Emperyalizm Türkiye’nin Gelişmesini Nasıl Engelliyor?

Emperyalizm… 500 yıldır insanlığın bütün ıstırap ve felaketlerinin birinci kaynağı… Çeşitli stratejiler ve araçlar kullanıyor. Bunlardan “Merit” (Merdiveni İtme) stratejisine göre, dünyanın diğer herhangi bir hükümeti ne zaman kendi halkının çıkarı için bir şeyler yapmaya çalışsa, Emperyalizm bunu hâkim kılmak için derhal belirli politikalar uygulamaya koyarak, bu ülkelerin gerçek anlamda ilerlemelerini, sanayileşmelerini engelliyor.

Derin Merkez -ve onun yönetimi altındaki ABD, İngiltere, Almanya, Fransa gibi Merkez ülkeleri- az gelişmiş ülkelerin kendilerine rakip bir güç haline gelmelerini önlemeye çalışırlar. Sanayileşmesi engellenmiş olan Türkiye gibi ülkelerin kaynaklarını sömürmek, pazarlarını ele geçirmek, kendilerine rakip olmalarını önlemek için çeşitli ekonomik ve politik silahlar kullanırlar. Bu silahlardan başta geleni serbest ticarettir. İkincisi ülkeyi borçlandırmaktır. Üçüncü silah özelleştirmedir. Sonra yabancı sermaye gelir.  Beşincisi o ülkeye topraklarını sattırmaktır. Bunlara ek olarak kültür emperyalizmini kullanırlar. Sahte demokrasiazınlıkları kışkırtma, yeni azınlıklar yaratma gibi politik silahlar da önemli araçlarıdır.

Serbest ticaret çeşitli yollardan, örneğin Avrupa Birliği gibi uluslararası ekonomik bütünleşme girişimleri, Gümrük Birliği, Washington Uzlaşması gibi antlaşmalar yoluyla dayatılır. Türkiye’de de aynen böyle olmuştur. Ulus devletleriborç bağımlısıhaline getirerek, kendilerine muhtaç duruma düşürdükleri ülkenin hükümetlerine her istediklerini yaptırırlar. Türkiye Cumhuriyeti borç batağına özellikle 1980’li yıllardan itibaren itilmiştir. Batı’nın, Çevre ülkelerine karşı kullandığı üçüncü silah özelleştirmedir.Özelleştirme Batı’nın, ulus-ötesi şirketlerin ekonomik felsefesinin bir gereğidir. Yüzlerce tesis Türk milletinin mülkiyetinden çıkarılarak küresel şirketlerin mülkiyetine geçirilmiştir. Derin Merkez’in, Çevre ülkelerine karşı kullandığı dördüncü silah yabancı sermayedir. Bir ülke serbest ticarete açılıp borçlandırıldıktan sonra sıra özelleştirme yaptırmaya gelmekte, bu uygulama ile birlikte ülkeye yabancı sermaye akını hızlanmaktadır. Sonuçta ekonomi hızlı bir yabancılaşma sürecine girmektedir. Batı’nın beşinci silahı hedef ülkeye toprak sattırmaktır. Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’nde yabancıya toprak satışını son derecede zorlaştırmıştı. Ne var ki toprak satışları AKP döneminde yeniden başlatıldı ve kısa sürede büyük bir ivme kazandı. Oysa yabancıya toprak satışının, politik ve ekonomik birçok sakıncası vardır.

‘***’

Yukarda saydığım bütün habis politikalar “küreselleşme” denilen süreçte, ulus-ötesi şirketlerin çıkarları için, yalnız Türkiye’de değil, birçok diğer Çevre ülkesinde uygulamaya konmuştur.

Küreselleşme kapitalizmin dünyaya dayattığı, sömürgeci zihniyetin ürettiği, fetişleştirilmiş bir kavramdır. Çirkin Batı’nın, özellikle ABD’nin, kendi siyasal, sosyal ve ekonomik kalıplarını bütün dünyaya dayatma aracı ve sürecidir. Bu süreçte dünyanın geri kalan ülkeleri (Çevre ülkeleri) henüz sanayileşememiş, sahipsiz olarak, Merkez’in sömürüsüne açık bir duruma getiriliyor; sanayileşme girişimleri “Merit Stratejisi” yoluyla engelleniyor.

Oysa bu ülkelerin durumlarının iyileşmesi, sanayileşmeleri, ilerlemeleri, yeni kurulan sanayilerinin dev ulus-ötesi şirketler karşısında koruma altına alınmasına bağlıdır. Bunun birinci koşulu ise Ulus-Devlet yapısının muhafaza edilmesidir. Görülüyor ki Batı’nın çıkarlarının gerektirdiği düzenle -Türkiye gibi- az gelişmiş, sanayileşmeleri engellenmiş ülkelerin çıkarlarının gerektirdiği düzen arasında bir karşıtlık, uyuşmazlık vardır. Batı tek çözüm yolu olarak şunu görüyor: Bu ülkelerin ulus-devletlerinin planlı bir şekilde zayıflatılması; o ülkelerin devletlerinin, Merkez’in çıkarlarına hizmet edecek bir kalıba dökülmesi… Beş ekonomik silah ve diğerleri bu amaçla kullanılıyor.

Oysa bugünün Merkez ülkeleri, tarihlerinin bir safhasında “ulus-devlet” olarak örgütlendiler. Ulus-devlet yapısı o toplumlara dış tehlikelere karşı bir zırh görevi gördü. Bu zırh sayesinde geliştiler, zenginleştiler. Oysa dünyanın diğer ülkeleri, örneğin Türkiye; yeteri kadar gelişemedikleri için hâlâ ulus devlet zırhına muhtaç durumdalar. Onların da gelişmesi, güçlenmesi, zenginleşmesi o zırha bağlı!

Ancak Batı Oligarşisi; Derin-Merkez buna izin vermiyor: Ben “ulus devlet zırhını çıkardım, sen de çıkaracaksın” diyor. Ve çıkarttırıyor! “Benim gibi düşünecek ve yapacaksın” diyor. Oysa bu ülkeler onun gibi olunca, her şey iğreti oluyor; daha da kötüsü, ekonomisiyle, sanayileri ile savunmasız kalıyorlar.

‘***’

Merit stratejisi Derin Merkez’in bir stratejisidir. Bütün ekonomik silahların tetiğindeki parmağın sahibi hep aynı güçtür: Derin-Merkez’dir; dev küresel şirketlerin sahipleridir, yöneticileridir. Kendilerinin sürekli güçlenmesi, zenginleşmesi için, kendileri dışındaki dünyanın, “sanayileşmeleri engellenmiş” ulus-devlet ekonomilerinin gelişmemesi gerekir. Onlar hep birer pazar olarak kalmalıdır, hep birer hammadde kaynağı olarak kalmalıdır. Politikalarını ABD yönetimine uygulatırlar, diğer kapitalist ülke hükümetlerine, Avrupa Birliği yöneticilerine, aramızdaki işbirlikçilerine, sözde demokrasi rejimi hükümetlerine uygulatırlar!

Günümüzün süper emperyalist devleti olanABD ikili oynar, hep çifte standart kullanır. “Merdiveni iter.” Modern ekonomi biliminin, “serbest piyasa”nın yetersizliğini açıkça ortaya koymuş olmasına rağmen, ABD bütündünyaya serbest piyasa ekonomisini dayatır.Diğer ülkeleri, onlara hiçbir faydası olmayacağını bile bile, sermaye pazarlarını uluslararası spekülatif sermaye akımlarına açmaya, dış ticaretlerini serbestleştirmeye zorlar.

Batı’da (AB ve ABD’de) yerleşik birtakım güçler diğer ülkelere Washington Uzlaşması gibi belgeleri, ticaretin serbestleştirilmesini, sermaye hareketlerinin önündeki engellerin kaldırılmasını, devletin küçültülmesini, piyasaların serbestleştirilmesini mi dayatıyor? Bütün bu talepler ulus-ötesi şirketler içindir. Türkiye’de dış borçlanma mı teşvik ediliyor, özelleştirme mi yapılıyor, yabancı sermayenin önü mü açılıyor, ille Avrupa Birliği’ne üye mi olsun deniyor? Bütün bu gayretler ulus-ötesi şirketler içindir.

Trilyonlarca dolara hükmeden ulus-ötesi şirketler, dünya ekonomisi üzerinde muazzam bir yaptırım gücüne sahiptir. Çıkarlarına, büyümelerine en uygun politikaları Türkiye gibi sanayileşmeleri engellenmiş ülkelere –iç düşmanlar eliyle- dayatıyor ve bunda da başarılı oluyorlar. Bu sürecin ulus-devlet üzerindeki olumsuz etkileri, günümüzün yeni ekonomisinde çok güçlü ve yıkıcı boyutlar kazanmış bulunuyor. Nihai hedef bütün ülkelerde şirket egemenliğini kurmaktır.

Öte yandan, ulus-devletin etkisizleşmesi şeklinde kendini gösteren bu değişim, sanki normal bir gelişmeymiş gibi dile getiriliyor. Oysa olup biten, Merkez’in emperyalist yayılmasının ve “merdiveni itme” politikasının bir dışavurumundan başka bir şey değildir. İngiltere, Fransa, ABD gibi ülkeler geçmişte, çok geniş ölçülerde devletçi-müdahaleci politikalar uyguladılar. Ne zaman ki kalkınmalarını gerçekleştirdiler, o zaman liberalizm savunucusu kesildiler. Ancak gerektiğinde liberalizme en aykırı yollara bugün de başvuruyorlar.

Peki ya Türkiye ne yapıyor? O, yoksul Türkiye devamlı aldatılıyor. Ona daima sanayileşmiş, zaten zenginleşmiş olan ülkelerin işine gelen politikalar dayatılıyor. Türkiye’yi güce ve zenginliğe götürecek ‘merdiven’ her seferinde –‘dahilî bedhahlar’ın yardımıyla- ayağının altından çekilip alınıyor.

Türkiye Cumhuriyeti iki temel üzerinde kurulmuştur: Milli Egemenlik ve Tam Bağımsızlık… Emperyalizmin bütün saldırıları bu temellere yöneliktir. Silahlarını bu temelleri yıpratmak, hatta yıkmak için kullanıyor. Nasıl başardı bunu? Önce “Truva atı” demokrasiyi dayatarak, millî egemenliği tahrip etmiştir. Bu yoldan bağımsızlık surlarında gedikler açmıştır. Millet artık hiçbir arzusunu, emelini, kararını uygulamaya koyamayacağı, gerçekleştiremeyeceği bir konuma mahkûmdur. Yabancı güçlerle yerli işbirlikçilerin tutsağı durumundadır. Bütün kaynaklarıyla, pazarlarıyla sürekli sömürülmektedir. 1938 yılından sonra ve özellikle 2003 tarihinden itibaren, ne yazık ki milletimizin başına gelen budur.

Paylaş

Yorum bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir