GIDA EGEMENLİĞİ AÇISINDAN TÜRKİYE TARIMI

Giriş

Bireylerin, toplulukların ve ülkelerin kendi gıdalarını üretebilmeleri ve bu amaca yönelik olarak bağımsız tarım politikalarını belirleyebilme ya da sahip olmalarına ‘’Gıda Egemenliği’’ diyoruz. Gıda egemenliği, ulusal gıda pazarlarının adil olmayan dış ticaretten korunması, ülkenin ve çiftçilerin genetik, toprak ve su gibi kaynakları üzerinde haklarının çokuluslu şirketlere karşı korunması ile sağlanabilir. Bugün dünya’da Uluslararası Para Fonu (UPF), Dünya Bankası (DB) ve Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) gibi merkez ülkelerin denetiminde örgütler aracılığıyla, onların yararına çalışan ve gerçekte olmayan bir serbest piyasa düzeni vardır. Bu durum, üçüncü dünya ülkelerinin tarımını olumsuz olarak etkilemiş, örneğin Türkiye bile tarım ürünleri dış alımcısı olmuş, gıda egemenliğini kaybetmiştir. Süreç devam etmektedir.

Yazıda, sırasıyla “Tarımın Gıda Egemenliği Açısından Önemi” anlatılacak, daha sonra sırasıyla “Türkiye’de Tarım Neden Çökertilmek İsteniyor?”,Türkiye’de Tarım Nasıl Çökertildi?” “Tarımın Çökertilmesinde Özelleştirmelerin Payı” ve “Türkiye Tarımının Bugünü” konuları irdelenecektir. Son olarak “Dışa Bağımlı Politikalara Seçenek; Ulusal Tarım Politikaları” başlığı ile çok kısa önermeler yapılacaktır.

Tarımın Gıda Egemenliği Açısından Önemi

Tarımsal üretim ülkelerin bağımsızlığının vazgeçilmez bir parçasıdır, bir başka deyişle “Tarım Bağımsızlıktır.”* Bir ülkenin bağımsızlığı, öncelikle bireylerinin doyması ile olası. Aç bırakılan bireyler, önce öz güvenlerini, sonra da umutlarını yitirirler. Bunun sonucunda ulusal bilinç kaybolur ve kitleler kim karınlarını doyurursa, onların egemenliği altına girerler.

Geçtiğimiz iki dünya savaşında, daha doğru bir deyimle iki emperyal paylaşım savaşında, Avrupa ve Rusya’da bu durum yaşandı. Anılan savaşlarda açlıktan ölen insanların sayısı, neredeyse savaşarak ölenlerin sayısından fazlaydı. Avrupa’da şimdilerde kimilerince lüks tüketim sayılan kurbağa bacağı, salyangoz gibi uç besinlerin tüketimi, savaşlar sırasında ortaya çıktı. Bu ülkelerde, sokakta kedi, köpek kalmamıştı.

Açlığın yıkımlarını yaşayan AB ülkelerinde tarımın olağanüstü desteklenmesinin ardında yatan gerçeğin nedenlerinden biri de buydu.

Kısaca, insanlar tarımın ürettikleriyle önce doyarlar, giyinirler ve sonrada tarımsal sanayi ile katma değer üretirler. Tarım ve sanayileşme aynı değerde vazgeçilmez iki sektördür. Sanayi ve tarım birbirini tamamlar.

Türkiye’de Tarım Neden Çökertilmek İsteniyor?

Türkiye’nin gıda egemenliğini kayıp etmesinde birçok etmen rol oynamaktadır. Kimileri iç dinamiklerden kaynaklanıyor. Ancak sorunların giderek ağırlaşmasında, dünyada 1980’li yılların başından itibaren uygulanan küreselleş(tir)me politikalarının başat rol oynadığı görülüyor. Tarımda küreselleştirme politikalarının temelinde iki önemli etmen rol oynadı.

Birincisi; ABD/AB’de uygulana gelen tarım politikaları sonucu, tarımsal ürün ve girdilerinde stoklara sahip olmalarıydı. AB’nde tarıma ayrılan desteklerin toplamı yıllara göre değişim göstermekte, yaklaşık 40-50 milyar Euro civarında, ABD’nde ise bu rakamın 100 milyar ABD dolarında olduğu bildirilmektedir Batı ülkeleri çiftçilerine sağlanan olanaklar, onları dünya pazarları için üretmeye itmişti. Bu nedenle ABD/AB için dış pazarlar, artık yaşamsal bir önem taşımaktadır. Batı ülkeleri hem bu stokları eritmek hem de üreticisini korumak ve zenginliğini sürdürmeye yönelik olarak başta UPF olmak üzere birçok örgüt aracılığıyla özellikle gelişmekte olan ülkelerin pazarlarını zorlamaktadır. ABD/AB için dış pazarlar, artık yaşamsal bir önem taşımaktadır. Batı ülkeleri hem bu stokları eritmek hem de üreticisini korumak ve zenginliğini sürdürmeye yönelik olarak başta UPF olmak üzere birçok örgüt aracılığıyla özellikle gelişmekte olan ülkelerin pazarlarını zorlamaktadır. Burada bir konuyu açıklamakta yarar vardır. ABD/AB gibi ülkeler, dünya pazarlarını zorlarken, ele geçirmeye çalışırken “Dünya Piyasa Fiyatları“nı öne çıkarmaktadır. Bu şekilde gelişmekte olan ülkelerde tarım ürünleri fiyatlarının buna baz alınması gerektiği dile getirilmektedir. Oysa ABD/AB gibi gelişmiş ülkelerde üreticinin eline geçen fiyatlar ile borsa fiyatları arasındaki fark, devletçe karşılanır. Üretici her zaman borsada oluşan bu fiyatın üstünde ürününü değerlendirir.

Batı’nın üçüncü dünya ülkelerinin tarımlarını çökertmek istemesinin ikincisi önemli nedeni de siyasi kaynaklıdır. Çünkü aç kalan milletleri ve devletleri denetim altına almak kolaylıkla mümkün olabiliyor.

Sözgelişi; ABD/AB tarafından uygulanan politikaların ne anlama geldiğini DB eski baş ekonomistlerinden ve 2001 Nobel Ekonomi Ödülü’nü alan E. Stiglitz açıkça şöyle açıklıyor; “Asya, Latin Amerika ve Afrika tarım ürünleri pazarlarına girmek isteyen Batı, amacına ulaşmak için gerektiğinde bu ülkeleri finansal abluka altına almaktan geri kalamaz, bunu yaparken kendi üreticileri bütünüyle koruma altındadır.” Bir başka Amerikalı, Türk İş Konseyi Heyeti Başkanı B. Sowroft, Türkiye’de tarımda giderek azalan korumacılık eğilimlerinden bile şikayet ediyor; “Amerikan malı peynir, soya unu, mısır, buğday, muz, pirinç ve biranın Türkiye’ye ihracatında ciddi sorunlar var.” diyor.

Türkiye’de Tarım Nasıl Çökertildi?

24 Ocak 1980 kararları ile tarımda korumacılığın kaldırılması ve desteklemenin azaltılması istendi. İlk aşamada besin dışalımlarına konan gümrük tarifeleri, iç piyasayı terbiye etmek gerekçesiyle düşürüldü. Bu konuda, hayvancılıktan bir örnek verelim. Batı ülkelerinden önce süt tozu, tereyağı ve peynir gibi süt ürünleri, daha sonra et ve ürünleri dışalımı yapıldı. Bununla birlikte, anılan ülkeler stoklarını eritemediler, çünkü ellerinde bu ürünleri üreten sığır fazlalığı vardı. Bu nedenle bu kez Dünya Bankası aracılığıyla yeni bir senaryo yazıldı. Ucuz dış kredi sağlanarak Türkiye gibi ülkelere damızlık sığır satıldı. Türkiye son otuz beş yıl içinde 500 binin üstünde sığırı, ABD/AB ülkelerinden aldı. Ancak gerekli teknik ve ekonomik alt yapı sağlanamadığından, bu hayvanların yarısına yakını kasaba gitti ve/ya da öldü. Bunun yanında Türkiye hayvancılığı büyük bir yara da aldı. Buna karşılık, Türkiye bu ülkelerde sorun durumuna gelen sığırları alarak, onları rahatlattı. Fakir Türk çiftçisi, zengin batılı çiftçiye ve tekelci firmalara yardım etti.

Diğer yandan Türkiye giderek UPF ve DB aracılığıyla ABD/AB gibi ülkelerce finansal abluka altına alınmaya başlandı, daha doğrusu doz giderek artırıldı. 1980’li yıllardan sonra gelen bütün hükümetler, tarıma verilen desteklemeleri göstermelik ve istikrarsız duruma getirdiler. Türkiye’de AB ölçütlerine göre tarıma ayrılan destek 7 kat daha az. Üstelik bu desteğin, önemli bir kesiminin de gerçek üreticiye aktarılmadığı görülmektedir. Desteklemeler, Türkiye çiftçilerinin büyük çoğunluğunu oluşturan küçük ve orta ölçekli işletmeler yerine dev tarımsal işletmelerin yaratılması doğrultusunda kullanılmış ve kullanılmaktadır. Türkiye tarımı çökertilirken, Batı’da tarım, olağanüstü destekleniyordu. ABD/AB’de desteklemeler salt üretim alanında değil, pazarlama, gümrük muafiyetleri, özendirme destekleri, dış satım teşvikleri gibi desteklerle sürdürülüyor. Bunları, Türk halkı yeterince bilmiyor, halkın gözünden saklanıyor.

Tarımın Çökertilmesinde Özelleştirmelerin Payı

Günümüzde üreticinin ve tüketicinin yaşamakta olduğu olumsuzlukta, Kamu Kitlerinin yanında Tarımsal Kitlerin özelleştirilmesinin doğrudan payı vardır.

Başlıca Tarımsal Kitlerin Özelleştirilmesi ile ortay çıkan olumsuzluklar şöyle özetlenebilir:

Süt Endüstrisi Kurumu (SEK)’ in özelleştirilmesi ile; üreticiden çok ucuza alınan süt, tüketicilere de yüksek fiyatta satılmaya başlandı. Üretici süt fiyatları, sanayicilerin denetimine girdi. Yem ve diğer girdiler arttığı halde üretici süt fiyatları artmadı, aksine düştü.

Yem Sanayi A.Ş. (YEMSAN)’nin de özelleştirilmesiyle; Türkiye Hayvancılığı onarılmaz yaralar aldı. Ürün fiyatlarında istikrar olmayışı ve hızlı düşüşler olması nedeniyle hayvan yetiştiricileri hızla fakirleşti. Hayvan sayılarında önemli azalmalar oldu. Türkiye kırmızı ette kendine yeterli olmaktan çıktı, canlı hayvan ve et ithali sürekli duruma geldi.

Türkiye Gübre Sanayi A.Ş (TÜGSAŞ) ve İstanbul Gübre Sanayi A.Ş (İGSAŞ)’ın özelleştirilmesiyle; kamu gübre sektöründen çekildi. Gübre fiyatları yükseldi, fiyat istikrarı bozuldu ve gübre dışalımı arttı. Fiyatların artışıyla birlikte Türkiye’de gübre kullanımı da düştü ve üretim aşağıya çekildi. Gübrede, yerli ve yabancı özel sermaye tekelciliği egemen oldu.

TEKEL’in özelleştirilmesiyle; tütün üreticilerinin yoksullaşması giderek arttı, fiyat belirlemesi yabancı tekellere bırakıldı. Sigara ve içkide tekel ortadan kalkınca dışsatım dengesi bozuldu. Yabancı sigara ve içki dış alımı hızlandı.

Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü (KHGM)’nin kaldırılmasıyla; kırsal kesime merkezi yönetim tarafından getirilen görevler büyük ölçüde özelleştirildi. Ancak daha da kötüsü, ulusal bütünlük yerine yerelcilik boy attı, devlet halk birlikteliği önemli yaralar aldı.

Türkiye Zirai Donatım Kurumu (TZDK)’nun özelleştirilmesi ile; tarımsal girdilerin fiyatları arttı, fiyat istikrarı bozuldu ve Girdi fiyatları üzerinde devletin denetim gücü devreden çıkınca, bu alan iç ve dış sermayenin insafına ve çıkarına bırakıldı. Tarımsal etkinlik, vurguncuların denetimine girdi.

Tarım Kredi Kooperatifleri: Özerkleştirme kapsamına alınan Tarım Kredi Kooperatifleri’ne hazineden aktarılan kaynaklar da Ziraat Bankası’nın özelleştirilmesi ile kesilmiş bulunmaktadır. Bunun sonucunda, Tarım Kredi Kooperatifleri “ortaklarına yeterince kredi veremez durumuna” geldiler. Diğer yandan özerklik, büyük toprak sahiplerine ayrıcalık getirdi, küçük üreticilerin ise uygulamalardan yeterince yararlanamadı.

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) de özel bütçeli kuruluş haline dönüştürülerek giderek çiftçileri desteklemekten uzaklaştırıldılar.

Et Balık Kurumu (EBK), Et ve Süt Kurumu’na (ESK) dönüştürüldü. Ancak elindeki kurumları büyük ölçüde satarak elden çıkardığı gibi günümüzde piyasaya müdahalesi neredeyse yok duruma gelmiş bulunuyor.

Toprak Mahsulleri Ofisi’nin (TMO) işlevinden uzaklaştırılması Türkiye tahıl üretimini olumsuz olarak etkilemiş ve tahılda da dışalımcı bir ülke durumuna dönüşmüştür. Bu durum özellikle makarnalık buğday dışalımında belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır.

Ziraat Bankası, özelleştirilme sürecine girdi. Ziraat Bankası’nın özelleştirilmesi ile Tarım işletmelerinin büyük bir çoğunluğunun, oluşturulan küçük ve orta ölçekli işletmeler kredi kaynağından eskisinden daha yüksek düzeyde yoksun kaldılar ve özel bankalara ve ya da teşkilatlanmamış kredi piyasasına yönlendirdiler, tarımsal ürün fiyat desteği alamayan çiftçiler, üretimden giderek kopmaya başladılar ve çağdaş tarım yöntemleri ve girdileri kullanmak isteyen çiftçi ve girişimciler, gerekli kredi ve projelendirme desteğinden mahrum kaldılar.

Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM)’lerin özelleştirilmesi sürecine sokulması ile; birçok Tarım İşletmesi (Tİ) 30 yıllığına kiraya da verilerek elden çıkarıldı. Elden çıkarılması için Tİ’lerin zarar etmesi için her türlü iş yapıldı . TİGEM’lerin devreden çıkarılması ile Türk çiftçisi de sertifikalı tohumluk ve damızlık açısından dışa ve tekelci sermayeye bağımlı duruma geldi.

Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü (ÇAYKUR)’un özelleştirilmesi sürecinde ise, kuruma teknoloji yenileme ve yeni yatırım hakkı verilmemekte, buna karşılık özel sektöre yatırım yapması için büyük teşvikler sağlanmakta.

Kısaca, Tarımsal KİT’lerin temel işlevi, tarım ürünlerinin fiyat oluşumunda düzenleyici olmalarıydı. Bu işlevleri nedeniyle üreticiler, yerli ve yabancı büyük sermaye gruplarının ve teşkilatlanmamış kredi piyasasının egemenliğinden belli ölçülerde kurtarabiliyorlardı. Bu kurumların özelleştirilmesi, kimilerinin de kapatılmasıyla üreticiler bütünüyle sermaye gruplarının insafına bırakılmışlardır.

Türkiye tarımının genel görünümü şöyle özetlenebilir:

•Kırsal kesim giderek yoksullaşıyor.

Tarımda arz esnek olmadığı için tarımsal ürün fiyatları enflasyona bağlı olarak artmamış, buna bağlı olarak mazot, gübre, tohumluk ve damızlık ile ilaç fiyatları aksine yükselmiştir. Bunların sonucunda kırsal kesim giderek yoksullaşmıştır.

•Tarımsal üretimde nüfus başına çok yüksek düzeyde gerilemeler olmuştur.

Hektar başına üretim değeri ve buna bağlı olarak, önemli tarım ürünü gruplarında genel bir düşüş vardır. Endüstri bitkilerinde, tahıl üretiminde, şeker pancarında, sığır ve koyun etinde, sütte önemli azalmalar olmuştur.

•Türkiye’nin gıda egemenliği kalmamıştır.

Tarımsal ürünlerde meydana gelen hayati azalmalar nedeniyle Türkiye, kendi pazarını koruyamaz ve denetleyemez bir duruma düşmüştür ve kimi önemli ürünlerde dışalım ciddi boyutlara gelmiştir. Mısır, buğday ve yağlık tohumlar hatta pamuk dışalımları bunlara örnek olarak verilebilir.

•Kentlerde yoksul semtler oluşmuştur.

Küçük ve orta ölçekli işletme sahiplerinin para kazanamaması ve yoksullaşması, kentlere göçü hızlanmıştır. Ancak, kentlerde bu nüfusu eritecek iş olanağı olmadığı için yoksul semtler kent nüfusunda başat duruma gelmiş, bu durum suç işleme oranını artırmıştır.

•Tarımın gerilemesine bağlı olarak da Türkiye fakirleşmiştir.

Bugün yeterince üretemeyen, ürettiğine sahip çıkamayan, sömürüye açık, sayıca çokluğuna karşı, siyasette edilgen ve gizli ve açık işsizliğin kaynağı bir kırsal kesim oluşturmuştur. Ancak daha vahimi, gıda güvencesi olamayan ve giderek az beslenen bu Türkiye görünümü ortaya çıkarmıştır.

Dışa Bağımlı Politikalara Seçenek; Ulusal Tarım Politikaları’dır.

AB ve ABD denetiminde UPF ve DB aracılığı ile sürdürülen tarım politikaları, Türkiye’yi neredeyse kendini besleyemez bir duruma getirmiş ve kırsal kesimi yoksullaştırmıştır.

Seçenek, ulusal gereksinmelerimize uygun, Ulusal Tarım Politikaları’dır.

Ulusal Tarım Politikaları, kısa, orta ve uzun dönemde ele alınmalıdır.

Kısa dönemde, tarımsal ürünlerin fiyat oluşumlarında AB’de olduğu üzere içte destekleyen ve dışa karşı koruyucu politikaların sürdürülmesi zorunludur. Bu bağlamda stoklara yol açacak desteklemeler yerine, kota sistemine geçilmelidir. Bağımsız bir destekleme politikası için daha çok kaynağa gereksinme duyulacağı açıktır. Bankalarına yüz milyarlarca ABD dolarına aktaran Türkiye isterse bunu bulabilir. Ancak bunun için de sürdürülebilir borçlanmaya değil, sağlam kaynaklara dayalı bir kamu finansman sistemini kurmak gerekiyor.

Orta ve uzun dönemde ise tarımda yapısal dönüşümler gerçekleştirilmelidir. Bu amaçla başlıca önlemler şöyle sıralanabilir:

•Küçük ve dağınık işletmeler büyütülmelidir ve birleştirilmelidir.

•Üreticilerin hızla kooperatifleşmesi ve kooperatiflerin de sanayi tesislerini kurması sağlanmalıdır.

•Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da hızla Toprak Reformu yapılmalıdır.

•Tarım Yasası yeniden düzenlenmelidir. Tarım Bakanlığı çalışmalarına ve yönetimine üreticilerin örgütlü katılımı ve denetimi sağlanmalıdır.

•Tarımsal araştırma, yayım ve denetim hizmetleri, yabancıların denetimlerinden çıkarılmalı ve güçlendirilmelidir.

•Tarımsal girdilerde en önemli kalem olan tohumluk ve damızlık hayvan üretimi için üretici örgütleri ile kamu sektörü iş birliği içinde olmalıdır. Dışa bağımlılıktan ancak bu şekilde kurtulabilir.

•Bitki ve hayvan sağlığı, insan sağlığı etkinlikleri ile birlikte ele alınmalı ve sağlık bir kamu hizmeti olarak gerçekleştirilmelidir.

•Üreticilerin eğitimi, kamu ve kooperatif kurumlarının iş birliği ile gerçekleştirilmelidir.

Özetle, gıda egemenliğine yeniden kavuşmak isteniyorsa, tarımsal ürünlerin fiyat oluşumlarında AB’de olduğu üzere içte destekleyen ve dışa karşı koruyucu politikaların sürdürülmesi zorunludur, bir başka deyişle “Ulusal Tarım Politikaları’”na gereksinme vardır. Gıda egemenliği için gerekli korumacı tarım politikaları, içe kapanma (otarşi) değildir. Uluslararası ticaret, bütün uluslara yarar getirecek şekilde planlanmalıdır. Gıda egemenliği, bütün gereksinmelerin temelini oluşturan beslenmeyle ilişkilidir. Üstelik gıda egemenliği, küçük ve orta ölçekli işletmelerle sürdürülebilir tarımın korunmasına da olumlu etki yapmaktadır.

Özetin özeti; Türkiye Tarımı’nı korumak Türkiye’yi korumakla eşdeğerlidir. Gıda Egemenliği’ni kaybeden uluslar benliklerini de yitirirler. Bu nedenle Türkiye Tarım Politikaları’nı belirlemek, Türkiye’nin işi olmalıdır.

Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk şöyle diyor: Bir ulusun ekonomisi yabancıların eline bırakılamaz. Durumu düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan öğüt almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi düşünceler belirdi. Oysa hangi bağımsızlık vardır ki, yabancıların öğütleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir.”

Ne dersiniz? Tarih tekerrür mü edecek? Önümüzde iki seçenek var; ya ABD/AB’nin öğütleri ve yönlendiriciliğinde hareket edeceğiz ya da Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediği gibi, kendi sorunlarımızın çözüm yollarını kendimiz bulacağız.

——————————————————

(*) Bakınız: Mustafa Kaymakçı, “Tarım Bağımsızlıktır” Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Yayınları. Şubat, 2011

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir