Ekonomik Milliyetçilik ve Ekonomik İstihbarat

“İktisadi milliyetçilik, askeri ve sivil ihtiyaçların karşılanmasında memleketin dışarıya bağlı olmayacak ve kendi imkânlarıyla savaşta ve barışta yaşayabilecek bir duruma erişmesini hedef tutmaktadır.”[1] “İktisadi açıdan güçsüz olan ulusal ekonomilerin güçlü ekonomilere karşı korunması gerektiğini savunan; List, Carey ve Patent gibi iktisatçılar tarafından ortaya atılan görüş.”[2]

Yukarıdaki tanımlarda, antiemperyalizm yeterli açıklıkta vurgulanmamış, halkçılık ve toplumculuğun [3], ekonomik milliyetçilik içindeki aslan payı ise yok sayılmıştır. Daha çok bağımsızlık ve korumacılık üzerinde durulmuştur. 

Oysa, antiemperyalizm[4], ekonomik milliyetçiliğin en büyük bileşenlerinden biridir; yayılmacı ve sömürücü dünya egemenlerine karşı çıkmadan ekonomik milliyetçilik yapılamaz. Halkçılık ve toplumculuğun ekonomik milliyetçilik içindeki “aslan payı”ndan söz ettik yukarıda, bunu da açalım yeterince. Halkçılık ve toplumculuk, servetin ve artı değerin belirli ellerde birikimine asla izin vermez, emek ve yetenek dikkate alınmak kaydıyla, hakça paylaşım ister. Halkçılık ve toplumculuğu “ekonomik yaşayış birliği” olarak da ifade edebiliriz. Milleti millet yapan temel ögelerin en önemlilerinden biri “ekonomik yaşayış birliği”dir. Bu olmazsa, millet değil, illet oluruz.[5]

Ekonomik yaşayış birliği, piramit toplumlarda değil, elips toplumlarda olabilir ancak. Piramit toplumlarda tabanda yoksullar, tepede bir avuç sömürücü varsıllar yer alır, bu iki katmanın arasındaki bölümlerde de yoksulluk ve adaletsizlik hüküm sürer Elips toplumlarda, ulusal gelirin aslan payını, çok az farklarla toplumun ezici çoğunluğu paylaşır, böylece adalet büyük ölçüde sağlanmış olur.

Ve hem milliyetçi bir dünya görüşüne sahip olup hem de liberal ekonomiye taraftar olunamaz, bu tarihin ve ekonominin akışına terstir. Bunu liberaller de kabul ediyorlar. 

“Siyaseten milliyetçi, ekonomik olarak liberal olunamaz. Milliyetçilik olsa olsa, devlet kapitalizmi diye adlandırabileceğimiz, devletin ekonomiye yoğun bir biçimde müdahale ettiği bir sistemle birlikte yürür. 

Bu paralellik Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda da vardır. Siyasetteki Türkçülük ekonomide korumacılık ve milli burjuvazinin yaratılması süreciyle tamamlanmıştır. Gümrük vergileri üzerindeki denetimin Türkiye’ye geçmesinden sonra dış ticarette korumacılığa gidilmiştir.”[6]

Yukarıdaki tanımların bir önemli eksiği de “eko-milliyetçilik” ve “tekno milliyetçilik” kavramlarını içermemesidir. “Tekno milliyetçilik ve “eko milliyetçilik” kavramları günümüz ekonomik milliyetçiliğinin artık olmazsa olmazlarıdırlar. Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin baş döndürücü hızla sürmesi, milletler arasında amansız bir yarışı ve bir tekno-milliyetçilik olgusunu doğurmuştur. Ulusların başarısı ve konumu bu alandaki etkinliklerine bağlı hale gelmiştir. Bu yarışta geri kalan ülkeler, birer tekno-sömürge olmaktan kurtulamazlar. Eko milliyetçilikse, çevre ile ilgili gelişme ve duyarlıklardan doğmuştur. Emperyalist gelişmiş ülkelerin çöplüğü, zehirli sanayi atıklarından kurtulma yeri olunmak istenmiyorsa, eko-ulusçuluk bilinci yurttaşlar verilmeli, iktidarlar da bu bağlamda sürekli olarak denetlenmeli, uyarılmalı, zorlanmalıdır.

Güncellenmiş Milli Ekonomi Politikaları tanımını ise Prof. Dr. Esfender Korkmaz’dan alalım:

“Ulusal iktisat politikaları spekülatörler ve yabancıya çalışanlar, ajanlar tarafından kasıtlı olarak yanlış ifade ediliyor. Radikal dinciler tarafından kasıtlı olarak kötüleniyor. Gerçekte ise Ulusal İktisat Politikası özet olarak ‘Dışa kapalı olmayan ve fakat dış ekonomik ilişkilerde Türkiye çıkarlarını önde tutan, büyüme yanında kalkınmayı ve halkın refahını birlikte gözeten, kemer sıkma yerine kaynak yaratan, yaratılan kaynakların imkânlar elverdiği ölçüde adil dağılımını sağlamaya çalışan ve bunların bir plan-program içinde koordineli yapılmasını hedefleyen iktisat politikalarıdır.’

Gelişmekte olan ülkelerde, kalkınma politikaları ve bunların uygulaması, ulusal kökenli veya dış kökenli olabilir. Bu anlamda ulusal iktisat politikası kasıtlı olarak yanlış yorumlanıyor. Her şeyden önce ulusal iktisat politikası, küreselleşme karşıtı bir anlayış değildir. Tersine küresel süreçte, dış ekonomik ilişkilerde ülkenin ekonomik çıkarlarını önde tutacak, diğer ülkelere karşı rekabet gücünü koruyacak politikalar ve önlemlerdir. Başka bir ifade ile ulusal iktisat politikası, küresel süreçte ülkenin ekonomik çıkarlarını koruyacak, ülke mallarının uluslararası piyasada rekabet gücünü artıracak, ekonomik anlamda bir ülkenin açık veya gizli olarak kaynak kaybını önleyecek bir politikadır. Bu tür bir politikayı, klasik iktisat, neo-liberal politikalar içinde değerlendiremezsiniz… Çünkü ülkelerin kendine özgün koşulları, özellikleri, sosyo-kültürel yapısı, tarihi ve kültürel değerleri birbirine uymaz. Ulusal iktisat politikaları bu koşullar içinde şekillenir. Bu anlamıyla evrensel bir teori olmaz.

Söz gelimi, Çin’de piyasa ekonomisi anlayışı ile ABD’de piyasa ekonomisi anlayışı birbirinin tersidir. Buna rağmen her iki ülke de ulusal politika uygulamaktadır. Çin, merkezi kararlar ve kur politikası ile rekabet gücünü artırıp, cari fazla vermektedir. ABD ise kapitalizmin temsilcisidir. Cari açık veriyor… Ancak doları dünya parası yaparak ulusal çıkarlarını koruyor. Ulusal politikalar uyguluyor. Küresel süreçte, iktisat teorilerine boğulmak yerine, ülke çıkarlarını maksimize etmenin tek yolu, ‘ulusal iktisat politikaları’ olarak görünüyor.”[7]

EKONOMİK İSTİHBARAT 

İNGİLİZ İSTİHBARATI BAKAN ŞİMŞEK’İ DİNLEMİŞ

İngiltere istihbaratının 2009 yılında Londra’daki G20 toplantılarına giden Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve ekibini gizlice dinlediği ortaya çıktı. Şimşek, dinleme iddiasının Dışişleri Bakanlığı tarafından araştırıldığını açıkladı. İngiltere’de yayınlanan Guardian gazetesi, 2009 yılında, yeni Maliye Bakanı olduğu sırada Mehmet Şimşek’in İngiltere Devlet İletişim Birimi GCHQ tarafından dinlendiğini yazdı. Mehmet Şimşek, dinleme iddiasının Dışişleri Bakanlığı tarafından araştırıldığını açıkladı.
2009 yılında zamanın İngiltere Başbakanı Gordon Brown ve Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın iki ülke arasında stratejik ilişkilerin başlatılması için bir anlaşma imzalandığını hatırlatan gazete, iki ülkenin arasındaki ilişkilerin şimdi de iyi olduğuna dikkat çekti.

Guardian gazetesi, kendilerine sızdırılan GCHQ raporunda, Şimşek’in dinlenme nedeninin savunma ve güvenlik amaçlı değil, “Ankara’nın mali denetim ve reformlara bakışının keşfedilmesi” olduğunu yazdı. Gazetenin haberine göre 2 Eylül 2009 tarihinde G20 toplantılarına katılmak için Londra’ya gelen Şimşek ve beraberindeki 15 kişilik heyet, “Türkiye’nin diğer G20 ülkeleriyle iş birliği yapıp yapmayacağının anlaşılması” için de dinlenmiş.

Guardian’ın haberi şöyle devam ediyor: “Hazine bürokratları ve banka yöneticileri bu tür konuları her zaman zaten konuşuyor. Dinlenmenin belirgin nedeninin Türklerin finansal reformlar hakkında ne düşündüklerini söylemeden müzakere masasına oturan İngilizlerin bunu bilmek istediği olduğu anlaşılıyor.” Gazete, “olası kazanımların bu kadar ufak olduğu göz önünde bulundurulduğunda GCHQ’nun neden Şimşek’i dinlemeye gerek duyduğu” sorusunun cevabının “çünkü hem teknik hem de yasal bakımdan yapabiliyor” olduğunun anlaşılabileceğini yazıyor. (Sabah Gazetesi/ 17.06.2013)

İngilizlerin bu ilk vukuatı değildir elbette, bu iş çok daha gerilere gider. Ne kadar gerilere, ona da bakalım:

TÜRK DOKUMACILIK TARİHİNDE İNGİLİZ AJANLARI
Bir gün, evinde Metin Erksan’la konuşurken raflarda sırtında “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Avrupa Topluluğu Üye Olmak Hakkı ve İsteğinin Tarihsel Kaynakları Metin Erksan” yazılı ince bir kitap takıldı gözüme. Şaşırdım. Kitabı raftan çekip aldım. Evet, bu Erksan’ın yazdığı bir kitaptı; kitapçılarda görmemiştim, baskısı tükenmiş olmalıydı. Okumak üzere ödünç aldım. Okurken bir belge çok dikkatimi çekmişti. Erksan, kitabın bir yerinde, “26 Şubat 1583 tarihinde Sir William Harborne tekrar İstanbul’a geldi. Bu kez Kraliçenin korumasında bir ticaret kuruluşunun temsilcisi olarak değil, tam yetkili bir İngiliz Elçisi olarak gelmişti. Kraliçe Elizabeth, politik faaliyetlerinin yanı sıra Elçi’nin Türkiye’de bazı ticari ve teknik olguları öğrenmesini ve İngiltere’ye getirmesini istiyordu. Bu konular ve işlevler şunlardı…” diye başlıyor ve Kraliçe’nin bu İngiliz Elçisi’ni Osmanlı topraklarına bir kumaş, iplik, boyama ve dokuma sanayi casusu olarak gönderdiğini gösteren buyruklarını sıralıyordu:

1-Türkiye’de kumaşları maviye boyamakta kullanılan çivit otunun tohumu (anile) ve fidanı İngiltere’ye getirilecek.
2-Bunun nasıl hazırlandığı ve karıştırıldığı öğrenilecek.

3-Türkiye’de (kumaş) boyamakta kullanılan bütün otlar bulunup İngiltere’ye getirilecek.
4-Yaprakları, tohumları veya kabukları yahut odunu boyacılıkta kullanılan bütün ağaçların tohumu veya fidanı İngiltere’ye getirilecek.
5-Bu işte kullanılan bütün bitkiler ve çalılar İngiltere’ye getirilecek.
6-Boyacılıkta kullanılan bütün topraklar, madenler, bunların bulunduğu yerde iyice incelenecek. İngiltere’de bu gibi yerlerin çabucak nasıl tanınacağı öğrenilecek.
7-Boyacılıkta kullanılan maddelerden başka, boyama sanatı da öğrenilecek.
8-Mısır’daki Muhaisira şehrinden İstanbul’a ve oradan da İngiltere’ye susam tohumu getirilecek. (Susam ticareti genellikle İskenderiye ile İstanbul arasında yapılır. Bunun için elde edilmesi kolaydır. Bu tohumdan yağ çıkarılır ve Muhaisira’da birçok fabrikalar bununla işler. Bu tohum İngiltere’de yetiştirilecek olursa kumaş ticaretimize sınırsız yararlar sağlar. Bu kasaba Nil nehri üzerindedir. Venedik’e ve daha birçok İtalyan şehirlerine, Anvers’e susam oradan gelir.)
9-Türkiye’deki her çeşit kumaş ve bu kumaşların bütün üretim aşamaları incelenecek.
10-İngiltere’nin çıkarı için, başka kumaşlardan çok, Türkiye’ye İngiliz malı çuha satışının arttırılmasına çalışılacak.
11-Yabancı boyaları ile boyanan kumaşlarımızdan çok, İngiliz boyalarıyla boyanan kumaşlarımızın satışına önem verilecek.

12-Cezayir ve Tunus için yapılan şapkalarımız için pazar aranacak. Çünkü halkımıza büyük kazanç sağlayabilir.
13-Norwich ipliğinden veya diğer ipliklerden dokunan çorapların satılmasına çalışılacak. Bu büyük bir ticaret halini alırsa yoksul halkımıza büyük kazanç sağlar. Bu yolla hem ürün hem boya satışımız artar. Birçok kimse iş bulur.
14-Yoksul halkımızın yararı için, safran satışı arttırılacak, geniş ölçüde satış bulunursa birçok kimselere iş çıkar.

Metin Erksan’ın, adı geçen kitabında aktardığı 1583 tarihli bu belge, beni derinden etkilemişti. Batı’nın bin yıl öncesine dek Doğu’nun çok gerisinde olduğunu; Doğu’dan aldıkları, apardıkları, geliştirdikleriyle ilerlediklerini, kendi araştırmalarımdan biliyordum. Erksan’ın aktardığı bu belge ise, bu gerçeği tartışılmaz biçimde bir kez daha kanıtlıyordu. Bu belgenin gerçekliğini araştırdım. Erksan, kitabında bu belgeyi Hamit Dereli’nin 1951’de yayımlanan “Kraliçe Elizabeth Devrinde Türkler Ve İngilizler” adlı kitabından aktarıyor ve bu bölümü tümüyle yayımlıyordu.
Hamit Dereli bu belgeyi doğrudan o yıllarda yayımlanmış bir İngiliz kaynağından,1552 Londra doğumlu İngiliz coğrafyacı Richard Hakluyd’un 1589’da yayımlamaya başladığı “The Principal Navigations, Voyages, Traffiques and Discoveries of the English Nation” (İngiliz Ulusunun Belli Başlı Deniz Seferleri, Gezileri ve Keşişleri) adlı 8 ciltlik çalışmasından aktarıyor ve şöyle diyordu: “Buna benzer diğer birçok belgelerden anlıyoruz ki, o dönemde Türkiye’de dokumacılık ve boyacılık sanatları pek ilerlemişti. On altıncı yüzyılda İngilizlerin bütün çabası kumaşlarını ve boyalarını ıslah etmek, satışlarını arttırmak, kendi sanayi ürünleri için geniş pazarlar bulmak üzerine yoğunlaştırılmıştı. Bunun için Türkiye’nin ünlü yünlü kumaşlarından mostralar alıp İngiltere’ye götürülecek, Dyers Hall’da (Boyacılar Çarşısı) teşhir edilecek, İngiliz boyacılarının kendi becerilerine ilişkin besledikleri yanlış kanılar kafalarından silinecekti.

Yine Türkiye’de bulunan İngiliz ticaret temsilcisinden “ipekli ve yünlü kumaşları boyamakta usta iki delikanlı” isteniyordu. Bu ustalar doğal yollardan sağlanamazsa, herhangi bir paşanın yardımı ile o da olmazsa İstanbul’da oturan Fransız elçisi yardımıyla sağlanacaktı. Bunun için temsilciye İstanbul’a varır varmaz Fransız elçisi ile tanışması ve dost olması öğütleniyor, bu amaca ulaşmak için her şeye başvurmaktan çekinmemesi söyleniyordu.

Yine bu belgelerden birinde İngiliz ticaret temsilcisine Cezayir ve Tunus’ta “Bonettos Colorados Rugios” (kırmızı renkli başlık) adı verilen kenarsız bir tür kırmızı İskoç başlığı için Türkiye’de pazar bulması buyruğu veriliyordu. Bundan şu soru akla geliyor: Acaba fes İngilizler tarafından mı Türk ülkelerine getirilmiştir? Fes kelimesinin sözcük kökeni bakımından Kuzey Afrika’daki Fez şehriyle ilgili olması, bunun böyle olduğu olasılığını güçlendirmektedir.”
Richard Hakluyd ve Türk-İngiliz ilişkilerinin başlangıcını anlatan 1583 tarihli Principal Navigations kitabı.

Kraliçe’nin Osmanlı’ya (buyruğun İngilizce aslında yer alan adıyla Turkie’ye) gönderdiği elçiye verdiği görevler arasında, Türk dokumacılık bilgi ve teknolojisinin çalınmasından başka, iki Türk kumaş boyama ustanın ne pahasına olursa olsun İngiltere’ye getirilmesi vardı… Demek ki, bugün bilgi ve teknoloji üstünlüğüyle dünya devleri arasında yer alan İngiltere, bundan 400 küsur yıl önce Türkiye’den bilgi ve teknoloji aparmaya muhtaç bir durumda bulunuyordu. İşte bu İngilizler, 1583 yılında Kraliçe’nin gönderdiği Elçi’ye verdiği ‘Türklere “kenarsız kırmızı bir tür İskoç şapkası” = Fes giydirme buyruğunu 250 yıl boyunca unutmamışlar, sonunda 1832’de, II. Mahmut döneminde Türklere bunu giydirmeyi başarmışlardı.

Metin Erksan’ın kitabını okuduktan sonra, onunla bu konuyu yeniden irdelerken bana, İngilizlerin Türk kumaş dokuma ve boyama sırlarını çalma çabalarının 1583’te başlayıp kesintisizce 300 yıl sürdüğünü, 1800’lerde dünya tiftik yünü tekelini Türklerin elinden almak üzere, Türkiye’den damızlık tiftik keçileri kaçırıp Afrika’da çoğalttıklarını ve bu olayın Sadri Etem Ertem’in 1930 / 31’de yayımlanan “Çıkrıklar Durunca” adlı romanında işlendiğini, kendisinin geçmişte bu romanı filme çekmeyi bile düşündüğünü” söyledi…[8]

Zafer Toprak ise, “Milli İktisat” adlı kitabında, “İttihat ve Terakki’nin ticari faaliyetlerine ilişkin bir “İngiliz İstihbarat Raporu”nun İngilizcesini yayımlamıştır.

EKONOMİK İSTİHBARATA GEREK DUYARLAR ÜLKELER

İşin aslı şu: Ülkeler ulusal ekonomik çıkarlarını artırmak ve korumak için ekonomik istihbarata gerek duyarlar, tarih boyunca duymuşlardır, bugün de duymaktadırlar. Ulusal istihbarat örgütlerinin bu amaçla yaptıkları istihbarî faaliyetler yanında ulusal şirketlerin bilgilerinden de yararlanılmaktadır. 

Teknolojik, finansal ve ticari istihbarat günümüzde alabildiğinde kullanılmaktadır. Sanayi casusluğu, teknolojik casusluk, bilimsel casusluk ve Ar-GE casusluğu, onca uluslararası yasal düzenleme ve koruma önlemlerine karşın sürmektedir.

Dünyanın en büyük istihbarat örgütü CİA, istihbaratın yüzde kırkının artık ekonomik konularda olduğunu ifade ediyor açıkça.

Yakın yıllara dek, dünyanın ikinci büyük ülgen gücü olan SSCB’nin, dünyaya nam ve korku salan bir de istihbarat örgütü vardı: KGB. SSCB çökünce, KGB de büyük ölçüde tasfiyeye uğradı. Rusya Federasyonu’nun istihbarat örgütü artık bu adla anılmıyor, KGB gibi de çalışmıyor. KGB hakkında çok sayıda araştırma ve edebi eser yayımlandı. Ancak bu eserlerin hiçbirisi, eski bir KBG ajanı yazar tarafından kaleme alınmamıştı. Azerbaycanlı Cengiz Abdullayev, eski bir KGB ajanı, yazdığı romanlar, dünyanın birçok diline çevrildi, satış rekorları kırdı.

Abdullayev’in “Kurtlar Sofrasında” adlı romanı, soluk soluğa okunacak gerçek bir casusluk öyküsü. Bu romanın, bu kitabı ilgilendiren yanı ise, “Ekonomik İstihbarata Karşı Koyma ve Sanayi Güvenliği” adında ayrı bir bölümü bulunan KGB’nin bir de mali şubesinin olması ve bu şubede işinin ehli çok sayıda maliye ve muhasebe uzmanının istihdam ediliyor olmasıdır. Roman kahramanı Kemal de KGB tarafından ABD’ye yerleştirilmiş başarılı bir iş adamı…  

Yalnızca CİA ve KGB’nin değil, tüm ülkelerin istihbarat örgütlerinin, günümüzde, ekonomik istihbarat stratejileri, taktikleri, sistemleri, yöntemleri ve istihbarat verileri bulunmaktadır. Yani küresel ölçekte amansız bir ekonomik savaş sürmekte, bu savaşı kazanmak için de iyi bir istihbarat ağı ve örgütü gerekmektedir. Yani dememiz o ki, ekonomik milliyetçilik yapacaksanız, ekonomik istihbaratınız güçlü olacak hem gizli hem açık istihbarattan yararlanacaksınız. Bu dün de böyle idi, bugün de böyle, yarın da böyle olacak, ulus devletlerin çöktüğü kocaman ve pis bir yalan…

Ekonomik İstihbaratın önemine dair Türk basınında çok az yazı çıkıyor ne yazık ki, bunlardan birinin önemli bölümlerini katkı ve pekiştirme amacıyla sunalım:

“Tepkilerin bu kadar hızlı ve yoğun olmadığı dönemlerde bir ülkeyi istila için askeri müdahaleler kullanılırdı.
Bugün bu yöntem arka plana itildi.
Çok daha kolayı var; ‘hedef’ ülkeyi iktisadi kıskaçlara al, ekonomisini iyiden iyiye bağımlı hale getir. Süper güçler bu yönteme özellikle 2. Dünya Savaşı’nın ardından ağırlık vermeye başladı.
Bu durumun en bariz göstergesi de, ABD’nin 2. Dünya Savaşı sonrasında istihbarat yapılanmasında geleneksel departmanlarının yanına bir de “Ekonomik İstihbarat Departmanı”nı eklemesi oldu.
Dünya Bankası ve IMF gibi kuruluşların meydana getirilmesinin açıklanan amacı, 2. Dünya Savaşı’nın ekonomilerinde ciddi boyutlarda zarara yol açtığı ülkelerin yeniden yapılandırılması, güçlendirilmesiydi.
’Görünen’ amaç buydu ama ‘gerçek’ amaç çok farklıydı.
Ortadaki büyük bir ekonomik tezgâhtır.
Bu tezgâh da şöyle işlemektedir:
Öncelikle, dış güçlerin göz diktiği ülkeler belirlenerek bu ülkelere Dünya Bankası, IMF gibi kuruluşlar aracılığıyla miktarları milyar dolarlara varan krediler verilmektedir.
Başta ülkenin kalkınmasını temin maskesi altında kullandırılan kredilerin büyük bir çoğunluğu ülkedeki ekonomik istikrarı ve sosyal adaleti sağlayacak alanlarda değerlendirilmek yerine, enerji santralleri, limanlar gibi altyapı hizmetlerini inşa eden çok uluslu şirketlerin kasasına girmektedir.

Dünya Bankası ve IMF gibi kuruluşlar borç verme adı altında ülkeye bir kez girdi mi çıkartmak çok güçtür.
Zira verilen borçlar çok büyük olduğundan geri ödemesi genelde mümkün olmayacak, bu kapsamda da daha yüksek faiz oranlarından ve daha yüksek meblağlarda borçlar alınacaktır.
Artan faiz ödemeleri ile borçların geri ödemesi güçleşirken bahsi geçen kuruluşların, maliye ve para politikalarında söz sahibi olması ile karşı karşıya kalınan durum başka bir boyut kazanacaktır.
Bu durumda borç yükünün altına hedefteki ülkenin halkı girerken, kârlı çıkan çok uluslu şirketler ve amaçladıkları doğrultuda hareket eden dış güçler olmaktadır.
Amerikan Ulusal Güvenlik Konseyi (NSC) tarafından kaleme alınan strateji belgelerine göre ekonomik istihbarat, Amerikan gizli servislerinin ana ilgi sahalarının başında gelmekte, aynı şekilde İngiliz M16 yani dış istihbarat servisinin temel ilgi alanları içinde de zikredilmektedir.
Dahası, Rus istihbarat servislerinin temel vazifelerinden birisinin de ekonomik güvenlik olduğu görülmektedir.”[9]

Ve bu yazıya John Perkins’in “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” adlı kitabından yaptığımız alıntıyı ekleyelim. Bu alıntı, Ünsal Ban’ın yukarıda dediklerini pekiştiriyor, perçinliyor. Perkins, kendisini stajyerlik döneminde yetiştiren Claudine adlı istihbaratçı kadının şu öğütleri verdiğini anlatıyor: “Dünyadaki ülkeleri milyarlarca dolar dolandırmak için para alıyoruz; hem de çok para. Senin işinin büyük bir bölümü, dünya liderlerini ABD’nin ticari çıkarlarını gözeten büyük bir ağın parçası olmaya teşvik etmek. Sonunda bu liderler sadakatlerini garanti edecek bir borç batağına saplanır. Sonra da onları politik, ekonomik ya da askeri ihtiyaçlarımız için ne zaman istersek kullanabiliriz. Karşılığında onlar da halklarına sanayi siteleri, elektrik santralleri ve havaalanları sağlayarak, politik durumlarını güçlendirirler. Tüm bunlar olurken Amerikan mühendislik ve inşaat firmaları da inanılmaz derecede zenginleşir.”

Ekonomik istihbaratın uluslar üstü ya da çok uluslu şirketlerle devletler arasındaki paylaşımı da bugün bir önemli sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Dünyanın bazı ülkelerinde uygulanan ekonomik istihbarat çalışmaları ve ülkemizdeki duruma da bir göz atmak yararlı olacaktır:

BAZI ÜLKELERDE VE TÜRKİYE’DE EKONOMİK İSTİHBARAT

Fransa Ekonomik İstihbarat Sistemi

Fransa, ekonomik istihbarat konusunu milli öncelik düzeyine çıkarmış ve 1992-1994 yılları arasında Ekonomik İstihbarat ve Kurumsal Strateji (Commissariat Général du Plan) konulu toplantılarda birçok uzmanın çalışmaları yayımlanmıştır.

1995 yılında Fransa otoriteleri bir kararname ile Fransız ekonomik istihbarat sisteminin özünü oluşturacak olan Rekabet ve Ekonomik Güvenlik Komitesi kurmuştur. Bu atılım, açık ve net biçimi ve sahip olduğu ortak öncelikleri sayesinde pratikte karşılığı olan aşağıdaki gibi eylem planları sunmuştur:

-Özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerin ihtiyaçlarına sürekli dikkat edilmesi, bilginin kendilerine açık tutulması, gerekli durumlardan kamu kaynaklarında veri toplama ve işleme kurumlarına yönlendirilmesi.

-Koordinasyon ve bilgi değişim ağı oluşabilmesi amacıyla ekonomik istihbarat konularında kamu ve özel sektör yetkilileri arasında etkileşimin desteklenmesi.

-Ekonomik istihbarat yaklaşımının yaygınlaştırılmasını sağlayacak uygulayıcı bir grup geliştirilmesi. Bu bağlamda üniversitelerde ve işletme bölümlerinde bu alanda dersler verilmektedir. Ayrıca küçük ve orta ölçekli işletmelere bu alanda farkındalık ve eğitim programları sunulmaktadır. Bunlardan ilki 1995 yılında 300 şirketi kapsayan ve bir yıl süren bir eğitimle sağlanmıştır.

Fransa teknolojik gelişmelere verdiği öncelik sayesinde ve uluslararası ticaret yoluyla milli ekonomisini destekleyen bir EİS’e sahiptir. Devlet, hemen hemen tüm istihbarat faaliyetlerini kontrol etmektedir.

Japonya’da Ekonomik İstihbarat

Japon EİS’i, bilgiyi kalkınmada bir kaldıraç olarak kullanan ilk sanayileşmiş ülkelerin başında sayılmaktadır. Anglosakson ülkelerinden farklı olarak Japonya bilgiyi bireysel kaynaktan ziyade kolektif kaynak haline getirmiştir. Ekonomik istihbarat stratejisi saldırgan yapıdadır. Bilgi, yoğun bir biçimde saldırgan bir endüstriyel kalkınma politikasına hizmet etmiştir.

Geçen yüzyıldan itibaren rakip ülkeler tarafından oluşturulmuş bilgiye erişimleri, Japon sistemine rehberlik etmiştir. Bununla birlikte gizlilik ise yüksek önem taşımakta ve ülke için stratejik önemi olduğu düşünülen unsurların açık ve net biçimde tanımlaması yapılmaktadır.

Ekonomik başarılarında ve ekonomik istihbarat sisteminde Japon kültürünün etkileri oldukça büyüktür. Bir sanayi kuruluşu mali sıkıntılar içinde olduğunda onu ayakta tutmak için diğer şirketlerin desteği kendini göstermektedir. Bunu sağlayan Japon ‘keiretsu’* sistemidir. Ancak bu yapı da yasaların veya ekonomik kuralların ürünü olmayıp, Japon kültür mirasıdır.

Japonların ekonomiye kültürel yaklaşımlarının bir diğer örneği de en üstün performansa sahip olmak uğruna iyinin en iyisi olmak için mücadele etmek anlamına gelen “dontotsu” felsefesidir. Bilgiyi “almak” ya da “satmak” tan ziyade, paylaşma kültürü hâkimdir. Bilgi alışverişi ortaklar arasında güven tescil eden bir hizmet olarak addedilmektedir. Keza Japon iş dünyası da gerek Japonya’daki gerek ülke dışındaki danışman şirketlerden açık olan ekonomik istihbaratı para karşılığı satın almada isteksizdirler. Bu kültür İstihbarat Araştırma Ofisi NAICHO (devlet başkanlık ofisine dünya çapında haftalık raporlar göndermekle yükümlü), MITI, JETRO ve ülke dışında faaliyet gösteren büyük Japon şirketlerine de nüfuz etmiştir.

Günümüzde Japon ekonomik istihbarat sistemi devlet, büyük endüstriyel gruplar, bankalar, dış ticaret şirketleri (sogo shosha), aracı kurumlar ve üniversiteler gibi çok çeşitli kanallar arasında bilgi alışverişine dayanmaktadır. Tüm bu taraflar milli stratejiler konusunda değerlendirmelerde bulunurlar. Bununla birlikte uluslararası şirketlerle iş birliği içinde olan büyük Japon şirketleri, kendi ekonomik istihbarat ağlarını da kurmaktadırlar.

* Keiretsu Japoncada düzen veya sistem anlamına gelmektedir. Keiretsu aynı endüstri grubunda birbirine bağlı şirketlerden oluşan bir ağa (network) sahiptir. Keiretsular mali (yatay), satış-dağıtım ve üretim (dikey) olmak üzere üç gruba ayrılmaktadırlar. Temel amaç merkezdeki bankanın şirketler için sürekli sermaye sağlaması, acil durumlarda iflası önleyecek fon aktarımı yapması ve tüm keiretsu şirketlerin kendi kendilerine yeterlilik sağlayarak hızlıca büyümesidir. 

*JETRO -Japanese External Trade Organization: Japon Dış Ticaret Örgütüdür. 

Almanya Ekonomik İstihbarat Sistemi

Japon sistemine benzer şekilde Alman ekonomisi de tüm büyük ekonomik aktörler tarafından kabul görmüş ortak milli stratejik amaçlar doğrultusunda inşa edilmiştir. Holdingler ekonomik istihbarat yönetimini üstlenerek devletin rolünü almışlardır. Hem devletin ekonomik faaliyetlerinde hem de ekonomik istihbarat faaliyetlerinde özel sektörün yüksek seviyede katılımı Alman EİS’ in temel özelliğidir. Ticaret odaları ekonomik bilgi toplama ve dağıtma konusunda merkezi konumdadır. Ticaret odaları kadar yerel ölçekte de sektörel odalar oldukça etkindir ve özel sektör temsilcileri bu sayede yerel, bölgesel ve federal ölçekte ekonomik istihbarat sistemini oluşturan siyasi kararlarda ve politikalarda etkili olmaktadırlar.

1980’lerden itibaren Alman iş dünyası tarafından fonlanan özel vakıflar ile Alman EIC (European International Contractors- Avrupa Uluslararası Müteahhitler Birliği) arasında bilgi ve personel transferi de yapılmıştır. Alman iş adamları dış ekonomik istihbarat toplamaya çok önem vermişlerdir. Bunun için BND’nin (Bundesnachrichtendienst, Federal İstihbarat), BKA’nın (Bundeskriminalamt, Emniyet Teşkilatı) ve dış istihbarat servisinin en üst düzey yetkililerini işe almışlardır.

İngiltere Ekonomik İstihbarat Sistemi

İngiltere EİS’i, ekonomik güvenlik hedeflerini ve vatandaşların refahını korumak ve sürdürülebilir kılmak üzere tasarlanmıştır. EİS’i devlet kontrol eder. Gizli İstihbarat Servisi (Secret Intelligence Service – SIS) karşı istihbarat departmanı olan MI-5 ve istihbarat departmanı MI-6’dan oluşmaktadır. Gizli istihbarat servisinin ana hedefi ekonomik istihbarattır. MI-6 aktif olarak ekonomik ve teknolojik bilgileri toplamaya başladıktan sonra1984’te Finans Bakanı P. Midlton, ticari ve ekonomik bilgi toplayabilmesi için MI-6’ya bütçe ayırmayı başarmıştır. Finans Bakan yardımcısı MI-6’nın finansal ve ticari bilgi toplama faaliyetlerini kontrol ederken, Dış Ekonomik İstihbarat Komitesi istihbarat teşkilatının tüm ekonomik istihbarat faaliyetlerini kontrol etmektedir. 

Türkiye’nin İstihbarat Teşkilatı

Türkiye’deki istihbarat yapısında sivil alanda hem içe dönük hem de dışa dönük istihbarat görevi MIT – Millî İstihbarat Teşkilâtı vasıtasıyla tek bir organizasyon altında sürdürülmektedir. Türkiye’deki uygulamada Millî İstihbarat Teşkilâtı tarafından devlet çapında oluşturulan milli güvenlik istihbaratının Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genel Kurmay Başkanı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri ile gerekli görülen kuruluşlara iletilmesi yasal hükme bağlanmıştır. Bu alanda 1983 yılında çıkarılmış 2937 sayılı “Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat Teşkilâtı Kanunu” isimli yasa mevcuttur. Ancak çalışmada örnekleri verilmiş ülkelerdeki gibi ekonomik istihbarat görevi verilmiş herhangi bir kurum bulunmadığı gibi, mevcut istihbarat kurumlarında da bu gibi görev tanımları bulunmamaktadır. Oysaki önceleri işletmeler arasında yaşanan rekabet, uluslararası ticaretin artması ve serbestleşmesiyle dünya çapında ülkeler arasında da büyük rekabete yol açmış, istihbarat faaliyetleri birçok ülkede ekonomik güvenlik ve milli güvenlik seviyesinde ele alınmıştır. Bu faaliyetleri bazı ülkelerin Savunma Bakanlığı bünyesinde, bazı ülkelerin Ekonomi ve Finans Bakanlıkları bünyesinde kurdukları konseyler veya komitelerce yürüttüğü görülmüştür. Sonuç ve değerlendirmeler bölümünde örnek ülkelerin mevcut sistemleri ışığında Türkiye ekonomik istihbarat sisteminin kurulabilmesi için öneriler sunulmuştur.[10]

Ekonomik istihbaratta ABD farkı

Son derece çarpıcı bir ekonomik istihbarat olayını da Kahraman Emmioğlu anlatıyor Türkiye’de Sanayileşmenin Serüveni adlı kitabında: “Bu arada kısa bir olayı da burada anlatmak istiyorum. Kıbrıs olaylarından önce gemi inşasıyla ilgili teknolojiyi ABD’den istiyoruz. Özellikle gemi yan levhalarına uygun şeklin verilmesi teknolojisine ihtiyaç var. Müzakere sırasında savaş patlıyor ve ABD bu konuyu da ambargo listesine alıyor. Bunun üzerine konunun çözümü için üniversitelerimize müracaat yapılıyor ve üniversitelerimiz çalışmalara başlıyor ve çok geçmeden çözüm bulunuyor. Çözüm haberi daha tersanelere gelmeden ABD’den ilgili imalatçı tersaneye telefon ediyor ve teknolojiyi vereceklerini söylüyor. ABD’nin meseleyi nasıl takip ettiğini, istihbaratının nasıl çalıştığını ve teknoloji transferlerinde nasıl davrandıklarına dair enteresan bir olaydır bu.”


[1] Prof.Dr. Ali Özgüven -Ak İktisat Ansiklopedisi Cilt:1, Sayfa 427

[2] www.sozce.com/nedir/166120-iktisadi-ulusculuk

[3] Bu iki kavram birbiri ile deyim yerindeyse sınır anlaşmazlığı içindeler. Çoğu kez, birbirinin yerine de kullanılıyorlar. Ortak yanlarını çok saymak mümkün de, ayrılık alanlarını ya da farklıklarını ortaya koymak o kadar kolay değil. Yalnızca Atsız kafa yormuş bu konuya ve şu tespiti yapmış: Sosyalizm, beynelmilel halkçılık iken; toplumculuk, milliyetçi halkçılıktır.”

[4] Emperyalizm sözcüğü 1860’lardan beri literatürde yer almışsa da tarihsel bir kavram olarak J.A Hobson’un “Imperializm a Study” (1902) adlı eseriyle yazına girdi. Hobson’a göre emperyalizm İngiliz ekonomisinin düşük tüketiminden kaynaklanıyordu. Artık sermaye İngiltere’de nemalandırılamıyor ve ünlü deyişle kapitalistler “ülkede satamadıkları ve kullanamadıkları mal ve sermayeleri için yabancı pazarlar ve dış yatırım olanakları peşine düşüyorlar”dı. Böylece kapitalist emperyalizm kuramı doğdu. Hobson’un kuramı Marksist düşünürlerce, özellikle Karl Hilferding ve Roza Luxemburg tarafından devralındı; uyarlandı, geliştirildi. Marksist söylem emperyalizmi kaçınılmaz bir tarihi konuma soktu. Lenin 1916’da emperyalizmi “kapitalizmin son aşaması”  olarak niteledi ve emperyalizm Marksist teoride ve pratikte uzun yıllar benimsenecek bir boyut kazandı. Bu tez Hobson’la Lenin’in görüşlerindeki bariz farklılıklara rağmen, kısa sürede “Hobson-Lenin Tezi” olarak yazında yer etti; 1920’lerde ve 30’larda Avrupa emperyalizminin standart açıklaması oldu. (Zafer Toprak/Türkiye’de Milli İktisat”)

[5]Türk basınının önemli kalemlerinden İlhan Selçuk, milletleşmek için gerekli öge ve şartları şöyle sıralıyordu: 1-Dil Birliği, 2-Toprak Birliği, 3-Ekonomik Yaşayış Birliği, 4-Ruhsal Biçimlenmeyle Sonuçlanan Kültür ve Bilinç Birliği. 

[6] Ümit İzmen-Radikal Gazetesi 18.03.2013

[7] Yeniçağ Gazetesi 15.7.2015

[8] Cengiz Özakıncı’nın Sadri Etem Ertem’in “Çıkrıklar Durunca” adlı kitabının yeni basımına yazdığı önsözden bir bölüm

[9] Ünsal  Ban-Bugün Gazatesi-22 Haziran 2013

[10] http://www.ticaret.edu.tr/uploads/dosyalar/921/WPS%20NO%2004%20%202015-06.pdf

Yorum bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir