Aç ve açıkta insan tanımına uygun örnek alınacak kitlelerin sayısal yoğunluğunun her geçen gün arttığı bir ülke olduk. Açlık kol gezmiyor, insanların içinde yaşayan virüs gibi adeta. Kronik bir hastalığa dönüştü. Ulusal ve uluslar arası alanlarda, sosyoekonomik, siyasal, kültürel, eğitim, sağlık ve tarım gibi birçok alanda olanaklar tükeniyor. Öylesi bir konuma geldik ki, korkudan konuşmuyor dediğimiz halk konuşmaya, bu “böyle gitmez” demeye başladı. Yani tenceresi kaynamayan insanlar, “iktidar değişmeli” deme noktasına geldiler.
Hazin ve mutlak sonu gören iktidar, daha baskıcı, saldırgan ve tehdit politikalarını artırarak iktidarda kalabilmenin yollarını arar durumda.
Devlet partileşmiştir, kamu kuruluşları parti devlet yapılanmasının teşkilatları gibi işlevlerini sürdürür olmuştur. Halkın haber alma kanalları üzerindeki cezalar artırılarak, yazarların susturulması için talimatlara uygun suçlar üreten bir anlayış her geçen dozu artırmaya başlamıştır.
Cumhuriyetin temel ilkeleri, başta laiklik olmak üzere ortadan kaldırılmış, anlamsız kılınmıştır. Yaşamın, dini kurallar manzumesine uygun olarak yeniden dizayn edilmesine uygun olarak Diyanet, vermiş olduğu anlamsız fetvaları ile uygar yaşamın etrafını kale surları ile sarmaya başlamıştır.
Toplumsal ahlak büyük yara almıştır, Türkiye tıpkı fay hatları gibi kırılgan her an felakete yol açacak damarlar üzerine oturtulmuştur. 20 yıllık AKP iktidarının çıkarları ile ülke çıkarları ayrışmış, iç ve dış politika siyasal İslam felsefesine uygun kriterlere göre yeniden düzenlenmek istenirken yalnızlaşmış, adeta çağdaş dünyadan tecrit olmuştur.
AKP iktidarı Türkiye için yakın tehlike olmaya başlamıştır, İktidarda kalmak için her yol mubahtır anlayışına dayanan makyavelizm hastalığı iktidarın tüm hücrelerini sarmış durumdadır. Öylesine sarmıştır ki, her yeri yangın yerine dönmüş yurdumuzun yangınını bile göremez olmuş, en son ağaç yanınca kendiliğinden söner sarmalına düşmüş, beceriksizliği ile zihinlere kazınmıştır.
Türkiye yönetilemiyor / yönetilmiyor. Cumhuriyetin tüm değerleri bir ganimet olarak görüldüğü için adeta yağmalanıyor. Her gün yenileri türeyen doymak tükenmek bilmeyen bir güruh, ülkeyi tam anlamıyla bir sorunlar yumağına döndürmüş, içinden çıkılamaz bir hale getirmiştir. Sorunu yaratan iktidar çözümün kendisinde olduğu algısını oluşturarak ve yaratmış olduğu tehditlerle demokratik zeminde siyaset yapmaya dönük karşıtlığını belirten sinyalleri sıkça vermeye başlamıştır.
Seçilmiş belediye Başkan ve yöneticileri, siyasi parti milletvekilleri, gerekçe arkadan gelir uygulamasına tabi tutularak görevinden alınmış, yerine atanan kayyumlarla keyfilik esas kılınmıştır. Türkiye bu haldeyken en çok konuşması gerekirken konuşmayan, ülkenin gidişatıyla ilgili görüş belirtmeyen ve susarak bu kötü gidişata destek veren konuma gelmiş yapılar var.
İŞÇİ SENDİKALARI
Yapabiliyorlar ise sadece üye yapmayı, önlerine konan TİS altına imza atmakla sınırlı, aç oldukları için eylem yapan işçilerin yanındaymış gibi yaparak oradan faydalanmaya çalışan bir anlayış içerisine hapsolmuş, dar alanda (sınırları iktidarca belirlenmiş alan) kısa duvar pası yaparak beyhude zaman harcayan işçi sendikaları, ellerindeki lüksü ve konforu korumak konusundaki hassasiyeti ve kararlılığı işçi hakları ve ülke sorunlarına göstermiş olsalardı, AKP denen ceberut iktidar 20 sene İktidarda kalamaz, ülke bu duruma gelmezdi.
Oysaki işçiler, kendileri için sınıf olma bilincinde, sınıfsal ve toplumsal haklara karşı duyarlılıkları en üst düzeyde olması gereken örgütlerdir. Devlet yapılanmasına paralel bir örgütlenme ağı içerisinde her an mücadeleye hazır öncü güç durumundadırlar. İşçi karşıtı iktidarların, sermaye kuruluşlarının, işgalci emperyalist güçlerin saldırıları karşısında üretimden gelen gücünü kullanma yetkinlikleri ile her an mücadeleye yön verebilir, gidişatı ters yüz edebilirler. Bu güce ve duyarlılığa sahip olmaları onlara mücadeleye hazır öncü güç olma sorumluluğu yüklemiştir.
Bu nedenle iktidarların ve sermayenin en çekindiği güç örgütlü işçidir, onun sendikasıdır. İşçinin üretimi durdurma yetkisi/yeteneği, onu güç odağı yapar.
Bu ve benzeri yetkinlikleri, yani örgütlü güç olma, örgütlü irade koyma, sivil inisiyatif alma konusundaki yetkinliği, birlikte hareket edebilme becerisi, siyaset meydanının da temel unsuru yapmıştır işçi sendikalarını.
Cumhuriyetin, demokrasinin ve insan haklarının, özgürlüklerin, toplumsal barışın silahsız örgütlü gücüdür, işçi sendikaları. Boş tencere iktidar düşürür özdeyişinin güç sahibidir.
Ne var ki, işçilerin bu bilince sendikalarda örgütlenerek ulaşmaları gerektiğini de kabul etmek durumundayız. Bu yolla sınıfsal ve toplumsal duyarlılıkları artırılarak ve kendi öz partisiyle ilişkilendirilmesi sağlanarak temel siyasi unsur bilincine erişir, partisiyle iktidara aday olarak ülke yönetmeye talip bir güç odağına dönüştürülürler, iktidar olurlar.
Sendikalar, tarihsel görevleri ve var oluş amaçlarına uygun olarak bunu yapmaz ve yerine getirmezler ise, sömürünün sahibi güçlere hizmet etmiş olmanın ötesine geçemezler.
Bugün ülkemizde egemen olan sendikal anlayış hiç bir renge uyum sağlamamaktadır. Adeta, füluğ bir görüntü sergilemekle beraber, varlıkları tartışılır durumdadır. Korkunç bir güvensizlik abidesi durumundadırlar. Az sayıda sendikal yapılardaki duyarlılık ve mücadele anlayışı bu görüntüyü değiştirmeye yetmemektedir. Özelleştirmeye sessiz kalarak sarı öküzü iktidara teslim edenler, ne acıdır ki bu gün kendileri teslim olmuş durumdadırlar.
Ayıptır, yazıktır, günahtır. Ya sendika olun, sendika gibi mücadele edin, ya da bu ülkenin ezilen insanlarına, işçilerine karşı görevinizi yapmayarak işlediğiniz suçun karşılığı olan bedeli (görevi ehline teslim ederek) ödeyecek kadar cesur olun.
İşçiler, uyanmanın vakti geldi, geçiyor bile. Yarın çok geç olabilir uyanmanız için. Veya uyansanız da anlamı kalmamış olabiliriz.
Demokratik bir halk iktidarıyla gelecek olan kurtuluş, tüm ezilenlerin birlikte ve birlikle demokratik zeminde vereceğimiz, kararlı ve inatçı mücadele ile mümkün olacaktır