Ülkemizde yüzyıllarca ulaşılamayan bilimsel ve laik eğitimin temeli, 3 Mart 1924’te yasalaşan Öğretim Birliği’yle (Tevhid-i Tedrisat) atılır. Bugün de geçerliliğini koruyan, ancak Karşıdevrim iktidarlarınca içeriği önemli ölçüde boşaltılan Öğretim Birliği Yasası, 2. Dünya Savaşı sonrasında ülkemizin yön değiştirmeye başlamasıyla uygulamada geçerliliğini yitirmeye başlar. Bu, aynı zamanda bilimsel-laik eğitimin Karşıdevrim iktidarlarınca adım adım yok edilmesine giden gerici dönüşüm sürecidir. Günümüzde eğitimin aldığı biçim, ilk büyük kırılması Köy Enstitülerinin kapatılmasıyla başlayan, sonraki yıllarda da bu kırılmaya eklenen yeni adımlarla Karşıdevrim’in yarattığı sonucun ürünüdür. Bugün ülkemizde din eğitimi veren orta dereceli okulların sayısı 5 bini aşmış, artık eskisi gibi gizlenme gereği duymayan medreselerin sayısı 20 bine yaklaşmıştır. Bunların bir üst aşaması olan ilahiyat fakültelerinin sayısı ise 100’ün üstündedir.
2000’li yılların başından günümüze doğru hızlanan bu gelişmeye karşın eğitimi dincileştirme sürecinin son 4-5 yıl içinde duraklamaya, hatta gerilemeye durduğunu; dolayısıyla laik çevrelerde zaman zaman su yüzüne vuran “şeriat” devleti olma kaygısının ürünü olan karamsarlığın da yersiz olduğunu vurgulayalım, sözün başında.
Cumhuriyet öncesinde, Batı’nın “Hasta Adam” olarak adlandırdığı, 19. yüzyılın ortalarından sonra çöküşü hızlanan Osmanlı İmparatorluğu’nun Tanzimat (1839) ve her iki Meşrutiyet Dönemlerinde açılan modernleşme kanallarından, güçlüklerle de olsa alttan alta varlığını duyuran gelişmeler görülür. 1846’da, eğitim işlerini düzenlemek üzere Meclis-i Maârif-i Umûmiye (Genel Eğitim Meclisi)’nin kurulması, 1848’de ilk erkek öğretmen okulunun (Dârülmuallimin) açılması, 1857’de Eğitim Bakanlığı (Maarif Nezareti)’nın kurulması, 1869’da Genel Eğitim Tüzüğü (Maarif-i Umumiye Nizamnamesi)’nün yürürlüğe girmesi, 1891’de Yüksek Öğretmen Okulu (Dârülmuallimin-i Âliye)’nun, 1913’te Ana Muallime (Okulöncesi) Mektebi’nin açılması, Cumhuriyet’e giden sürecin önemli kilometre taşlarını oluşturur. Özellikle II. Meşrutiyet, öğretmen yetiştirmede çağdaş düşüncelere kapı aralayan önemli bir dönüm noktasıdır. İstanbul Erkek Öğretmen Okulu Müdürü Satı Bey, Maarif Nazırı Emrullah Efendi ile öğretmen kökenli İsmail Mahir Efendinin bu anlamda önemli çabaları vardır.
15-21 Temmuz 1921 Maarif Kongresi: Cumhuriyet döneminde izlenecek eğitim politikasıyla ilgili kılavuz niteliğindeki bu kongrenin açış konuşmasında Mustafa Kemal şunları söyler: “… bir ulusal yetiştirme programından söz açarken, eski çağdaki asılsız uydurmalardan, yaradılışımıza hiç de uymayan yabancı düşüncelerden, Doğudan ve Batıdan aşırma bütün etkilerden büsbütün uzak, ulusal ve tarihsel doğamıza uygun bir kültürü öne sürmüş oluyoruz. Çünkü Türk idaresinin gerçek gelişmesi ancak böyle bir kültürle sağlanabilecektir.”
Kongrede ilkokul süresinin 5 yıla çıkarılması, yabancı ve özel okulların kapatılması gibi kararlar alınır.
CUMHURİYET DÖNEMİ: BAĞIMSIZLIKÇI, AYDINLANMACI, HALKÇI…
Cumhuriyetin ilanından yaklaşık bir yıl sonra, 3 Mart 1924’te çıkarılan ve gerekçesinde “Bir millet bireyleri ancak bir eğitim görebilir. İki türlü eğitim bir ülkede iki türlü insan yetiştirir. Bu ise, duygu ve düşünce birliği ile dayanışma amaçlarını tamamen yok eder” denilen 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretimin Birleştirilmesi Yasası) ile tüm okullar Maarif Nezareti’ne bağlanmış, sıbyan mekteplerinden medreselere, Enderun okullarından tekke ve zaviyelere uzanan çok başlılık ortadan kaldırılarak eğitim ve öğretimde ulusal bütünlük sağlanmıştır.
Ana çizgileriyle sıralayacak olursak; Öğretim Birliği Yasası’nın hemen ardından çıkarılan 1924 Anayasası ile her türlü eğitim ve öğretimin hükümetin gözetim ve denetiminde olacağı, her kadın ve erkeğe ilköğretimlerini tamamlama zorunluluğu (Madde 87) getirilmesi, 1928’de Millet Mektepleri’nin, 1932’den sonra kentlerde Halkevleri ile köylerde Halk Okuma Odalarının açılması, 1933’te gerçekleştirilen üniversite reformu, 1936’da Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’ın Atatürk’ün yönlendirmesiyle “Köy Eğitmeni Projesi”ni başlatması, 17 Nisan 1940’ta eğitim tarihimizin en parlak kurumları olan Köy Enstitüleri’nin açılması, genç Cumhuriyet’in erişilebilir, karma, laik ve bilimsel eğitim yolunda kısa sürede kat ettiği yolun kilometre taşlarıdır.
GÜNÜMÜZE UZANAN KARŞIDEVRİM ATAĞI
1943’te toplanan 2. Milli Eğitim Şûrası’nda Köy Enstitüleri aleyhine başlatılan yaygın kulis ‘çalışması, yakın gelecekte olacakların habercisidir. Nitekim 1946da, Köy Enstitülerinin mimarları Bakan Hasan Ali Yücel ve Genel Müdür İsmail Hakkı Tonguç görevlerinden alındı ve yerine Köy Enstitülerine karşı olan Reşat Şemsettin Sirer getirildi. 1947’de çıkarılan 5117 ve 5129 sayılı yasalarla öğretmene toprak verilmesi güçleştirildi, öğretmenlere dağıtılan kitaplar, tarım ve yapı araçlarıyla hayvanlar geri alındı. Öğretmen, artık köyünün yapıcısı değil, yalnızca okuma yazma öğreten bir memura dönüştürüldü.
- 1948’de çıkarılan 5012 ve 5210 sayılı yasalarla köylü yurttaşların kendi okullarını yapma yükümlülüğünün kaldırılması; 1947-1948 öğretim yılında Köy Enstitülerinin beyin kadrosunu yetiştiren Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nün kapatılması; 29.04.1947’de bir yönetmelikle öğrencilerin okul yönetimine etkin katılımlarının önlenmesi; 1954’te Köy Enstitüleri’nin İlköğretmen okullarıyla birleştirilmesi gibi temeli sarsan adımlarla 18. yılına girmek üzere olan AKP iktidarına bağlanan Karşıdevrim süreci, ülkemizi, özellikle 4+4+4’le simgeleşen bugünün parçalı, Sünni İslam öğretisi odaklı, 150-200 yıl öncesinin sıbyan mektepleriyle medreselerine dönüşü düşleyen dayatmaların yaşandığı günlere getirdi. Hasan Âli Yücel’in yerini alan Reşat Şemsettin Sirer (5.8.1946-9.6.1948 arası Milli Eğitim Bakanı) eliyle başlayan imam hatipçilik, özellikle sağ iktidarların din sömürüsüne dayalı siyasalarında öncelikli araç olarak kullanılmıştır. 1950-1960 arası DP iktidarının başbakanı Adnan Menderes’in 27 Kasım 1954’te kendi milletvekillerine söylediği “Siz Anayasayı değiştirip Hilafeti bile getirebilirsiniz” sözüyle başlayıp sonraki yılların iktidarlarında sarf edilen sözlerle aynı doğrultuda yoğunlaşan uygulamaları birkaç örnekle anımsamak, 21. yüzyıl başlarının Türkiye’sini anlamamızı kolaylaştırır:
“Bu Hakkı Tonguç bir müddet Talim Terbiye’de kaldıktan sonra Atatürk Lisesine resim hocası yapılmıştır. Hakkı Tonguç, değil İlk Tedrisat Umum Müdürü, değil Talim Terbiye heyeti azalığı, değil resim hocalığı, Türk çocuğunun karşısına çıkamayacak kadar bu memlekete hıyanet etmiş bir adam olması sıfatıyla onun oradan tutulup atılması şükür olsun, bize nasip olmuştur” (Tevfik İleri, DP Dönemi Milli Eğitim Bakanı, 19 Kasım 1951).[1]
“… biz laik okullara karşı imam hatip okullarını bir ‘alternatif’ olarak düşünüyoruz. Devletin kilit mevkilerine yerleştireceğimiz kişileri bu okullarda yetiştireceğiz” (Cevdet Sunay, 1960-1966 arası Genelkurmay Başkanı, 1966-1973 arası Cumhurbaşkanı).[2]
“İmam hatip okullarının gayesi sadece din adamı yetiştirmek değildir. Dinini bilen Türk vatandaşı doktor, mühendis, hâkim olsa daha iyi değil mi? (…) Bu okulların önü üniversiteye açıktır. Onu biz yaptık… Şayet Kuran kursları veya din eğitimi, bu kanuna (Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na) ters düşüyorsa yanlış olan, din eğitimi değildir. Tevhid-i Tedrisat Kanunu’dur” (Başbakan Süleyman Demirel).[3]
“Bakanlıkta 26 Komisyon kurduk. Bu komisyonlar, Bakanlığın tüm işlerini tek tek inceliyor. Eski hükümet döneminde okullara Arapça din dersi konulması konusundaki çalışmaları da bu komisyonlar yürütüyor.” (12 Eylül Hükümeti’nin Milli Eğitim Bakanı Hasan Sağlam)[4]
“Araştırmalara göre seçmeli olan din dersini öğrencilerin çoğu okumaktadır. Bu nedenle Din dersinin zorunlu olarak devlet okullarına konması için çalışmalar sürdürülüyor” (Hasan Sağlam).[5]
“Zorunlu Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersinin okutulmasına bu öğretim yılında başlanacak” (Milliyet, 25 Ekim 1982).
“Milli Eğitim Bakanlığı’nın Talim ve Terbiye Kurulu toplantısına, yine bu kurulun genel sekreterliğince sunulan ‘okullarda sabahleyin ant içme yerine dua edilsin’ önerisi, göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir” (Bilal Dilber, Öğretmen Dünyası, Ekim 1982).
“Banaz Kaymakamı, derste Darwin’i anlatan öğretmenin maaşının onda birini kestirdi” (Cumhuriyet, 11 Ağustos 1985).
“Bakan Vehbi Dinçerler, il ve ilçe Milli Eğitim Müdürleri toplantısında, ders kitaplarında Cumhurbaşkanı’nın direktifleri doğrultusunda yüzde 70 oranında İslami görüşe yer verildiğini açıkladı” (Güneş, 17 Ekim 1985).
“Aydın Ortaklar Öğretmen Lisesi’nde kız ve erkek öğrencilerin birlikte yemek yemeleri yasaklandı (Milliyet, 28 Haziran 1986).
“MEGSB’nin ilköğretim müfettişliği için sınava çağırdığı öğretmenlere ‘32 farz nedir? Namazın şartları nelerdir? Öğle namazını kılmak için neler yaparsınız? Bildiğiniz iki duayı okuyunuz” gibi sorular soruldu” (Cumhuriyet, 12 Eylül 1986).
“Akyazılı Eğitim vakfı Özel Aziziye Lisesi, Başbakan Özal tarafından açıldı. Nurcuların liderlerinden Fethullah Gülen’in kurduğu Akyazılı Vakfı’na ait olduğu öne sürülen liseye alınan 500 öğrencinin vakıf tarafından seçildiği bildirildi” (Güneş, 4 Aralık 1987).
“Kur’an kursu sayısı, ortaokul ve liselerin sayılarından fazla. Milli eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı raporlarına göre Türkiye’de 10.000’in üzerinde denetimsiz Kuran kursu bulunuyor. Raporda, denetim altındaki kurs sayısını 3.900 olarak gösteriyorlar” (Günaydın, 2 Ocak 1987).
Devlet eliyle bir ikili eğitim yapıldığını bildiren SHP Ordu Milletvekili Bahriye Üçok, eğitimin devletin gözetimi ve denetimi altında çağdaş bilim esaslarına göre yapılmasının Anayasa emri olduğunu söyledi.
“Milli Eğitim Bakanlığı’ndan öğrencilere ve okullara öneri örnekleri: Muskanın hastalıklara iyi geldiği bilimsel bir gerçektir. Eğer, bir kimse dinden dönerse, telkinle imana davet edilir, kabul etmezse katli vacip olur” (Milliyet, 20 Ocak 1987).
“Milli Eğitim Bakanlığı’nca yayımlanan 1985 istatistiklerine göre 375 İmam-hatip Lisesi vardır. Orta kısımlarında 134 bin 794, lise kısmında ise 83 bin 157 olmak üzere toplam 217 bin 951 öğrenci bulunmaktadır” (Güneş, 6 Şubat 1987).
“Milli Eğitim Gençlik ve Spor Müdürü’nün önerisi üzerine, eski Tunceli Valisi Kenan Güven’in, vaizlerin ilkokullarda öğretmenlik yapmasına ‘olur’ verdiği öğrenildi. Vali, Cumhuriyet muhabirine ‘Bunlar konuya vakıf kişilerdir’ dedi” (Cumhuriyet, 23 Şubat 1987).
“Aydın’da yaşları 10-12 arasında değişen, açık renk kıyafetli 30 kadar çocuk her gün beyaz elbiseli, yeşil fesli ‘dini lider’ Mustafa Tutkan’ın önderliğinde ilahiler söyleyerek şehir turu yapıyorlar” (Hürriyet, 29 Ağustos 1987).
“Erbakan, Tarsus ve Mersin’de yaptığı konuşmalarda ‘İktidara geldiğimizde tüm ortaokul ve liselere tefsir ve hadis dersleri koyacağız. Bir rektör, genç kızlarımızın başörtüsünü almaya kalkarsa onu hapse attıracak kanunlar çıkaracağız’ dedi. (25 Ocak 1988 günlü gazeteler).
“Ankara-Sincan Lisesi’nde öğrencilerin yılbaşı nedeniyle birbirlerine aldıkları hediyelerin, okul müdürü Musa Durdu tarafından ‘yılbaşı örf ve âdetlerine aykırı’ diye toplatıldığı bildirildi” (Cumhuriyet, 3 Şubat 1988).
“Yarıyıl tatilinde MEGS Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği “öğrenci umresi”ne katılanların çoğunluğunu imam hatip liseleri oluşturdu. Bu yıl Umre’ye Isparta Lisesi’nden 10 öğrenci, 27 öğretmen ve eşleri katıldı” (Milliyet, 20 Şubat 1989).
Sayısı 383’e ulaşan İmam Hatip okullarına 150 milyar lira bağış yapıldığını açıklayan MEGS Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürü Halim Hayıt, İmam Hatip okullarının bu bağışlarla yaygınlaştığını söyledi” (Cumhuriyet, 20 Şubat 1989).
BAŞARAMAYACAKLAR!
Toparlarsak: Adnan Menderes döneminde 19, İsmet İnönü döneminde 7, Süleyman Demirel döneminde 327, Bülent Ecevit döneminde 33, Turgut Özal döneminde 90, Mesut Yılmaz döneminde 23, Tansu Çiller döneminde 13 ve Necmettin Erbakan döneminde 97 imam hatip okulu açıldığı saptanmıştır.
Yukarıdaki demeç ve uygulamalarla ilgili verilebilecek sayısız başka örnekten çıkan sonuç şudur: Bugüne bağlanan yolun taşları yaklaşık 75 yıl boyunca döşenmiştir. Tarihsel her olay ve olgu, neden-sonuç ilişkileriyle anlaşıldığına göre, bugün yaşananlarda şaşırtıcı bir yan yoktur.
AKP iktidarında eğitim sistemi 2012’de başlayan 4+4+4 uygulamasıyla içerik ve biçim yönünden din odaklı dönüşüme zorlanmış, MEB’in çabalarına Diyanet İşleri Başkanlığı, dinci vakıf ve dernekler, yerel ve genel yönetim kurumlarının yoğun çabalarıyla bugün sayısı 4 bin 500’ü bulan imam hatip ortaokul ve liselerinde 1 milyon 300 bin dolayında öğrenci öğrenim görmektedir.
Eğitimimizin gericilikle sınavını bugünkü iktidarın salt imam hatipçilik tutumuyla sınırlamamak gerektiği ortadadır. Bakanlığın bütün eğitim kurumlarında dayattığı kadrolaşma, ders izlencelerini sürekli değiştirerek bilimdışı içerikle doldurma, eğitim kurumlarında zaten zayıf olan demokratik katılım kanallarını bütünüyle tıkamanın yol açtığı olumsuz sonuçlarını yaşıyoruz. Olup bitenler karşısında olması gereken örgütlü müdahalenin gerçekleşmemesi de bu sonucun bir başka etmenidir.
Ancak, başta da vurgulandığı gibi “yaşamda en gerçek kılavuz” olan bilim yerine hurafeye ve baskıcı uygulamalara dayalı eğitim siyasasıyla iktidar artık duvara dayanmıştır. Halk, özellikle okul seçiminde başvurulan zorlamalara, dayatmalara dur demektedir. Dikkat edilirse –okul sayısındaki artışa karşın- son üç yıldır imam hatiplerdeki öğrenci sayısında artış yerine duraklama ve gerileme söz konusudur. Bu durum, uzun süredir uzaklaşılan Cumhuriyet’in karma, bilimsel, laik ve halkçı eğitim temelinde kaçınılmaz olarak yeniden buluşulacağının önemli göstergesidir.
[1] https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/GZC/d09/c010/gcz09010006.pdf
[2] Işık Kansu, Türkiye Üzerinde Rabıta Gölgesi-5, Cumhuriyet, 30.11.2012)
[3] Özdemir İnce, Aydınlık, 07.05.2012
[4] Yankı Dergisi, 10-16 Kasım 1980
[5] Cumhuriyet, 28 Temmuz 1981