejler de yaygınlık kazandı.
Bir süre sonra da öğrenci ve çocuklarının okuması için her türlü fedakârlığa hazır velilerde kademeler arası geçişte uygulanan merkezi sınavlar sonunda istenilen bir okula yerleşmek için resmi okullarda verilen eğitimin yetersiz olduğu algısı oluştu. Büyük kentlerden başlayarak bu algının doyuma ulaşması için her ilde dershaneler açılmaya başlandı. Ve giderek, ilçelerde de…
Bu yıllarda genellikle emekli öğretmenler, dershaneler için öncelikli personellerdi. 12 Eylül’ün yarattığı baskı ve 1402 numaralı sıkıyönetim yasası gereği meslekten atılan öğretmenler kendilerine dershanelerde yer buldu. Onlar için bir çalışma alanı oluştu. Sonraki yıllarda da liselerin başarılı, deneyimli öğretmenleri istifa ederek ya da büyük vaatlerle ettirilerek dershanelere geçiş sürdü. Milli Eğitim’de aldıkları maaşın üç/dört katı ücretler, öğretmenlere teklif edilmeye başlanınca, kamu hizmetinin sağladığı özlük haklarından vazgeçiş ve resmi okullarda kaçış, beklenenin üzerine çıktı.
İnsanca yaşama, geçinmeye; kültürel, sanatsal etkinlikleri izlemeye yetmeyecek öğretmen maaşları, Milli Eğitim’den kaçışı hızlandırdı. Siyasal görüşlerinden, TÖBDER kökenli olmalarından dolayı bir tür sürgün yaşayan öğretmenler dershanelere yöneldi. Bu durum, resmi okullar için önemli bir kan kaybıydı. Dünyaya, olup bitene soldan bakan bu öğretmenler, özel sermayenin biçimlendirdiği dershanelerde, bu bakışlarını yeterince içselleştiremediklerinden olsa gerek, bu süreçte çoğu öğretmenlik etiğini hiçe sayıp adeta canavara dönüşerek eğitimdeki sömürü düzeninin önemli özneleri oldular!
Resmi okulların kırk elli kişilik sınıfları yanında, okullardaki başka fiziksel yetersizliklerine ilişkin sorunların çözülememesi, okulların sınav gruplarındaki öğrencilerin ve mezunların sınav hazırlık gereksinimlerinin resmî kurumlarca sağlanamaması, dershaneleri, vazgeçilmez kıldı. Dershaneler, sağladığı fiziksel olanaklar, öğrencilere tanıdığı serbestlikle birer cazibe merkezi oldular.
Laboratuvarsız fen, müzesiz tarih, kütüphanesiz edebiyat eğitimi düşünülemez. Ama Dershanelerde öğrencinin böyle bir talebi olmadığı gibi, kurumların da böyle bir eksikliğin giderilmesine ilişkin çabası olmadı. Bu bir sorun olarak görülmedi hiçbir zaman; tam tersi, laboratuvara da ne gerek var algısı sisteme egemen oldu. Bu da ezberci eğitimin yolunu sonuna kadar açtı. Test cambazlığıyla, doğru seçeneğe ulaşma/ulaştırılma madrabazlığıyla eğitimdeki olumsuzluk giderek kök saldı ve yaygınlaştı; hatta bir salgın hastalık gibi resmi okullara bile bulaştı.
Dershanelerde öğrenci ve öğretmenler için milli eğitimdeki giyim kuşam zorunluluğu yoktu. Kız-erkek ilişkileri için dershaneler daha fazla özgürlük alanı demekti. Bu arada öğrenci-öğretmen ilişkileri de liselere göre baskıdan uzak, daha demokratik seyrediyordu. Tüm bunlar, öğrenci ve öğretmenler için kaçınılmaz bir özgürlük/çekim alanı oluşturdu. Örneğin, öğrencinin dershanede, hatta öğretmeniyle karşılıklı, sigara içmesi bir disiplin sorunu olmaktan çıktı. Sevgililer el ele, baş başa, diz dize (öğretmenin tutumuna göre) ağızda sakızla ders dinleme (!) itiraz edilir, yadırganır bir durum olmaktan çıktı. Buna karşı çıkan, bu konuda duyarlık gösteren öğretmenler de anlayışsız, hoşgörüsüz, ilkel gibi sıfatlarla hem öğrencilerce hem de kurum sahiplerince dışlandı, istenmez eleman ilan edildi. Öğretmenlik etiğini, meslek onurunu her şeyin üzerinde tutan meslektaşlarımızı bu belirlemenin dışında tutuyoruz elbette.
80’li ve 90’lı yıllarda hatta 2000’li yılların başında sistemin açıklarından yararlanan dershane sektöründe ciddiye alınır paralar kazanıldı, bir sermaye birikimi oluştu. Vergi denetimlerinin sıkı yapılmayışı, haksız kazancın da yolunu açtı. Dershanelerde gerçek öğrenci sayısı hiçbir zaman doğru bildirilmedi. Müfettiş denetimlerinde dershanelerde gerçek öğrenci sayısının kaç olduğuna ilişkin ciddi araştırmalar yapıl(a)madı. Öğretmenlerin maaşları hep asgari ücretten gösterildi. Milli eğitimde bir öğretmen -örneğin- ayda 5 birim kazanırken daha çok kazanması gereken bir dershane öğretmeninin neden 1 birim kazandığını hiçbir resmi yetkili sorgulamadı, bunu aklın işleyişine aykırı bulmadı.
Daha önce öğretmen ve personel maaşları elden, bir zarf içerisinde verilirken; bir süre sonra bir bölümü bankaya yatırılmaya, bir bölümü elden ödenmeye başlandı. Bankaya yatırılan resmi ücret bile bir milli eğitim öğretmeninin maaşının çok gerisindeydi. Bu vergi kaçırma oyunu herkesin gözü önünde yıllarca sergilendi, sergileniyor.
Dershanelerde öyle bir sistem vardır ki hiçbir çalışan, diğerinin gerçek maaşını bilemez. Gerçek maaşların kimseye söylenmemesi gerektiği, her sözleşme döneminde öğretmenlere altı kalın çizgilerle çizilerek vurgulanır. Her öğretmen kendi maaşını diğerlerine göre en yüksek olduğu sanısıyla mutlu olur, kendisine biçilen ücrete razı edilir. Dershane öğretmenleri, bu görevleri dışında dershanenin testlerini ve kitaplarını da hazırlamakla yükümlüdür ancak bunun için ona bir ücret ödenmez.
Dershane öğretmenlerinin maaşlarının resmi okul öğretmeninkinden iki üç kat daha fazla olmasının nedeni girdiği ders sayısıyla ilgilidir. Dershanelerde bir öğretmen en az kırk saat derse girer, elli altmış saat girenler de vardır. En rantabl üretim aracı en az ücretle en çok derse giren öğretmendir!
Bu sermaye birikiminin bir bölümü kolejlere de evrildi. Öğrenci sayısı yönüyle kalabalık, köklü kitle dershanelerinin kolejleri de eğitim piyasasında yerini almaya başladı. 2000’li yılların başından itibaren de KPSS dershaneleri devreye girdi. TUS ve benzerleri de elbette…
Dershanelere öğrenci akışı rastgele olmakla birlikte bir elin yönlendirmesinin de olduğu bir gerçeklikti. Emekli olan okul müdürlerinin yeni adresi dershaneler oluyordu. Bunlar dershane müdürü olduktan sonra önce ayrıldıkları okulu üs olarak seçiyorlardı. Tabi iletişim becerileriyle(!) diğer okullar. Dershane müdürlerin asıl görevi kurum yöneticiliğinin ötesinde, çalıştıkları kuruma öğrenci çekmekti. Hatta aynı dershane de resmi okuldan emekli üç dört okul müdürünün farklı sıfatlarla çalışması bile söz konusuydu: Müdür, koordinatör, koordinatör yardımcısı… Düşünün dershanede üç dört müdür… Bazı okul müdürlerinin, müdür yardımcılarının gizli dershane ortaklıkları da bilinen bir gerçektir.
2000’li yıllarda iktidarın değişmesiyle birlikte dershane sermayesi de el değiştirmeye başladı. Cemaat/ tarikat dershaneleri ve iktidara yakın daha güçlü bir sermaye yapısıyla boy gösterdi. Tabi bu kurumların güçlü yayın kuruluşları da… Maliye ve Millî Eğitim Bakanlığı da onlardan yana tavır koyunca eskinin köklü dershaneleri birer birer küçülmeye, kapanmaya başladı.
Dershane öğretmenlerinin aylık ücretleri, giderek düştü bu süreçte. Çalışma koşulları daha da ağırlaştı. Girdikleri derslerin bir bölümü ücretsiz etüt kabul edildi. Böylelikle haftada kırk saat derse giren bir öğretmenin maaşı otuz saat üzerinden ödenmeye başlandı.
Atanamayan öğretmenler de bu sürecin aktörü kılındı. Ucuz iş gücüne olağanüstü bir malzeme oluştu onlarla birlikte. Bazen asgari ücretle çoğu zaman da asgari ücretin de altında vahşi kapitalizmin en ilkel çarkları dönmeye başladı. Yirmili yaşlarda, yeni mezun, atanamayan öğretmenlerden oluşan dershanelerde bu durum; “dev kadro”, “süper eğitim” gibi reklamlarla pazarlanır oldu. Bu tür yapılanmalar, yeni öğrenci tipini “eğlendiren” merkezler olarak ilgi gördü, görüyor. Sözünü ettiğim bu öğrenci tipi dersle ilgisiz, elde cep telefonu, ödev yok, soru bankalarındaki sorular neredeyse boğaz tokluğuna çalıştırılan etüt öğretmenlerince çözülecek. Dershaneyse sosyal ve bireysel ilişki mekânı olarak işlev görecek!
Bu arada şu tip kurumlar da palazlanmaya başladı ve ciddi paralar kazandılar, kazanmaya da devam ediyorlar: Sosyal medyadaki reklamlarına tanık olmuşsunuzdur. Örneğin Türkçede, paragrafın ilk bir iki cümlesini okuyarak ya da yalnızca soru kökünü okuyarak soru çözdürme yöntemi… Sert sessizleri öğrenmeye gerek yok. Fıstıkçışahap sözcüklerindeki ünlüleri atın, işte size sert sessizler: fstkçşhp. De, mi, ki; nerede ayrı, nerede bitişik yazılır bunu öğrenmeye gerek yok. Sanki, madem ki, öyle ki gibi sözcükler bitişik mi yazılır, ayrı mı; bilmeye gerek yok. Bunları “son bahçem” olarak aklınızda tutun, yeter. Edebiyatta dönemleri ve yazarları öyle uzun uzun çalışıp akılda tutmak gereksiz. Yedi Meşalecilerin adını söyle bir yöntemle aklımızda tutacağız: Cevdet Kudret, Vasfi Mahir, Ziya Osman, Yaşar Nabi, Muammer Lütfi, Sabri Esat, Kenan Hulusi. Adlarının ilk harfleri şu sözcüklerde: CeViZleri YeMeSeK. Garip Akımı sanatçılarını adını, özelliklerini o kadar bilmeye gerek yok. Orhan Veli, Melih Cevdet, Oktay Rıfat için; adlarının ilk harfleri: OMO… Bu tür şarlatanlar denetlenmediği ölçüde kendilerine yeni sömürü alanları yarattılar.
Dershanelere öğrenci çekmenin bir yöntemi de “indirim” aldatmacasıdır. Mühendis odalarına, barolara, meslek örgütlerine gidilip size yüzde on, on beş indirim uygulanacak denir. Hatta kurum yöneticileriyle bir sözleşme bile imzalanır. Öğrenci için standart bir ücret olmadığı için veli gerçek anlamda bir indirim olduğu sanısıyla kandırılır.
Velinin bir önceliği de dershanenin bir önceki yıl başarısıdır. Öğrencilerimiz şuraları, buraları hatta oraları bile kazanmıştı diye veli avlanır. Neredeyse her dershane sınav sonuçları açıklanır açıklanmaz başarı listeleri asar. Örneğin Ankara/Kızılay’da yarım saat gezinin; listeleri izleyin; ODTÜ Bilgisayar’ı kazanan bin, bin beş yüz öğrenci sayabilirsiniz. Panolara bakın çoğunluk ODTÜ, BİLKENT, HACETTEPE, BOĞAZİÇİ, İTÜ… Oysa bu tür bölümlerin üniversitelerdeki kontenjanları kırk elliyi geçmez.
Malum cemaatle iktidarın kavgası, dershaneciliğe karşı genel bir savaşa dünüşünde dershanecilik günümüzde artık bitme noktasına geldi. Kayıtlı kayıtsız, izinli izinsiz “Kişisel Gelişim Kursları” adı altında dershanecilik hızla yaygınlaşarak sürüyor.
Anayasadaki tanımıyla sosyal devletin; parasız, bilimsel, laik kaliteli bir eğitim verme gibi yükümlülüğü var. Çözüm; tartışmasız, kayıtsız koşulsuz burada. Çağın gereklerine göre okullar, eğitim kurumları yaşama geçmeli. Tarikat ve cemaatler, eğitim kurumlarından tasfiye edilmeli. Devletin ciddi bir öğretmen yetiştirme programı olmalı. Atatürk ve Cumhuriyet değerlerini temel alan bir eğitim felsefesi geliştirilmeli.