Ekonomik Kriz Üreten ‘Nass’lar

NASS NEDİR?
Nass, Milliyet İslam Ansiklopedisi’nde şöyle tanımlanıyor:
“Din terimi olarak yazılı dinî metinleri, özellikle de Kur’an ayetlerini ve hadis-i şerifleri ifade etmektedir. ‘Bu konu hakkında nass vardır’ dendiği zaman o konunun Kur’an ve hadise dayandığı anlatılmış olur. Nassa dayanan bir konu hakkında ileri geri konuşulmaz, tartışılmaz. Tartışma yapılmaz metin olmasından dolayı, sözlük ve ansiklopedilerde ‘dogma’ olarak karşılanmaktadır.”1
Osmanlıca-Türkçe Sözlük’te ise ‘nass’ın anlamı şöyle veriliyor:
“Kesinlik, açıklık. Te’vile ihtimali olmayan söz veya delil. Kur’ân-ı Kerim veya Hadis-i Şerifde bir iş ve mes’ele hakkında olan açıklık ve bu şekilde açık olan kelâm ve âyet. Akide.”

‘NE HALLERE DÜŞÜRDÜ BİZİ FAİZ’ NASSLARI
İmam-Hatip mezunu bir İslamcı siyaset ve mücadele insanı/dâva adamı olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yukarıya aldığımız nass tanımlarının lafzı ve ruhuna uygun olarak “Nass varsa sana ne oluyor, bana ne oluyor?” diyor, sonra pek fazla bilinmeyen “Ekonomistlik” şapkasını giyerek nass-ekonomi karışımı bir saptama yapıyordu: “Faiz sebep enflasyon sonuçtur.”
Sayın Cumhurbaşkanı, inandığı “İslam İktisadı”nın çelişkilerine ve çıkmazlarına kafa yormaksızın kalıp yargılarla ahkâm kesmektedir. İslam Ekonomisi, kapitalist sistemi ayakta tutan kolon ve kirişleri savunuyor, yapısında onları kullanıyor. Mülkiyet, kâr, özel girişim ve piyasaya hiçbir itirazı yok… İtiraz yalnızca faize ve faizli bankaya. Bu yaman bir çelişkidir, liberal-kapitalist sistem içinde faize karşıtlık olmaz. Faize içtenlikli karşı çıkış, sosyalist ekonomilerde vardır. Faiz, sosyalist ekonomilerde de yoktur ama orada mülkiyet de yoktur, bankacılık da piyasa da… Özel girişim ise küçük burjuva düzeyinde ve son derece sınırlıdır.
Peki bu RTE icadı “faizsiz kapitalizm” nelere yol açtı? Şunlara: Merkez Bankası piyasa koşulları ve ekonominin gerçeklerine aykırı olarak politika faiz oranında indirime gitti, bu da dövize olan talebi patlattı, döviz kurunun hızla yükselmesi fiyat artışlarına yol açarak enflasyonu yükseltti. Ve bütün bunlar yaşadığımız ekonomik krizi derinleştirdi. İslamcı tek adamlığa dayanan AKP Hükümeti döviz kurundaki bu gidişe dur demek için “Kur garantili mevduat” adlı ucube bir sistemi yürürlüğe soktu. Bu sistem faiz ‘nass’ına2 aykırı gözükmüyordu sözüm ona. Türk lirası mevduatınız döviz kurundan etkilenir de faiz kaybınız olursa, aradaki fark hazineden karşılanacaktı. Yani bir “hile-i şeriye” ile faiz kaybı giderilmiş, döviz kurunun yükselişine şimdilik dur denilmişti. Bir kuvvetli rivayete göre, Cumhurbaşkanı politika faizini “fetva faizi” olan %12’ye çekmek istiyordu ama evdeki hesap çarşıya uymamıştı.
Nedir “fetva faizi?” Onu da liberal ekonomi yanlısı, muhafazakâr eğilimli yazar Taha Akyol’un bir yazısından öğrenelim:
“KANUNİ Sultan Süleyman zamanında resmi faiz oranı, Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin fetvasıyla yüzde 12 olarak tespit edilmişti.
Osmanlı’da esnaf, tüccar ve üreticinin kredi ihtiyacını ‘para vakıfları’ karşılıyordu. Çoğu bürokrat olan zenginler, paralarını vakfediyorlar, bununla ihtiyaç sahiplerine yüzde 12 civarında faizli kredi veriliyordu.
Yalnız buna ‘faiz’ denilmiyordu. Diyelim ki 1000 lira kredi aldım, faizi 120 lira… Fakat 120 liralık mal almışım da onun bedeliymiş gibi gösteriliyor, bu işleme ‘muamele-i şeri’ye’ deniliyordu.
Para vakıfları Rumeli ve Anadolu’da çok yaygındı. Fakat Ebussuud’dan önce, Şeyhülislam Çivizade, bunların haram olduğundan bahisle Kanuni’ye para vakıflarını yasaklattırdı! Ekonomide ve para vakıflarının faiz gelirleriyle işletilen hayır kurumlarında çöküntü başladı! Yeni Şeyhülislam Ebussuud Efendi, para vakıflarını da yüzde 12 ‘fazla’ ile kredi vermelerini de fetva ile onayladı. Kanuni fermanla bunu kanunlaştırdı. Para vakıfları tekrar canlandı.
Mutaassıp Birgivi Efendi, Ebussuud’a bu yüzden ağır suçlamalar yöneltmişti.
Halbuki Ebussuud Efendi ‘kamu yararı’nı gözeterek bu isabetli fetvayı vermişti. Fıkıhta buna ‘istihsan’ deniliyor, yani kamu yararını gözeterek iyileştirme.
Faiz sebep değil, sonuç:
Faiz niye Şeyhülislam ülkesinde yüksek, merkantilist ve kapitalist Avrupa’da düşüktü?
Çünkü Avrupa’da sermaye birikimi daha çoktu. İslam dünyasında bilinmeyen anonim türü şirketler küçük tasarrufları topluyordu. Bankacılık gelişiyordu. Keşfedilen kıtalardan tonlarca altın ve gümüş geliyordu. Sermaye bol olduğu için fiyatı da düşüktü.
Osmanlı ise coğrafyası sebebiyle, Fatih zamanında bile para sıkıntısı çekiyordu. Gümüş kıt olduğu için sikkelere daha çok bakır katıyordu; yani enflasyon! Bu yüzden isyanlar çıkıyordu. Hele dünya ticareti okyanuslara kaydığında, Akdeniz ve karalarda kervan ticaretine bağlı olan Osmanlı’da para kıtlığı artacak, tefeci faizleri yüzde 30’a kadar çıkacaktı! Demek ki faiz sebep değil, sonuçtur.
Sultan Abdülhamid zamanında yayınlanan Murabaha Nizamnamesi’nde resmi faiz oranı yüzde 9’du.”
3
Demek ki o zamanlarda da ‘nass’ları, yani faizle ilgili ayetleri aşmak için fetvalar verilmek zorunda kalınmış. Ve ayet hükümlerini aşmak için çözümler bulunmuş. Biz “Mecelle’nin 39’uncu maddesinin ‘Zamanın değişmesiyle hükümler de değişir’ dediğini, buna göre bazı ayetlerin hükümden düşürülebileceğini ya da hükmünün ertelenebileceğini, tarih boyunca da, hatta 2.Halife Ömer tarafından da bunun yapıldığını “Kartal Gözüyle Laiklik” adlı kitabımızda yazınca kıyameti koparıyordunuz. Şimdi bu tarihsel gerçeklere ne diyeceksiniz?

Faizden kurtulma uğruna hileler ve sahtekârlıklar kitabı
Evet evet, öyle bir kitap yazılmış faiz nassını aşma uğruna. Bunu “Gene W. Heck” adlı yazar “Şarlman, Hz. Muhammed ve Kapitalizmin Arap Kökenleri” adlı kitabında yazıyor.4
Kur’an’da 370 yerde ticarete işaret edilmiş. Başta Muhammed olmak üzere halifelerin üçü ve çoğu sahabe, tüccar ve ticareti övmüşler, kârı özendirmişler. Ve zaten o günün Arap toplumu bir ticaret toplumu. Ve daha da önemlisi bu kitaba bakılırsa “Allah kendi kullarıyla ‘Kapitalist Antlaşma’ yapmış.” Yazar buna kaynak ve dayanak olarak Fatır Suresi 29. Ayeti gösteriyor: “Allah’ın kitabını gerektiği gibi okuyan, namazı dosdoğru kılan ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda gizli açık harcayanlar, asla zarara uğramayacak bir ticareti ümit edebilirler.”
Ve bu olgu, gelenek ve buyruklara göre gelişen ticaret kapitalizmi bakın nerelere gitmiş: “Bu dinamik, nitelikli ilk üç yüz yıl içinde, aslında İslam aleminin hükümdarları ve tüccarları, Doğu’da Japonya’dan tutun da Asya ve Afrika’nın tamamına, Batı’da ise Avrupa’ya ulaşan yekpare bir ticaret imparatorluğu kurmuşlardı” diyor yazar.
Ve ticaret ile kâr uğruna her türlü hile-i şeriyeyi yapmaktan çekinmemişler. Okuyalım bu kitaptan ilgili bölümü: “Bu prensiplerle İslam doktrinleri arasında faiz örneğinde olduğu gibi çatışmaların olduğu her yerde, ayrıca din âlimleri tarafından İslami doktrin ve güncel Pazar talebini uzlaştırmak için hazırlanan ‘Hileler ve Sahtekârlıklar Kitabı (Kütübü’l-hiyel ve’l-meharic)’ aracılığıyla, özel hukuki gerekçeler etkili bir şekilde meşrulaştırıldı. Bu sayede antik çağın iktisadi prensiplerini başarıyla koruyup zenginleştirdiler ve daha sonra da kendi temel ideolojik değerleri doğrultusunda genişlettiler.”

‘ENSAR VE MUHACİR’ NASSLARI
Muhammed Peygamber ve Müslümanlar, baskı ve zulümlere dayanamayarak Mekke’den Medine’ye hicret etmişler. Hicret edenlere “muhacir”, Medine’de onlara kucak açan Müslümanlara da “Ensar” denmiş. Peygamber, Ensar’la Muhacirleri kardeş ilan edip dayanışma için sokmuş. Evlerini, ekmeklerini bölüşmüşler, hatta kimileri iki karısından birisini bir muhacire teklif etmiş.
Bu olayla ilgili olarak Kur’an’da ayetler yani nass var. O ayetlere bir bakalım:
Tevbe Suresi 100: İslâm’ı kabul ve ona hizmette öne geçen muhâcir ve ensârın ilkleri ile bunların yoluna en güzel bir şekilde uyanlar var ya, Allah onlardan râzı olmuş, onlar da Allah’tan râzı olmuşlardır. Allah onlar için her tarafında ırmaklar çağlayan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte en büyük başarı ve kurtuluş budur.
Tevbe Suresi 117: Ant olsun ki Allah, Peygambere, içlerinden bir grubun gönülleri az kalsın eğrilmek üzere iken dar zamanda ona tabi olan muhacirlere ve ensara yöneldi. Sonra onların tövbelerini kabul buyurdu. Çünkü O, onları affedendir; onlara merhamet edendir.
Haşr Suresi 9: Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.
Nur Suresi 22: İçinizden faziletli ve servet sahibi kimseler akrabaya, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere (mallarından) vermeyeceklerine yemin etmesinler; bağışlasınlar; feragat göstersinler. Allah’ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.
Nahl Suresi 41: Haksızlığa uğratıldıktan sonra, Allah yolunda hicret eden kimseleri, ant olsun ki, dünyada güzel bir yerde yerleştiririz. Ahiret ecri ise daha büyüktür, keşki bilseler!
Enfal Suresi 74: O kimseler ki, iman ettiler, hicret ettiler ve Allah yolunda cihada katıldılar, bir kısımları da onları barındırıp yer, yurt sahibi yaptılar ve yardıma koştular, işte bunlar hakkıyla mümin olanlardır. Bunlara bir mağfiret ve cömertçe bir rızık vardır.

Suriye’yi “Büyük Orta Doğu Projesi” aşkına ve ABD ile işbirliği yaparak karıştırdılar, oradaki Müslüman Esad rejimine karşı, radikal İslamcıları isyan ettirdiler. Suriye birbirine girdi ve iç savaş çıktı. Bu iç savaş Suriye halkını sınırlarımıza yığdı ve onları içeri aldı AKP Hükümeti.
O hükümetin ve tüm AKP zihniyetlilerin aklına hemen yukarıya aldığımız ayetler geldi. Gelenler muhacirin, bunlar da Ensar oluverdiler. Oluverdiler ama Medine’deki Ensar gibi özveri göstermediler, ceplerinden beş kuruş çıkmadı, devletimiz ve hazinemiz Ensar oldu. Ve bu Ensarlığa “Bak size yollarız Suriyelileri haa!” diye tehdit ettiğimiz gâvur Avrupa ülkeleri de katkıda bulundular.
Gelgelelim, bu göçmen akını öyle Ensar-Muhacir hikâyeleri ile çözülecek gibi değildi. Türkiye Medine değildi, yıl da 622-632 değil, 2010 ila 2022 idi ve dünya şimdi bir başka dünya idi.
Türkiye başına sarılan sığınmacılara bugüne dek, 90,8 milyar dolar gibi akıl almaz korkunç bir tutar harcadı. Bu harcamaların tetiklediği enflasyon, nice küçük ve orta boy işletmemizi yok etti, birçok yurttaşımızı da işinden etti.
Bütün bunlara bakmayarak tek adam rejimi şimdi de yeni bir nassa dayanarak Suriye topraklarında konutlar yapıyor sığınmacılara. O nassı yukarıya almıştık, yeniden anımsatalım: Nahl Suresi 41: “Haksızlığa uğratıldıktan sonra, Allah yolunda hicret eden kimseleri, and olsun ki, dünyada güzel bir yerde yerleştiririz…”
Bu yükün altından çıkacak ülke pek azdır bu dünyada. Bu yükün altına giren, krize de girer. Ve biz de krizdeyiz… Ne uğruna? Ensar-muhacir nassları uğruna…

‘SENDİKALAR ÖRGÜTLENME VE GREV ENGELLEME’ NASSLARI
İslamcılar durmadan Hazreti Muhammed’in o hadisini öne çıkarırlar: “İşçinin hakkını alın teri kurumadan veriniz.” 5 Güzel… Peki verilmezse ne olur, verilmezse bir başka hadise göre Peygamber kıyamet gününde onun hasmı olacakmış.6 Yani Nass var ama ciddi bir yaptırım yok, öteki tarafa havale.
Peki işçinin grev hakkı, sendikal özgürlüğü ve örgütlülüğü bağlamında ne diyor İslam? Bunu da görelim. Önce, Ahmet Debbağoğlu’nun “İslam İktisadına Giriş”7 adlı kitabından bir bölümü aktaralım: “İslam toplumu bir işçi sınıfı kavramına yabancıdır. Zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri olmayanlar İslam toplumunda ortaya çıkmamıştır. (…) İş üretenler bu görevlerini hakkıyla yerine getirmeleri gerekmektedir. İslam’ın nazariyesinde işçi sınıfı olmadığı için toplu iş bırakmalar (grev) bahis konusu değildir.”
Bu kadar açık… E peki şu Hak-İş denilen dinci sendika konfederasyonu ve badem bıyıklılar tarafından kurulup AKP tarafından besiye çekilen Memur Sen adlı memur sendikası ne der bu işe? Onların İslam’ı grevli, toplu sözleşmeli, işçi sınıflı İslam mı?
Hayır asla!
Server Tanilli’nin “İslam Çağımıza Yanıt Verebilir mi?”8 adlı yapıtında daha ve ayrıntılı bilgiler veriliyor bu konuda:
“İslamcı düzende grevin yasak olduğu konusunda, bu düzene yandaş düşünürler arasında tam bir görüş birliği vardır. Bu konuda Türkiye’de yayımlanan ilk kaynaklardan biri, Suriyeli yazar Muhammed Fehre Şafka’nın ‘İslam’da İş Ahkâmı ve İşçi Hakları’ adlı eseridir. Yazar şöyle diyor kitabında: ‘İşçinin grevle işini atıl bırakmaya hakkı olamaz. Zira bunda, kendisine emanet edilen iş sahibinin mallarına zarar vardır. Gerçekte grev, akit şartlarını değiştirmek için başvurulan bir vasıtadır.
(…) Söylenen şu: Şeriat düzenine göre, işinden hoşnut olmayan işçi, mahkeme ya da hakeme başvurur. Mahkeme ya da hakemin kararını beğenmezse yapabileceği tek şey, işten ayrılmak ve ‘Allah’ın rızkını’ başka bir yerde aramaktır.”

Ve Düzce’de müftülük hutbe okutmuştur, “Grev caiz değildir.” diyerek.
“Müftülük hutbe okuttu: Grev caiz değil!
120 işçinin grevde olduğu Düzce’de müftülük camilerden okuttuğu hutbede grev yapmanın ‘insanı ağır dini mesuliyet altına sokacağını’ söyledi!
Düzce’de müftülük, DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikasına üye oldukları için 120 işçinin işten çıkarılmasının ardından camilerde okuttuğu hutbeyle işverenlere destek verdi. Cemaate okunan hutbede ‘İşi gereğinden fazla yavaşlatmak ve işyerine zarar vermek, kârı ve kârlılığı azaltıcı davranışlarda bulunmak çalışanı ağır dini mesuliyet altına sokar’ denildi.
ANF’de yer alan habere göre, dört aydan bu yana Mas-Daf fabrikasındaki işlerinden atılan 120 işçinin direnişine sahne olan Düzce’de müftülük tartışmalı bir hutbenin altına imza attı. Kamuoyunda büyük yankı uyandıran eylemlere imza atan Mas-Daf işçilerini kovan patronlara destek veren hutbe 29 Nisan günü kılınan Cuma namazında okundu.
İslam’a göre dünya ve ahiret mutluluğunun temelinin çalışmadan, alın teri dökmekten ve helal kazançtan geçtiğinin vurgulandığı hutbede ‘İşi gereğinden fazla yavaşlatmak veya işyerine zarar vermek, kârı ve kârlılığı azaltıcı davranışlarda bulunmak, çalışanı ağır dini mesuliyet altına koyar’ diyerek grevin günah olduğu ifade ediliyor.
Gölyaka ilçesine bağlı Kuyudüzü Mahalle Camii imamı-hatibi Nevzat Özal tarafından hazırlanan ve Diyanet İşleri Bakanlığı tarafından da onaylanan metin Düzce’nin tüm camilerindeki cemaate duyuruldu.”9
Meşhur fetvacı Hayrettin Karaman, konuyu “vesselam”lıyor, yani “Son söz budur.” diyor:
“İslam iş hayatından amaç -helâl yoldan serveti arttırmakla beraber- kamuya hizmet yoluyla Allah’a kulluktur. Bu amaca yönelmiş işadamları (işverenler) helâl yoldan kazanç elde edebilmek için hakka ve adalete riayet ederler. Ayrıca toplum (ümmet) haksızlığı önlemek, tarafların haklarını almalarını sağlamak için hukuki, idari, ahlaki tedbirler alır, kurum ve kuruluşlar oluşturur. Böyle bir düzende greve ve lokavta ihtiyaç kalmaz, bu iki işin ve işlemin sebep olduğu haksızlık ve olumsuzluklar da meydana gelmez. Bu düzenin gerçekleşmediği toplumlarda vicdanî kanaatine göre veya tarafsız uzmanların açıklamalarına göre haksızlığa uğrayan tarafın bir şekilde hakkını alması meşrudur (izafî meşruiyet). Talebin haksız olduğu kanaatinde olan ve bu kanaatini tarafsız uzmanların onayladığı taraf da talebe karşı direnmekte haklıdır.
İslami düzende grevin yer almamasının sebebi hem buna ihtiyacın bulunmamasından hem de bir yöntem olarak grevde, çalışmadan ücret istemek, çalışanlara engel olmak, rızaya dayanması gerekli olan akitte karşı tarafı razı olmadığı bir akde mecbur etmek gibi menfi unsurların bulunmasındandır.”10
İslami düzende greve ihtiyaç yokmuş. Yok mudur gerçekten?
İslamcı Erbakan ve onun rahle-i tedrisinden geçen Recep Tayyip Erdoğan’ın ekonomik uygulamalarını gördü bu ülke. Grevin şart ve elzem olduğu bir ekonomik ortam oluşturdular. Ama onlar bu “şart ve elzem” durumunu aşmak için OHAL’den yararlandılar. İşte Recep Tayyip Erdoğan’ın sözleri: “OHAL’i biz iş dünyamız daha rahat çalışsın diye yapıyoruz. Grev tehdidi olan yere biz OHAL’den istifade ederek anında müdahale ediyoruz”11
Bu sözler ve tüm İslam ülkelerindeki uygulama ve algılar bize şunu gösterir: İslam; grevden hazzetmeyen, seçimini ve tercihini işverenden yana yapan bir ekonomik düzen ister, çünkü köleliği reddetmeyen bir dindir.
Bu din ideoloji haline getirilip çalışma yaşamına da yön verilmeye çalışılırsa; sendikal haklar ve grev hakkı, hem de dinsel gerekçelerle yani nasslarla engellenmeye çalışılırsa, ekonomik ve toplumsal kriz çıkar o ülkede. Ücretlerin bastırılıp kârların ve rantların özendirilip önünün açıldığı bir ülkede ne iş barışı olur ne verim olur ne hak ve ne de hukuk…

‘VEREN EL, ALAN ELDEN ÜSTÜNDÜR’ NASSI
Cumhurbaşkanı’nın dilinden düşürmediği, pek önemsediği o hadis: “Veren el alan elden üstündür.”12
Veren ve alan eller neden oluyor ki? Sorun zaten böyle bir ayrımın olması. İslam veren ve alan ellerin olmasını doğal görüyor ve veren eli üstün tutuyor. Ya alan el? Geç onu, Özal demişti ya “Ben zenginleri severim.” RTE de öyle ve onun yolunda. Emekli maaşlarına artırım söz konusu, Hazretin aklına hemen o hadis geliyor: “Veren el, alan elden üstündür.” Emekli hakkını istiyor hakkını! Kimmiş o veren el? Kim kime ne veriyor? Emekliye üç kuruş zam verince üstün mü oluyorsunuz?
İşte böyle, veren elleri kutsayan, alkışlayan, üstün tutan; alan ellerin olmasını ise doğal bir durum olarak niteleyen bir algı ve uygulama, krize götürür bir ülkeyi. Bizi de 20 yıl sonra bu duruma getirdi.
Yoksulluğun olmadığı, varsıllığın en alt düzeyde olduğu, çalışacak herkese iş verilecek bir düzen gelince yok olacaktır insanın insana kulluğu ve el açması. Ve o düzende “Veren el, alan elden hayırlıdır.” zalimliği olmayacak, çünkü veren el de olmayacak alan el de…

‘LİBERAL EKONOMİ’ NASSI
“Adam Smith ‘ekonominin babası’ olarak tanımlanır; serbest piyasa ekonomisinin temellerini attığı kabul edilir. ‘Ulusların Refahı (Welfare of Nations)’ adlı kitabı 1789’da yayımlanmıştır. Kitabın özü şu fikre dayanır: ‘Ekonomi konusunda yapılacak en doğru şey, piyasaya hiç müdahale etmemektir. Zira, piyasa daima en doğrusunu yapar.’
Bu görüş meşhur ‘Bırakınız yapsınlar (Laissez fairez)’ sloganıyla ifade edilir. Smith’in fikirlerine dayanak yaptığı gerekçe pek ilginçtir. Piyasayı yöneten ‘görülmeyen bir el’ (invisible hand) vardır; gizli elden kastettiği ise Tanrı’dır. Peki, hâlâ iktisatta temel öğreti olarak kabul edilen bu fikirler, insanlara takdim edile geldiği gibi gerçekten ilk kez onun tarafından mı ortaya atılmıştır? Cevabı bulmak için İslam tarihine bakalım.
Devr-i saadette fiyatlara narh konulmasını talep edenlere karşılık, Hz. Muhammed (as.); fiyatlara kesinlikle müdahale edilmemesi düsturunu ortaya koymuş ve gerekçe olarak; “Fiyatların nereye gideceğini ancak Allah bilir.” hadisini vazetmişti.13
Liberal ekonomi sistemini en veciz biçimde açıklayan bu sözler ile Smith’in tarifi çarpıcı bir şekilde örtüşüyor. O kadar ki, birinin diğerinden alıntı yaptığı açıkça belli. Peygamberimiz (as.), Smith’ten takriben on bir asır önce yaşadığına göre, kimin kimden alıntı yaptığı ortada.”14
“Sorularla İslamiyet” adlı bir internet sitesi var, yukarıdaki satırları oradan aldım. 2002 yılından bu yana hizmet veren, “Feyyaz Bilim ve Gelişim Derneği”ne ait olan bu siteye bugüne dek, yüzbinlerce soru sorulmuş, bir o kadar da fetva ve cevaplar verilmiştir. Bu web sitesinin İslami açıdan yetersizliğine ilişkin bugüne dek ortaya konulmuş bir iddiaya ben rastlamadım ve haklarında konulmuş bir yasaklama önlemi de yok, faaliyetlerine devam etmekteler.
İşte bu dinsel konularda ehil olan bu siteye göre İslam Ekonomisi, liberal ekonomi ile örtüşüyor. Hatta Hz. Muhammed, Adam Smith’den yüzyıllar önce piyasanın ve fiyat mekanizmasını gizini çözmüş ve ‘Fiyatların nereye gideceğini ancak Allah bilir” demiş. Yani nass var, peygamber dediğine göre.
E peki “Nass varsa sana ne oluyor, bana ne oluyor?” diyen Sayın Cumhurbaşkanı ne diyor bu liberal ekonomi, serbest piyasa ve fiyat mekanizması bağlamında, ona da bakalım:
“Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Türk ekonomisi bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da serbest piyasa ekonomisi kurallarına uygun şekilde yoluna devam edecektir’ dedi. Hükümetin uyguladığı ekonomi politikasının, kur tarafındaki konjonktürel dalgalanmalar dışında tamamen belirledikleri doğrultuda ilerlediğinin altını çizen Erdoğan, Türk ekonomisinin bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da serbest piyasa ekonomisi kurallarına uygun şekilde yoluna devam edeceğini kaydetti.”15
İşte böyle… Bu da serbest piyasa ve liberalizm nassı… Erdoğan bu nassın gereği olarak özel mülkiyet ve özel girişimi destekledi, kamu sektörünü ise “babalar gibi satarak” neredeyse yok etti.

SON SÖZ: “KENDİNİ BİR NASSA HAPSEDEN İDRAK”
“Yobazlık, Şark’ın nefis müdafaası. Yobaz, samimiyet, yobaz kendini bir nassa hapseden idrak; bir nassa yani sonsuza. Yobaza düşmanlık, tarihe düşmanlık. Yobaz biziz, en güzel taraflarımızla biz.”
(Cemil Meriç/Bu Ülke.)
Cemil Meriç’in sevdiğim, beğendiğim yanları, düşünceleri ve sözleri vardır elbette; yazılarıma ve kitaplarıma da aldıklarım olmuştur.
Fakat yukarıya aldığım sözündeki cümleciklerdeki düşünce ve savların hiçbirine katılmıyorum.
İlk cümlecikten başlayalım. Yobazlık Şark’ın yani Doğu’nun nefis müdafaasıymış… Yobazlıktan nefis savunması olmaz, yobazlığın savunması olmaz.
Cemil Meriç’in Doğu’ya bakışı ve Doğu algılaması yanlıştan da öte vahim. Oysa bakınız Peyami Safa, Doğu’yu ne kadar doğru algılayıp yargılamış:
“Doğu’nun ilmi olmadığı gibi tenkidi de yoktur.”
Var mı? Yok. Geçmişte de yoktu, bugün de yok.
“Doğu dindardır, filozof değildir. Tarif etmeye mecbur kaldığı yerde idraki durur.”
Bugünkü sıkıntımız da hâlâ bu değil mi, dindar çok, filozof, yani düşünen yok ve sıra tanımlamaya gelince, ezberler ve sokma akıllar yetmediği, aciz kaldığı için, idrakler duruyor.
“Doğu hürriyetten, hukuktan, ilimden bahsetmeye mecbur olduğu zaman Batı’yı taklit eder.”
Öyle olmuyor mu? AB kapısındaki hâlimiz nedir? Ve o kapıya en çok yüz sürenler de ümmetçi yobazlar olmadılar mı?
İkinci cümleciğine geçelim Cemil Meriç’in. Ne diyor: “Yobaz samimiyet, yobaz kendini bir nassa hapseden idrak, bir nassa, yani sonsuza…”
Nass, yani dogma… Kendinizi buraya hapsedince sonsuzluğa kavuşmuş oluyorsunuz Meriç’e göre… Hem “İzm’ler idrakimize giydirilen deli gömleğidir.” diyeceksin, hem de dönüp dogmaları sonsuzluk olarak yutturmaya yelteneceksin.
Hadi canım sen de… O dogmalar sonsuzluk değil cenderedir. O doğmalardan düşünce çıkmaz, sığlık ve kısırlık çıkar, terör ve dayatma çıkar. Bunları yalnızca ben demiyorum, bunu tarih gösteriyor. Tarihte doğmalara sarılarak özgürleşen, gürleşen, güçlenen bir toplum yoktur.
Tarih dedim hazır, Marksizm’den, Said Nursi şakşakçılığına ve Atatürk devrimleri karşıtlığına geçen ünlü Cemil Meriç’in üçüncü cümleciğine geçeyim: “Yobaza düşmanlık, tarihe düşmanlık”mış. Hayatımda bundan daha saçma bir söz duymadım. Tarih eşittir yobazlık mı yani? Ünlü Tarihçi Leon E. Halkin “Şimdiki zaman, tarihe kendi çözümlemesini dayattığı zaman onu bozar.” der, Büyük Türkçü ve Tarihçi Prof. Dr. Fuat Köprülü daha da açığını ve sertini der: “Tarihin siyasi çıkarlar uğruna yahut marazi ideolojileri müdafaa maksadıyla bir ‘yalancı şahit’ gibi kullanılması, acı ve yararsızdır.” Meriç’in yaptığı bunlardır işte: “Kendi çözümlemesini tarih diye dayatmak ve tarihi bir yalancı şahit gibi kullanmak.”
Devam edelim, işte son cümlecik: “Yobaz biziz, en güzel taraflarımızla biz.”
“Biz”… Öyle mi? Siz kimsiniz? Bu ülkede tartışmayı ve düşünceyi naslara kurban eden kafa mı? Batı; rönesansı, reformu, aydınlanmayı, sanayi devrimini yaşadı, dünyadaki tüm fikir ve bilim hareketleri Batı’dan çıktı, çıkmaya da devam ediyor. 1923 sonrası gerçekleşen Türk Devrimi ile Batı’yı yakalamak ve geçmek amaçlandı. Karşı çıktı yobazlık buna, nassları karşı vererek. Ve sonra bir gün geldi, uçrak ruhlu bir adam, “yobazlığa sığınmayı” tavsiye ve telkin eder oldu ülkem insanına.
Sığınacak mıyız?”
3 Kasım 2015 tarihinde Yeniçağ Gazetesi’ndeki köşemde “Yobazlığı Kutsayan Adama” başlığı ile yazmışım bu yazıyı. Nass konusunu ve tartışmalarını en çarpıcı biçimde irdeleyip çözümleyeceğine inandığım bu yazı ile yazıma son vermeyi uygun buldum.

 DİP NOTLAR:

1) Milliyet Yayınları 1991

2) Faiz ‘nass’larına da bir bakalım. İşte onlar:
FAİZ AYETLERİ
Bakara Suresi, 275. ayet: Faiz (riba) yiyenler, ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi, çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu, onların: “Alım-satım da ancak faiz gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alış-verişi helal, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faize) bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah’a aittir. Kim (faize) geri dönerse, artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır.
Bakara Suresi, 276. ayet: Allah, faizi yok eder de, sadakaları artırır. Allah, günahkâr kâfirlerin hiçbirini sevmez.
Bakara Suresi, 278. ayet: Ey iman edenler, Allah’tan sakının ve eğer inanmışsanız, faizden artakalanı bırakın.
Bakara Suresi, 279. ayet: Şayet böyle yapmazsanız, Allah’a ve Resulüne karşı savaş açtığınızı bilin. Eğer tevbe ederseniz, artık sermayeleriniz sizindir. (Böylece) Ne zulmetmiş olursunuz, ne zulme uğratılmış olursunuz.
Al-i İmran Suresi, 130. ayet: Ey iman edenler, faizi kat kat artırılmış olarak yemeyin. Ve Allah’tan sakının, umulur ki kurtulursunuz.
Nisa Suresi, 161. ayet: Ondan nehyedildikleri halde faiz almaları ve insanların mallarını haksız yere yemeleri nedeniyle (öyle yaptık.) Onlardan kafir olanlara pek acıklı bir azap hazırlamışızdır.
Rum Suresi, 39. ayet: İnsanların mallarından artsın diye, verdiğiniz faiz Allah Katında artmaz. Ama Allah’ın yüzünü (rızasını) isteyerek verdiğiniz zekât ise, işte (sevaplarını ve gelirlerini) kat kat arttıranlar onlardır.
FAİZ HADİSLERİ

1. Süleyman bin Amr bin el-Ahvas babasından rivayet ederek şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i veda haccında işittim:
‘Dikkat edin, cahiliye faizlerinden her faiz iptal edilmiştir! Size mallarınızın aslını almak vardır, bu şekilde ne zulüm eder ne de zulme uğratılırsınız…’ buyuruyordu.”
Ebu Davud 3334, Tirmizi 3087, İbni Mace 3055, Albânî İrva 5/279

2. Cabir (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘…Cahiliye faizi de kaldırılmıştır. Faizlerimizden ilk kaldırdığım faiz Abdulmuttalib bin Abbas’ın faizidir. O tamamıyla geçersiz kılınmıştır…’ buyurdu.”
Müslim 1218/147, Ebu Davud 1905, Nesei 2711, İbnu’l-Carud 465, İbni Mace 3074, İbni Hibban 3944, Ahmed 14447, Albânî 1017

3. Abdullah ibni Mesud (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Faiz yetmiş üç baptır. Onların günah cihetinden en hafifi, kişinin annesi ile zina etmesi gibidir. Bilin ki, faizin en şiddetlisi Müslüman kişinin ırzıdır!’ buyurdu.”
Hakim 2259, İbni Mace 2274, İbnu’l-Carud 647, Albânî Cami 3539

4. Cabir (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) faiz yiyene, yedirene, faiz muamelesini yazan kimseye ve bu muamelenin şahitlerine lanet etti! ve:
‘Onlar günahta eşittir!’ buyurdu.”
Müslim 1598/106, Ebu Yağla 1849, İbnu’l-Carud 646, Beyhaki 5/275, Begavi 2054, Ahmed 1/393, 3/304, Tayalisi 343, İbni Hibban Mevarid 1112

3)  Taha Akyol Hürriyet Gazetesi 27.08.2014 https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/taha-akyol/faiz-27083285

4) Gene W. Heck- Şarlman, Hz. Muhammed ve Kapitalizmin Arap Kökenleri, çeviren Öznur Özdemir/Albaraka Yayınları

5)  İbni Mace, Mişkat II, 131

6)  Buhari Büyü, b. 106; İcare b.10

7)  Ahmet Debbağoğlu-İslam İktisadına Giriş/Dergâh Yayınları

8)  Server Tanilli-İslam Çağımıza Yanıt Verebilir mi?/Alkım Yayınları

9)  https://haber.sol.org.tr/sonuncu-kavga/muftuluk-hutbe-okuttu-grev-caiz-degil-haberi-42663

10)  https://www.yenisafak.com/yazarlar/hayrettin-karaman/calisma-hayati-ile-ilgili-birkac-konu-2038523

11)  https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/erdogandan-itiraf-ohalden-istifade-ederek-grevlere-aninda-mudahale-ediyoruz-779522

12)  Müslim, Zekât, 106

13)  İşte o hadis: Medine’de fiyatlar pahalanmıştı. Halk; “Ey Allah’ın Resulu, bize narh koy” dediler. Resul-u Ekrem (as.) şöyle buyurdu: “Şüphe yok ki, fiyat tayin eden, darlık ve bolluk veren, rızıklandıran ancak Allah’tır. Ben sizden hiç kimsenin mal ve canına yapmış olduğum bir haksızlık sebebiyle hakkını benden ister olduğu halde, Rabbime kavuşmak istemem” (Ebû Dâvûd, Büyû’ 49; Tirmizî, Büyü’, 73; İbn Mâce, Ticârât, 27).

14)  https://sorularlaislamiyet.com/islamiyetin-ekonomi-sistemi-liberal-ekonomiye-benzer-mi-farkliliklari-nelerdir

15)  https://www.aa.com.tr/tr/gundem/cumhurbaskani-erdogan-turk-ekonomisi-serbest-piyasa-ekonomisi-kurallarina-uygun-sekilde-yoluna-devam-edecektir/2451819

Yorum bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir