EKONOMİDEKİ ÇIKMAZ

Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdür E. Başyardımcısı – Maliye Hesap Uzmanları Vakfı E. Başkanı

İMF görevlisi Kemal Derviş’in Türkiye’de başlattığı emperyalizme eklemlenmiş ekonomi politika uygulaması 2002 yılından beri inatla sürdürülmekte; halk emperyalist sömürüden kaynaklanan yıkıcılığı, çaresizliği yaşamaktadır. Emperyalizmin finans kurumlarından alınan yüksek faizli borçlarla bu çıkmaz ekonomik düzen yürütülebilmiştir. Ancak artık borçlanma ile çözümün de sonuna gelinmiş; halk ekmeği 1 lira daha ucuza alabilmek için saatlerce kuyruklarda beklemektedir. Ekmek kuyrukları açlığın işaretleridir. Serbest piyasa ekonomisinde inat edilirse, ekmek kuyruklarının dışında, açlıktan ölenleri sokaklardan toplayacağız

Yirmi yıllık deneyim, açıkça ortaya koymuştur ki, emperyalizmin ekonomik sömürüsüne son vermeden halkın geçim sıkıntısına çare bulunmaz. Ne antiemperyalist söylemlerle antiemperyalist olunur. Ne halkçı söylemlerle halkçı olunur.

DÖVİZ DAR BOĞAZI

Türkiye 2002 yılından başlayarak, sınırsız ve hesapsız biçimde serbest piyasa ekonomisine geçmiş, dolar alım satımını serbest bırakarak Türk Parası KıymetiniKoruma Kanun’da belirlenen kuralları uygulamayarak, ekonomi dolar ve emperyalizm egemenliği altına girmiştir. Aşağıda yıllar itibariyle ortalama dolar kurları ve kurlardaki yıllık ortalama artış yüzdeleri verilmiştir.

Yıl Kur Yüzde Yıl Kur Yüzde

2010 1,50 -%2 2016 3.02 %11

2011 1,67 %11 2017 3.64 %20

2012 1.74 %4 2018 4.81 %32

2013 1.90 %9 2019 5.67 %18

2014 2.18 %12 2020 7.01 %23

2015 2.72 %24 2021 8.91 %27

2022 13.32 %49

Yukarıdaki tablodan da anlaşılacağı üzere, Türk lirası dolar karşısında artan bir hızla değersizleşmektedir. Bu hızlı gidiş 2021 yılı aralık ayında patlamıştır. Türk lirasının yalnızca 2022 yılı ocak ayı ( bir aylık ortalama) değer düşüşü 2021 yılı 12 ay ortalamasına göre %50’dir. Bu durumda Türk lirası, ocak ayı sonundan başlayarak dolar karşısında hiç değer yitirmese 2022 yılı sonunda 2021 yılına göre değer %50 düşmüş olacaktır. 2022 yılı ortalamasındaki artış en az yüzde yüz olacaktır. Bu durum 2022 yılından başlayarak çok büyük bir döviz dar boğazına girdiğimizi göstermektedir. Türk lirasını bu derece değersizleştiren serbest piyasa ekonomisi anlayışı ve bu anlayış ile yürütülen para politikası peş peşe zamlara ve çok büyük boyutta enflasyona neden olmuş ve olacaktır. Serbest piyasa ekonomisi içinde kalarak, Türk Parası Kıymeti Koruma Kanunu’nu uygulamayarak, Kur Korumalı Mevduat (KKM) ve yastık altı altınları ekonomiye kazandırmak gibi önlemler boşa kürek çekmektir. KKM ve yastık altı altınların ekonomiye kazandırılması için yapılan düzenlemelerle ne döviz dar boğazı aşılır ne de halkın geçim sıkıntısına çare bulunur.

KUR KORUMALI MEVDUAT

Kur Korumalı Mevduat gibi cafcaflı sözlerle işin gerçeği gözlerden kaçırılmak istenmektedir. Aslında bu %1-2 faizli bankalardaki dolar mevduatın faizini devlet katkısı ile %14 düzeyine çıkarmaktır. Dolara endeksli mevduat için bu kadar yüksek bir faiz oranı uygulamak çaresizlik olduğu gibi, akla zarar faiz ödemesidir. KKM çarpıklığı yalnız bu da değildir. Büyük boyutta belirsizlik de vardır. Şöyle ki, KKM tutarı yaklaşık 900 milyar lira olmuştur. KKM’nin mantığı bankalardaki yabancı para cinsi mevduatın TL ye dönüştürülmesi böylece dolarizasyondan kurtulmak TL ye değer kazandırmaktır. Oysa KKM artışına karşılık döviz cinsi mevzuatta önemli bir azalış yoktur.

Diğer yandan bankalar bu mevduatı kredi olarak %30 dolayında faizle işletecektir. KKM yolu ile devletçe bankalarda parası olanlara aktarılacak tutar yüz milyarca doları bulmaktadır. Oysa bütçede böyle bir kaynak yoktur. Benzer yöntem 1994 yılı ekonomik krizinde de uygulanmıştı. Ancak o uygulamada bankada parası olanlara devletçe aktarılacak tutara kaynak bulma düzenlemesi de yapılmıştı. Ticaret ve sanayi burjuvazisinin bilançolardaki net aktifin %2 si Net Aktif Vergisi (servet vergisi) olarak alınmış, bütçede kaynak yaratılmıştı.

YASTIK ALTI ALTIN

Kişilerin ellinde bulunan yastık altı altının banka sistemine girmesi uygulaması Maliye Bakanı’nca açıklanmıştır. Ancak uygulamanın nasıl olacağı konusunda tam bir bilgi yoktur. Bilinen ya da söylenen Türkiye’de yastık altı altının 50 ton olduğudur. Bu 50 ton 500 bin ailede olsa, aile başı altın 100 gramdır. Bu 100 gram altının hangi finansman enstrümanı ile ekonomiye kazandırılacağı, kuyumcuların ve bankların işlevinin ne olacağı gibi en basit soruların bile yanıtı yoktur.

Türkiye 20 yıldır uygulanan serbest piyasa ekonomisi sonucunda çıkmaz sokakta kalmış, şaşkındır. Boş söz ve düzenlemelerle oyalanmanın gereği yoktur. Çok ivedi olarak serbest piyasa ekonomisinden kamu ağırlıklı ekonomiye geçmek, Türk lirasının değerini koruyucu düzenlemeler yapmaktan başka çare yoktur.

VERGİ ORANLARINI DEĞİŞTİRME

Bu çıkmaz sokaktan çıkmak için bulunan bir başka yolvergi oranlarını değiştirmek olmuştur. Önce temel gıda maddelerinde KDV oranı indirilmiştir. Bu önlemin hiçbir sonucu olmamış, gıda fiyatları daha da hızla artmıştır. KDV oranını değiştirmek kesinlikle halkın geçim derdine çare bulmak değildir. Bir diğer önlem bankalarda kurumlar vergisi oranı %20’den, %25’e çıkarmaktır. Bunun da bir anlamı yoktur. Yüzde beşlik oran artışının hiçbir mantığı yoktur. Gerçek kişiler gelirleri üzerinden %35-40 oranlarına varan vergi öderken bankaların vergi oranının %20 den %25 çıkarılmasının anlamsızlığı ortadadır. Kur korumalı mevduat kapsamında borç aldığı rantiyeye ödenen faizin büyük bölümünü banka yerine hazine ödeyecektir ki, bu 100 milyar liradan aşağı değildir. Sonuçta bankaların vergi oranı artışı nedeniyle ödeyeceği tutar 5-10 Milyar lirayı geçmeyecektir. Anılan önlemler bankaların gelirinde azalma değil büyük bir artma yaratacaktır.

Emperyalizmin uygulamaya koyduğu serbest piyasa ekonomisi içinde kalınarak, destekleme alım ve ödemeleri yapılmayarak, vergi düzeni “az kazanandan az çok kazanandan çok” ilkesine dayandırılmayarak halkın geçim ve yaşam derdine çare bulunamayacaktır.

TÜRKİYE EKONOMİSİNDEKİ ÇIKMAZIN NEDENİ UYGULANAN EKONOMİK MODELDİR

Emperyalist düzenin ne olduğunun özlü ifadesi İşçi Partisi Milli Hükümet Programının başlangıcında belirtilen “Türkiye iki yüz yıldır dış ticaret çağının yayılmacı kapitalizmine ve emperyalizme karşı savaşıyor”saptamasıdır.Bu emperyalizmi sonlandırmanın yolunu da göstermektedir. Demek ki emperyalizmle savaş dış ticaret çağının kapitalizmine ve emperyalizmine arşı yapılacaktır. Yani emperyalizmle savaş küresel dış ticaret egemenliğine karşı olacaktır. Bundan herşeyden önce küresel dış ticaretten (dış ticaret çağının yayılmacı kapitalizmi) ayrılmak gerektiği sonucu çıkar. Emperyalizmle savaşın ön koşulu budur.

Feodal düzende senyör ve onların toprağını işleyen köylüler dışında, terzi, yorgancı, nalbant, ayakkabıcı, demirci, onarım ve yapı ustaları gibi zanaatçılar ile madenleri çıkarma ve işleme, iplik yapma, kumaş dokuma gibi üretim gerçekleştiren, ulaşımı ve iletişimi üstlenen, mal ve hizmet değişimini sağlayan kişiler de feodal toplum içinde yer alıyordu. Gerek senyör gerek köylü gerek bunların dışında kalan mal ve hizmet üreticileri arasında ve senyörün egemenliği altında kurulmuş denge on sekizinci yüzyıla kadar sorunsuz ya da az sorunlu yüzyıllarca yürümüştür.

Amerika anakarası gibi yeni dünyalara ayak basılması, buhar gücünün kullanılma olanağının ortaya çıkması, feodal düzen içindeki dengeyi bozmuş, üretimde sermaye kullanımı ağırlık kazanmaya başlamıştır. Feodal ve köylü(serf) sınıfının toprağa dayalı üretim düzenine karşı sermaye ağırlıklı üretim yavaş yavaş oluşmaya, derebeyler ve onların toprağını işleyen köylüler dışında kalanların, zanaatkârların, üreticilerin ve mal-hizmet değişimine aracılık edenlerin (tüccarların) bazılarını güçlendirmiş ve uzun yıllar boyunca, feodal düzen kapitalist düzene doğru değişmeye başlamıştır. Bu süreç sanayi devrimini tetiklemiş, o zamana kadar gerek duyulmayan enerji kullanımı yeni oluşan düzenin olmazsa olmaz ögesi olmuştur. On sekizinci yüzyıldan başlayarak gelişmesi hızlanan kapitalizm yani sermaye ağırlıklı üretim, feodalitenin yerine geçecek olan burjuva sınıfını yaratmıştır. Feodal düzendeki köylü sınıfı da kapitalist düzenin diğer sınıfı işçi sınıfını oluşturmuştur. Artık geçerli üretim biçimi kapitalist üretim biçimidir.

Sanayi devrimi aşamasına geçmiş olan ülkelerdeki işletmeler, kendi ülkelerinin pazarları yetersiz kalınca, gerekli ham maddeyi de ülkeleri içinde bulamayınca, ülke sınırları dışında ham madde, ucuz emek ve pazar arayışına girmişlerdir. Bu durum gelişmiş ülkeleri uluslararası alanda rakip olarak karşı karşıya getirmiştir. Uluslararası ticaretin gelişmesi sonucu, işletmeler arası rekabete devlet karışmış, kendi ülke işletmelerini korumak üzere önlemler alma yoluna gitmiştir. Gelişmiş ülkeler başlangıçta serbest piyasa ekonomisini benimsememiş, devletin iç üretimi yönlendirmesi ve iç üretimi dış ülke üretimine karşı koruması yolu benimsenmiştir. Böylece ülkeler hem milletlerarası ticaret yoluyla daha yakın ilişkiler kurmaya başlamışlar, hem de her devlet kendi ülkesinde diğer ülkeler işletme ve mallarına karşı birtakım kısıtlamalar ve engeller koymuş, sonuçta gelişmiş ülkelerin her birinin ithalat ihracat kambiyo rejimleri oluşmuştur. Böylece gelişmiş ülkeler iç pazarlarını uluslararası ticarete kapatmışlar, iç üretimlerini geliştirmişlerdir.

Gelişmiş ülkeler, ekonomileri için gerekli ham madde, maden ve emekten yararlanmak için, Afrika, Asya, Güney Amerika’nın gelişmemiş ülkelerini sömürgeleştirme yarışına girmişlerdir. Sömürge yarışı gelişmiş ülkeler arasında çatışma nedeni olmuştur. Sömürge edinmek amacı bu ülkeleri birinci sonra ikinci dünya savaşına sürüklemiştir. Ancak gelişmemiş ülkeleri sömürgeleştirme girişimi ile yetinilmemiş, bu ülkeleri dış ticaret yoluyla sömürme yöntemi başlamıştır. Gelişmemiş ülkeleri dış ticaret yoluyla sömürmede gelişmiş ülkeler arasında bir çatışma yaşanmamıştır. Bu nedenle emperyalist ülkeler, gelişmemiş ülkeleri dış ticaret yolu ile sömürmede, sömürgecilikte olduğu gibi karşı karşıya değildirler.

Dünyada emperyalizmin kapitalizm öncesinde, bir devletin başka ulusları ve devletleri, siyasal ve ekonomik egemenliği altına alması olarak tanımlanan sömürgecilik yaygındı. Dünya’da sömürgecilik deniz ulaşımının gelişmesi ile önem kazanmıştır. Avrupa ülkelerinin sömürgeciliği baharat ticareti ve bilinmeyen ülkeleri tanımak amacı ile uzun deniz yolculukları yapan Portekizli serüvencilere kadar gider. Onbeşinci yüzyılda denizcilerin (Vasco

De Gama) Ümit burnunu dolaşarak Hindistan’a ulaşmaları sömürgecilikte bir dönüm noktası olmuştur.

Onbeşinci yüzyılda Amerika anakarasının bulunması ile birlikte Orta Amerika, Meksika, Karayipler’in bazı bölgeleri İspanya’nın sömürgesi olmuştur. İspanya yanında, İngiltere, Fransa, Portekiz sömürge edinen ülkelerdir. Batı Avrupa ülkeleri içinde Almanya’nın yeterli sömürge edinmemiş olması Batı Avrupa ülkelerinde uyumsuzluk ve karşıtlık yaratmıştır.

Eskiden beri süregelmekte olan sömürgeci ve sömürülen halklar çatışması kapitalist dönemde de sürmüş ancak sömürü yöntemi dış ticaret olmuştur. 18. yüzyılda Simon Bolivar’ın Güney Amerika’da öncülük ettiği antiemperyalizm bugün Amerikan emperyalizmine karşı önemli başarılarla sürmektedir. 20 inci yüzyılın başlarında Mustafa Kemal’in Anadolu’da başarıyla yönettiği antiemperyalist savaş, Orta doğuda emperyalizm girişimlerine gem vurmaktadır. Uzak doğuda, Asya’da, Afrika’da emperyalizm, antiemperyalizm çatışmasının yoğunluğu gittikçe hızlanmaktadır. Günümüzün gerçeği, sömürülen halkların, sömürüden kurtulma uğraşısıdır. Bu çatışmada antiemperyalizmin gittikçe daha büyük başarılar elde ettiği, emperyalizmin gerilediği açık bir gerçektir. Dünyada nasıl bir düzen oluşacağını, antiemperyalist çatışmanın başarısı belirleyecektir.

Kapitalizmin tekelleşerek emperyalizmle özdeşleşmesinin sonucu ortaya çıkan dış ticaret yoluyla gelişmemiş halkların sömürülmesi emperyalizm ve antiemperyalizm çatışmasını yaratmıştır. Bu çatışmanın yeni bir düzene dönüşmesi kaçınılmazdır. Emperyalizmle özdeşleşen kapitalizm kendisine gelişmemiş ülkelerde pazar bulmak zorundadır. Gelişmiş ülkeler dış ticaret yoluyla üretim fazlalarını gelişmemiş ülkelerin emek fazlası ile (gelişmemiş ülkelerin sermaye birikimleri az olduğu için kapitalist düzen içinde emek ağırlıklı üretim yaparlar. Dolayısıyla üretimlerinde emek saati fazladır. “Emek fazlası” söylemi bu nedenle kullanılmıştır) değiştirebilmişlerdir. Gelişmiş ülkelerin dış ticaretteki üstünlükleri, sömürge edinme döneminde ülkeleri yağmalayarak sağladıkları sermaye birikimlerinin büyüklüğü nedeniyledir. Bu sermaye birikimi feodal düzenden kapitalist düzene geçilmesi sonucunu yaratmıştır.

Batı Avrupa ülkeleri diğer ülkelerden önce kapitalist düzene yanı sermaye ağırlıklı üretim düzenine geçince, bu ülkelerde üretimin gerçek yaratıcısı emeğin verimliliği artmıştır. Yeterli sermaye birikimi olmayan ülkelerin on saatlik emekle ürettiklerini, sermaye birikimi sağlayan ülkeler bir saatlik emekle üretebilme ve bir saatlik emeği on saatlik emekle değişme olanağına kavuşmuşlardır. Bu durum gelişmiş ülkelere dış ticaret yoluyla sömürü olanağı vermektedir. Böylece gelişmiş ülkelerin sermaye kullanımı ile sağladıkları üretimi tüketememe çelişkisi de ortadan kaldırılmakta, tüketemedikleri üretim fazlasına gelişmemiş ülkelerde pazar bulabilmektedirler. Ancak günümüzde gelişmemiş ülkelerin gelişmiş ülkelerin üretim fazlasını tüketecek güçleri, varlıkları artık kalmamıştır. Gelişmiş ülkelerin az emek içeren mallarını alacak gelişmemiş ülkelerde emek yoğun üretim yoktur. Bu kadar büyük emek fazlası yaratamamaktadırlar. Bu durumda emperyalist ülkeler üretim fazlasını borç karşılığında sömürdükleri ülkelere vermek zorunda kalmaktadırlar. Üretim fazlasını borç karşılığı alan ülkelerin bu borçları ödeyebilmeleri de söz konusu değildir.

Yaşadığımız ekonomik çıkmazın nedeni budur. Gelişmiş ülkeler de aynı çıkmazı yaşamaktadırlar. Çünkü bu çıkmaz nedeniyle emperyalist ülkeler üretim fazlasını bedelsiz vermek durumundadırlar (ödenmeyecek borçla verilen mal ve hizmet bedava verilmiş demektir. Gelişmiş ülkeler de zaten alacaklarının ödenmesi beklentisi içinde değillerdir. Bu dengesizliği, daha doğrusu çaresizliği emperyalist ülkeler para basarak gidermeye çalışmaktadırlar. Para basarak uzun süre bu dengeyi sağlamak, para basarak üretim fazlasına çare bulmak olanaksızdır. Kemal Derviş’in öncülüğü ile 2002 yılında Türkiye’nin uygulamaya başladığı ekonomi politika bu çıkmaz düzene uymuş, emperyalist düzene eklemlenmiştir. Devletin belirlemediği, piyasanın belirlediği kurla başlatılan serbest piyasa ekonomisi uygulaması emperyalizme teslim olmaktan başka bir şey değildir.

Türkiye Cumhuriyeti yüz yıla yakın sürdürdüğü antiemperyalist ekonomi politikasını iki binli yılların başından başlayarak terk etmiş ekonomik yönden emperyalizme teslim olmuştur. Dış politikadaki ya da içerdeki güçlerle savaştaki şu ya da bu görüntü (PKK, FETO çatışmaları Mavi Vatan girişimleri) serbest piyasa ekonomisine teslim olmuş yönetime antiemperyalist nitelik kazandırmaz. Dünyada önemli bir antiemperyalist savaş sonucu kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu andan itibaren kapılarını küresel ticarete kapaması, döviz kurunu sabitlemesi, ithal edilecek malları ve tutarlarını belirlemesi, böylece ülke dışı üretimi tüketmeyi en aza indirmesi antiemperyalist niteliğinin gereğidir.

Dış ticaret yoluyla yürütülmeye çalışılan emperyalist düzen çıkmazdadır ve çökecektir. Bu çöküşü Simon Bolivar’ın ve Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülük ettiği antiemperyalist karşı koyuş hızlandıracaktır. Türkiye’nin serbest kur politikası uygulayarak emperyalizme eklemlenmesi, başka gelişmemiş ülkelerin de bu yola girmeleri çözüm olmaktan uzaktır. Çünkü az gelişmiş ülkelerin, gelişmiş ülkelerin gereksinimlerine yetecek servet, ham madde ve emek fazlası kalmamıştır. Dolayısıyla emperyalist ülkelerin üretim fazlasını bedel ödeyerek alma olanakları yoktur. Gelişmemiş ülkelerin bu çıkmazı emperyalizmi sonlandıracaktır.

Sonlanmayacak olan dünyanın gelişme ve ilerleme çizgisidir. Bu çizgi gelişmemiş ülkelerin emperyalist sömürüden kurtularak, ekonomik, sosyal siyasi yapılarını geliştirmeleri ile sürdürülebilir. Sürdürülebilir değil, sürdürülecektir. Tarihin akışı bunu gerektirmektedir.

Emperyalizme karşı sömürülen ülkelerin bir başka blok oluşturmaları (Avrasya) çözüm değildir. Çünkü emperyalist ülkelerin ekonomik, sosyal siyasi toplum yapıları uyumludur. Keskin farklılıklar yoktur. Sömürülen ülkelerin ise toplum yapıları çok farklıdır. Bunların birlik sağlamaları, başka bir blok oluşturmaları gerçeklerle bağdaşmaz. Kaldı ki, Avrasya kavramı güç odağının batıdan doğuya kayması olarak tanımlanmaktadır. Güç odağının şurada ya da burada olması önemli değildir. Güç odağının kaldırılması güçlerin eşitlenerek odak oluşmasının önlenmesi önemlidir. Emperyalizme, küresel ticaretten koparak karşı konabilir. Bu zor bir eylem değildir. Ekonomilerini emperyalizmin pazarına kapatmaları, zaten yapısal olarak bunalımda olan emperyalizmin çökertilmesi için yeterlidir.

Emperyalizm, antiemperyalizm çatışmasının sonunda her ulusun kendi ülkesinde egemen olduğu, olanağı ölçüsünde, kendi üretimini tükettiği küreselliği dışlayan bir düzen ortaya çıkacaktır (ulusalcılık). Bu ülkelerin böylece gittikçe birbirine yakın ekonomik, sosyal ve siyasi yapıya dönüşmeleri olanak dışı değildir. Bu durum kapitalist üretim anlayışının bu ülkelerde geçerli olmayacağını göstermez. Kapitalist düzenden sosyalist düzene geçiş, emek fazlası (artı değer) sorunu çözülmeden olanaklı değildir. Kapitalist düzenden başka bir düzene geçebilmek için emek fazlasının, artı değerin kamulaştırılması, finans kapital olarak başka bir güce dönüşememesi gerekir. Bu da yetmez yeni düzenin kültürünün de oluşması gerekir.

Sorun şudur: Düzen emir komuta zinciri içinde değişmez. Tarihin akışı ve gelişen koşullara bağlı ve sonucu olarak düzen değişikliği olur. Düzen değişikliği her ne kadar emir komuta zinciri içinde olmasa da bu düzen değişikliğinin ayırdına varan ve düzen değişikliğinin kurumsallaşmasını sağlamaya çalışan öncü güçler olacaktır. Bu da tarihi bir gerçektir. Yaşadığımız dönem bir düzen değişikliği dönemidir. Sakatlığın, çekilen sıkıntının, ekonomideki çıkmazın nedeni bu gerçektir. Bu gerçeğin zorunlu kıldığı etkili bir öncü örgüt sıkıntısı yaşanmaktadır.

Bu dönemde öncü örgüt gereği vardır. Bu anlamdaki emperyalizme karşı koyan öncü örgütlenme Türkiye’nin cumhuriyet devrimi ve Kemalizm’di. Emperyalizm ve antiemperyalizm çatışmasında emperyalizmin en büyük başarısı, Kemalizm’i geri itebilmesidir. Emperyalizm gerçek anlamda ilk karşıtı (özellikle ekonomik yönden) Türkiye’de bazı askeri kalkışmalar (1971 ve 1980 darbeleri) ve çeşitli siyasi tertiplerle (Kemal Derviş yolu ile AKP’nin yönetime taşınması) Cumhuriyet devrimine karşı, etkin bir karşı devrim örgütleyebilmiştir. Kanımız, canımız, varlığımız, ulusalcılığımız, halkçılığımız, devrimciliğimiz cumhuriyet devrimine sahip çıkmakla anlam kazanır. Türkiye’nin bugünkü koşulları cumhuriyet devrimini korumayı, karşı devrimi durdurmayı gerektirmektedir. Yüz yıllık Cumhuriyet tarihimizde ikibinli yıllarda ilk kez yönetim Türk parasının değerinin saptanması kurallarını kendisi saptamamakta, Türk parasının değerinin saptanmasını piyasa ekonomisine, finans kapitale, emperyalizme bırakmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez AKP iktidarı Türk parasının değerinin saptanmasını emperyalist güçlere teslim etmiştir. Tarih boyunca milliliğin, egemenliğin en belirgin ölçüsü para basmak ve kendi bastığı paraya egemen olmaktır. Parasının değerinin saptanması kurallarını emperyalizmin belirlemesine bırakan bir yönetimin millilik niteliği tartışmalı olur.

HALKIN GEÇİM SIKINTISINA VE EKONOMİDEKİ ÇIKMAZA ÇARE

Kur korumak mevduat vergi oranları ile oynama gibi önlemlerle çıkmaz sokakta çare aramak boşunadır. Çare açık ve net olarak önümüzde durmaktadır Türkiye’nin Cumhuriyet’le birlikte başlattığı emperyalist sömürüye kapalı, kamucu ekonomi modelini uygulamaktan başka çıkar yolu yoktur. Bu çerçevede yapılacaklar şunlardır:

  1. Dolarizasyon uygulamasına hemen son verilecek, Türk parası Kıymetini Koruma Yasası’ndaki önlemler alınacak döviz alım satımı yasaklanacak, döviz alım satımı için belirlenen kurallar içinde. Merkez Bankası’na alım satım yetkisi verilecektir.
  2. Yol, köprü, baraj vb yatırımları daha yapılmadan vatandaşın cebinden kazanç garantisi verilerek satılmasına son verilecek, satılanlar da kamulaştırılacaktır. Buradan sağlanan kaynakla halkın yaşam maliyeti sübvanse edilecektir.
  3. Ekonominin itici gücü tarım desteklenecek, mazot gübre, yem gibi girdiler sübvanse edilerek ucuzlatılacak, çiftçiye kazanç garantisi verilecektir.
  4. Vergi sitemi vergi verimliliği ve adaleti ilkeleri açısından yeniden düzenlenecektir. Serbest Piyasa ekonomisi uygulaması öncesi gelir vergisi tarifesinin en düşük dilim %10 en yüksek dilimi %60 idi. En az vergi dilimi vergi oranı %10’dan %15’e çıkarılarak, alt gelir gruplarının vergisi %5 artırılırken, en üst dilim %60’dan %35’e indirilerek, üst gelir gruplarının vergisi %25 azaltılmıştır. Vergi tarifesindeki bu çarpıklık ve adaletsizlik giderilecektir.

Yorum bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir