Eğitimin “Gini”si

Haziran merkezi sınavlar ayı. Bu yıl nitelikli bir lise için en az 1 milyon 300 bin, gönlündeki bir üniversite için de 3 milyon 243 binden fazla genç, geleceklerini “kazanmak” için merkezi sınavlarda piste çıkacaklar. “Kazanmak” dediysek; o, illüzyondan başka bir şey değil, tıpkı okunan bir kitaptaki kimi dizgi yanlışlıklarının farkına varılamaması gibi. Kapitalizm yaratıyor bu illüzyonu; biz de bu yazıda yarışmacı/rekabetçi eğitim kitabının dizgi yanlışlarını göstermek istiyoruz.

Kapitalizm ve ölçme

Ölçme, sınıflı toplumların olmazsa olmazıdır. Kâr-zarar hesaplarının yapılabilmesi, girdi-çıktı dengesinin sağlanabilmesi ve sınıfsal konjonktürün sürdürülmesi bütünüyle buna bağlıdır. Bu en çok kapitalizm için böyledir. Kuşkusuz kapitalizm öncesi toplumlarda da insanlar ölçüp biçiyordu; ama bunları pek de standart olmayan nesnelerle yapıyorlardı. Öyle olunca da ölçümler bugünküler gibi milimetrik olmuyordu.

Verim kârlılıkla, başarı sınavla test ediliyor. Neoliberal üst ve orta sınıf aileler, bunu kendi statülerinin devamı için bir yarış hatta savaş hâline getirirken, “düzen”in hamisi de “Bilgi tabanlı ekonominin ihtiyaç duyduğu insan gücünü yetiştiren özgürlükçü, üretken ve rekabetçi bir eğitim sisteminin” kaçınılmazı görüyor. (Nasıl olup da “özgürlükçü ve rekabetçi” sıfatları aynı ismi birlikte nite-lendirilebiliyor, anlamak kolay değil!)

Bugün artık insanı salt bir nicelik olarak gören ‘kapitalizmertesi’ (postkapitalizm) sistem, bu “nicelikte” ölçülmedik bir yan bırakmıyor. Onu sadece maddi varlığı ve gereksinimleriyle değil, bütün bir duygu dünyasıyla ölçüye vuruyor. Kârlılığını bu veriler doğrultusunda yeniden kurguluyor. Sürdürülebilirliğini borçlu olduğu eğitim, öğrenciyi virgülden sonra üç basamakla ifade edecek kadar detaylı bir listelemeye tabi tutuyor. Tabii ölçülen öğrencinin duygu, değer, moral ve bilgi dünyası olmuyor; sadece yineleme yeteneği, sistemin bilgi ve değer anlayışı konuyor şıklar terazisine. Böylece sınav bir ‘fırsat’ olmaktan çıkıp kopyaya, çalmaya ve adam kayırmaya, yani ‘fırsatçılığa’ dönüşüyor.

Ama bu sayısal iyileşmenin kamu kaynaklarıyla desteklenen özel okulculukla mümkün olduğunu; bunun da eğitime erişimde sosyoekonomik bakımdan dezavantajlı nüfusun aleyhine eşitsizlik ürettiğini; eğitimimizin, kamusallıktan ve bilimsellikten uzaklaştıkça uluslararası listelerde sonlara düştüğünü; dolayısıyla eğitimde hedefledikleri “üretken ve rekabetçi” kalifiye elemanı bile yetiştiremediklerini söylemiyor tabi. Onu başkaları söylüyor, sistemin ölçme uzmanları.

Ağzını her açtığında sınav odaklı bir eğitim sistemini eleştiren “liberal” Milli Eğitim Bakanı’mızın, Covid-19 olanca gücüyle saldırdığında merkezi bir sınavdan vaz geçilmesi için bulunmaz bir fırsat bulmuşken, bu konuda en küçük bir adım bile atmamıştı. Bakan, atanmadan önce nasıl bir “mülakat”tan geçtiğinin önemli bir göstergesi oldu bu! Özel okul patronluğunun varlık nedenini, rekabetçi eğitim sisteminin sınav odaklılığına borçlu birinin böyle bir mülakatı kaybetmesi düşünülemezdi bile; tıpkı özel hastane sahibinin Sağlık Bakanı, tur şirketi patronunun turizm Bakanı olmamasının düşünülemeyeceği gibi, Türkiye’de kamu hizmetleri de bire kadar özelleşiyordu çünkü!

Eğitimde nerden baksak net bir biçimde gördüğümüz iki eğilimden biri eğitimi özelleştirme, diğeri dinselleştirme. Bu iki eğilim, hükümet marifetiyle artık tümüyle kurumsallaşma sürecini tamamladı. Birincisi, mali destek ve teşviklerle devlet güvencesine kavuştu; ikincisi, saray direktifleri ve cemaat protokolleriyle hükümet korumasına alındı. Tabi bunlar, çok gürültü koparmasına karşın, eğitimde “sessiz devrim” olarak nitelendi. Gerçekte devrilen neydi? Bir cümleyle söylemek gerekirse, Cumhuriyet dönüşümlerinin motoru olan eğitim sisteminin halkçı, aydınlanmacı karakteriydi.

Gini katsayısı ve standart sapma

“Gini katsayısı”nı biliyorsunuz, istatistikçi ve sosyolog Corrado Gini tarafından geliştiril. Bir ülkede gelir eşitsizliğini temsil eden istatiksel dağılım ölçüsü. Ülkenin millî gelirinin nüfusa dağılımındaki eşitliği ya da eşitsizliği gösteriyor. Gini katsayısını ifade eden değer 1’e yaklaştıkça gelir dağılımındaki eşitsizlik artıyor, yani yoksulla varsıl arasında gelir bakımından derin bir uçurum meydana geliyor. Bu katsayı sıfıra (0) yaklaştıkça ülkenin gelir dağılımı da eşitliğe yaklaşıyor, yani yoksulla varsıl arasındaki gelir farkı azalıyor. Başka bir deyişle orta sınıf genişliyor, refah tabana yayılıyor.

Ekonomide eşitsizlik, eşittir eğitimde eşitsizlik!

Ama DİSK-AR’ın (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi) TÜİK verilerine dayanarak yaptığı araştırmasına göre, ülkemizde toplumsal sınıflar arasındaki eşitsizlik giderek derinleşiyor. En yoksul %10’luk grup ile en zengin %10’luk grup arasındaki makas açılmaya devam ediyor. 2010’da toplam gelirden en zengin %10, en yoksul %10’dan 14,2 kat daha fazla pay alırken 2019’da 14,6 kata yükselmiş. Bu sonuç “gini katsayısı”na da yansımış ve bir önceki yıl 0,395 olan bu katsayı, 2020’de 0,410’a yükselerek sıfırdan uzaklaşmaya devam etmiştir. Avrupa’da gelir dağılımı en bozuk iki ülkeden biriyiz dersek, durumumuz daha iyi anlaşılacak.

‘Eğitimin gini’sine gelince o, merkezi sınavların test sonuçlarını gösteren ‘standart sapma’dır ki, kısaca açıklamak gerekirse, bir veri grubunda tek tek verilerin grup ortalamasına uzaklığını gösteren değerdir. Örneğin verileri 14, 15, 16 olan A grubunun ortalaması 15; verilerin ortalamadan tek tek farklarının kareleri toplamını, veri sayısının bir eksiğine bölüp sonucun karekökünü alırsak standart sapmasının 1 olduğunu görürüz. Öte yandan verileri 5, 10, 30 olan B grubunun ortalaması da 15’tir; ama standart sapması 13,4’tür. Veriler düzgün dağıldıkça standart sapma küçülürken, veriler arasındaki fark büyüdükçe standart sapma da büyüyor. Zenginle fakir arasındaki fark azaldıkça küçülen, açıldıkça büyüyen gini katsayısı gibi!

Yoksulluğun döngüsü eğitimin de döngüsüdür!

Ne var ki ekonominin bakanları giniden, eğitim bakanları da standart sapmadan söz etmeyi hiç sevmezler; zira şapka düşer, kel görünür! Bizse bu ikisi arasında son derece diyalektik bir ilişki buluruz. Şöyle ki: Sosyoekonomik bakımdan avantajlı ailelerin çocukları, ailelerinin bu avantajından dolayı iyi bir eğitim altyapısıyla daha nitelikli okullarda okuma fırsatı buluyorlar ve mezun olduklarında da bu nedenle daha yüksek gelirli kariyerler elde ederek, tıpkı ailelerinde olduğu gibi, sosyoekonomik avantajlarla kendi çocuklarına aynı olanakları yaratabiliyorlar. Tabi bu çomak sokulası çark, fakir aileler ve onların çocukları için de eğitim ve dolayısıyla sosyoekonomik bakımdan eşitsizlik üretmeye devam ediyor!

Bunun standart sapmayla ilişkisi yeterince anlaşılmış olmalı. İyi eğitim olanaklarına sahip nüfusun küçük bir kesimi akademik başarıda öne geçiyor. Üniversite ya da lise giriş sınavlarının hangi yıldaki sonuçlarına bakarsanız bakın, gelir dağılımındaki eşitsizliğin göstergesi gini katsayısının testlerin standart sapmalarına nasıl yansıdığını çok net görebilirsiniz. Sosyoekonomik bakımdan toplumun alt ve üst kesimleri arasındaki ekonomi ve eğitim makasının her yıl nasıl açıldığı ayan beyan ortada: Gini 1’e doğru yaklaşırken standart sapma da büyüyor.

Eşitsizliklerin Eşitliği

Son iki yılın Temel Yeterlik Testlerinin sonuçları şöyle: 40 soruluk Türkçe Testi’nde adayların ortalama neti 16,179’dan 14,288’e gerilerken; standart sapması 8,74’ten 9,215’e yükselmiş. Aynı oturumun yine 40 soruluk Temel Matematik Testi’nde ise aynı adayların ortalama neti 5,642’den 5,556’ya düşerken; standart sapması 7,936’dan 8,390’a yükselmiş. Görüldüğü gibi iki temel dersin net sayıları düşerken standart sapmaları artmıştır. Yani hem başarı düşmüş hem de başarılı olanlarla olmayanlar arasındaki uçurum derinleşmiştir, tıpkı gelir eşitsizliğindeki derinleşme gibi.

20 soruluk Fen Bilimleri’nde durum şöyle: Adayların ortalama neti 2,828’den 2,668’e düşerken testin standart sapması 4,095’ten 4,086’ya gerilemiştir. 20 soruluk Sosyal Bilimler Testi’nde ortalama net 6,003’ten 7,788’e yükselirken standart sapma da 4.051’den 4,186’ya yükselmiştir. Sayılar ve oranlar göstermektedir ki, Fen Bilimleri’nde toptan bir gerileme, Sosyal Bilimler’de ise alt gelir grubunun aleyhine bir ilerleme vardır. Değerlerin, tüm derslerde gösterdiği sonuç, standart sapmanın ideal olan 1’e uzaklığıdır!

Pandemi sürecinde eşitsizlik arttı.

Testlerin başarımında gördüğümüz bu sonucu adayların puanlarında da görebiliyoruz. Eğitimin ginisi dediğimiz ve eşitsizliğin fotoğrafını çeken bu verileri destekleyen başka istatistikler de var: Önceki yıla özgü 180 puan olan 4 yıllık okul tercihi barajının 170’e çekilmesine rağmen bu barajı adayların sayısal puanda %40’ı eşit ağırlık puanında %30’u ve sözel puanda %20’si geçememiş.

(Buna karşın özel üniversitelerin kontenjanları boş kalmıştı. Şimdi onları doldurmak için özel üniversite patronlarına kıyak yapılmış, baraj tamamen kaldırılmıştır. Bu “eğitim devrimi”yle de “Sizin zamanınızda 10 gencimizden 1’i üniversiteye girebiliyordu; bizim zamanımızda 10’u da girebiliyor.” denilerek, özel üniversitelere müşteri kazandırmakla eğitim adına övünülmüştür!)

Bütün alanlarda en yüksek puan dilimindeki aday sayısıyla en düşük puan dilimindeki aday sayısı arasındaki fark 20-80’lik Pareto farkı kadar açıktır! En başarılıyla en başarısız arasındaki farkın, en zenginle en fakir arasındaki farkla paralelliği dikkat çekicidir. En yukarıdakiler yüzlerle, en aşağıdakiler yüz binlerle ifade ediliyor!

Okul türleri arasındaki başarı farklarına ise hiç girmeyelim. MEB’in tüm yatırım ağırlığını verdiği ve gözü gibi koruyup üstüne titrediği din eğitimi temelli imam hatip liseleri, 14 lise türünün YKS başarı sıralamasında, sondan üçüncüdür; yani “gözde” okullarda “sözde” başarı!

Özetle, eşitsizlikleri ortadan kaldırmak yerine onları eşitleyen ülkelerin, ekonomide ginisi şaşıyor, eğitimde standardı sapıyor. Eğitim şart, devrim de!

Yorum bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir