İşçi Sınıfı’nın Tarihi Görev Zamanı!

Önce bir durum tespiti yapmamız gerekiyor:
Döne döne üzerinde durmamız gereken büyük gerçek şudur: 2022’nin Türkiye’sinde Devrimin nesnel koşulları olgunlaşmıştır. Bununla kastettiğimiz şudur:

  1. Sistem tıkanmıştır ve sistem içinde bulunabilecek bir “çare” yoktur. “Böyle
    gitmez” kanısı toplumda yaygınlaşmaktadır.
  2. Nicelik ve nitelik olarak Türkiye İşçi Sınıfı, tıkanmış sistemi aşma potansiyeline
    ve yeteneğine sahip biricik güç olarak tarih sahnesindedir.
  3. Ama “devrimin öznel koşulu”, 2022’nin Türkiye’sinde hazır değildir. İşçi sınıfına
    bu tarihi görevini yapmada önderlik edecek “Sınıfın Öncü Partisi”; iddianın ötesinde somut bir güç olarak henüz yoktur. Bu açıdan bugünün Türkiye’sinin temel sorunu, işçi sınıfına ve bütün halkaönderlik edecek Öncü Parti’nin ve Öncü Parti’nin merkezinde olacağı ve Milletin büyük çoğunluğunu birleştirecek “Türkiye İttifakı”nın inşasıdır.
    Şimdi bu konu başlıklarını açalım:

NESNEL KOŞULLAR
2021’in sonbaharından bu yana İşçi sınıfımız başta olmak üzere bir avuç yandaş ve rantiye dışında toplumumuzun bütün kesimlerinin hayat koşullarında keskin bir düşme yaşanmaktadır. Ekonomi derin bir kriz içindedir. Herkes yarınından endişelidir. Ve görünür bir gelecekte işlerin düzelebileceğine dair bir umut da yoktur. Bu durum birden bire ve iktidarın attığı bir yanlış adım sonrasında (Erdoğan’ın meşhur ‘Nass’ın hükmü böyle’ diyerek döviz kurlarındaki sıçramaya neden olan kararı) ortaya çıkmadı. 2001 krizi ile başlayan, Kemal Derviş politikalarının uygulanmasıyla ülkenin mal varlığının haraç mezat satışı ile bugüne kadar gelen bir sürecin sonunda sistemin tükenmişliğidir söz konusu olan.
“Devrimin nesnel koşulları” olgunlaştı derken sadece ekonomik krizden ve yönetenlerin kriz karşısındaki çaresizliklerinden söz etmiyoruz. En az ekonomik kriz kadar önemli olan, hatta ekonomik krizin ağırlaşmasının nedenlerinden biri olan mülteci yükünün, Türkiye’de yaşayan herkesin günlük hayatını etkileyecek sonuçlarıdır. Batı Asya’nın çeşitli ülkelerinden milyonlarca mülteci Türkiye’ye yönelik belli bir plan dahilinde zamanı geldiğinde pimi çekilecek bir bomba olarak ülkenin altına yerleştirilmiştir. Millet bunun farkındadır ve bu farkındalık iktidar başta olmak üzere sistemin bütününe olan tepkiyi büyütmektedir.
İktidarın laiklik düşmanı politikalarının daha bugünden, hem ekonomik krizi ağırlaştıran hem de toplumsal barışı dinamitleyerek ülkedeki herkesi yarınından endişe eder duruma düşüren sonuçları ortaya çıkmıştır. Birinci olarak İslamcı iktidarın kendi gibi inanmayan yurttaşları ve toplumsal kesimleri dışlayan ve düşman olarak gören yaklaşımı toplumsal barışı tehdit ediyor. İkinci olarak herhangi bir üretici faaliyette bulunmadan halkın dini duygularını istismar ederek asalak bir şekilde yaşayan, ekmeğini din sömürüsünden kazanan ve artık sayıları milyonlarla ifade edilen tarikat ve cemaat mensuplarının ülkeye maliyeti taşınamaz boyutlara varmış durumdadır.
AKP iktidarının, ülkeyi Dar-ül Harp olarak gören ideolojik yaklaşımının sonucu olarak, Cumhuriyet’in bütün kurumlarını işlemez hale getirmesi sonucunda sıradan insan açısından devlet mekanizmasında güvenilir hiç bir kurumun kalmaması da halkı gün geçtikçe köklü bir değişim olmadan işlerin düzelemeyeceği noktasına getirmiş bulunuyor.
Ve nihayet kamuoyu yoklamalarında yüzde 10 ile 15 arasında çıkan, seçimde sandık başına gitmeyeceğini söyleyen vatandaş kitlesinin varlığı da önemli bir veridir. Yüzde 15 protesto oyunun varlığı, düzen değişikliği isteyen kitlenin tamamını ifade etmiyor. Ama bu rakam bile başlıbaşına çok önemlidir.

İŞÇİ SINIFI
1980’lere kadar esas olarak bir tarım ülkesiydik. 1960’larda nüfusun yüzde 65’i köylerde yaşıyordu. Kapitalist gelişmeyle birlikte şehirlere olan göç 1970’lerde hızlandı.
Türkiye’de tarım ve sanayi kesimlerinin milli gelire katkısı 1980’lerde eşitlendi ve ondan sonra sanayi lehine aradaki fark giderek açıldı. TÜİK’in 2022 yılı Şubat ayı verilerine göre nüfusumuzun yüzde 93.2’si il ve ilçelerde yaşıyor. Belde ve köylerde yaşayanların oranı ise yüzde 6.8. Gerçi ilçe olarak geçen yerlerin birçoğunun gerçekte köy oldukları durumunu da göz önüne alsak bile, bu oranlarda çok büyük değişiklik olmayacağı da bir başka gerçektir. Bugün tarım sektörünün milli gelir içindeki payı, TÜİK 2020 verilerine göre yüzde 5, sanayi kesiminin ise yüzde 20’dir.
Nüfusumuzun yüzde 78’inin, büyük şehir olarak tanımlanan yerlerde bulunması ise sanayileşme sonucunda belli merkezlerde yoğunlaşmanın bir göstergesi olarak alınabilir. Bu da işçi sınıfının ülkenin en kritik öneme sahip merkezlerinde gerektiğinde, nesnel olarak hayatı durdurabilecek bir güce ulaştığını gösterir.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun birkaç gün açıkladığı verilere göre, ücretlilerin sayısı 20,8 milyon, gelir getirici bir işte çalışanlar içindeki oranı da yüzde 70,4. Gerçekte ücret karşılığı çalışıp da anketlerde bunu bildirmeyen emekli, öğrenci, icralık işçi, eve-iş-verme sisteminde çalışan birçok insan var. İşsizlerin de işgücünü satmayı hedefleyen kişiler olduğu düşünülürse, bu oranın yüzde 70,4’ün epeyce üzerinde olduğu söylenebilir.
Esnaf zenaatkâr ve köylülüğün oranının yüzde 16, işverenlerin ise nüfusun yüzde 3’ünü oluşturduğunu düşünürsek İşçi sınıfının nicel olarak toplumumuz içindeki yeri hakkında bir fikir edinebiliriz. İşçi sınıfı toplumsal sınıflar içinde açık ara en büyük kitleye sahiptir.
Buradan şu basit sonuç çıkar: İşçi sınıfını kazanmadan, işçi sınıfına dayanmadan Türkiye’de herhangi bir mücadelenin başarı şansı yoktur.
Nitelik olarak da işçi sınıfımız bugün geçmişle kıyaslanmayacak ölçüde gelişkin durumdadır. Fakülte ve yüksek okul mezunu işçilerin, işçi sınıfı içindeki oranının yüzde otuzlar üzerine çıkması başlı başına bu konuda bize yeterli bir fikir verebilir. Bundan elli yıl önce ise işçilerden okur yazar olmayanların oranı yüzde 40 idi. Bu rakamlar yarım yüzyıl içindeki büyük değişimi gösteriyor.
İşçi sınıfı, emeğiyle geçinen bir toplumsal sınıf olarak kendisi ile birlikte bütün toplumu kurtaracak biricik sınıftır. Sınıfsal konumu, üretim araçlarının sahibi olmaması, başka toplum kesimleri üzerinde baskı kurma veya onları sömürmeye elvermez. Yani İşçi sınıfı nesnel olarak ancak toplumun bütün diğer sınıf ve kesimlerinin kurtuluşu ile birlikte kendi kurtuluşunu da gerçekleştirir.
Bu söylediklerimiz İşçilerin sınıfsal özelliklerini ortaya koyan teorik belirlemelerdir ve Bilimsel Sosyalizmin büyük teorisyenleri bundan 170 – 180 yıl önce bu saptamaları yaptılar. Ama işçi sınıfı, sözünü ettiğimiz sınıfsal özelliklerine ek olarak sayısal olarak toplumun en büyük kitlesi durumuna geldiği ve hele eğitimi ve örgütlülüğü ile toplumu yönetebilme seviyesine ulaştığı zaman, bu durum, Devrimin nesnel koşulunun, Devrimin öncü sınıfının maddi durumu açısından da olgunlaştığı anlamına gelir.

DEVRİMİN ÖZNEL KOŞULU
Bilindiği üzere nesnel olarak Devrimin koşullarının olgunlaşması, Devrimin gerçekleşeceği anlamına gelmez. Eğer İşçi sınıfına önderlik edecek, mücadeleler içinde sınıfın güvenini kazanmış bir Devrimci Parti yoksa, kitleler Devrim için harekete geçmez. Geniş kitleler, olabilecek en kötü koşullarda yaşasa bile, sırtını yaslayacağı, güvendiği bir Parti olmadan ayağa kalkmaz. Yaşam koşulları açısından en kötü durumda olan kişi bile, eğer güvendiği, kendisini yarı yolda bırakmayacağından emin olduğu bir Parti yoksa, ayağa kalktığı zaman daha da kötü duruma düşeceğinden korkar. Tarihimizde bütün büyük kitle hareketlerinin gerçekleştiği dönemlerde, emekçilerin güven duyduğu bir Parti, bir merkez mutlaka vardır.
Veya hayat koşullarının dayanılmaz hale geldiği bazı durumlarda meydana gelen kendiliğinden patlamalar sonuç olarak yenilgiyle sonuçlanır. Geniş kitleler tarihten gelen tecrübeleriyle bu gerçeği bilirler. Onun için de bu tür kendiliğinden “patlamalar” hiçbir zaman emekçi kitlelerin çoğunluğunu kapsamaz.
Türkiye’de bu açıdan durum şöyledir: Türkiye sosyalist hareketi 1960’ların sonlarından başlayarak bir parçalanma süreci yaşadı. Bu genel olumsuzluk içinde bir olumluluk olarak Aydınlık geleneğinin yıllar içinde adım adım inşa ettiği örgütlenme ise 2015 yılından sonra içine girdiği yönelimin sonundadağıldı. Bugün hayat şartları giderek kötüleşen, işsizlikle boğuşan, yarınından emin olmayan geniş emekçi kitlelerin mücadelesine önderlik edecek bir devrimci merkez ne yazık ki yoktur.
Ama Türkiye solunda, arkada kalan yarım yüzyılın olumsuz derslerinden çıkarılan bir ders olarak son yıllarda bir toparlanmanın, bir araya gelmenin ve güçleri birleştirme yolunda bir eğilimin olduğu da bir gerçektir. 2023 seçimlerine giderken çeşitli partiler arasında bir devrimci seçenek yaratma amacıyla yapılan görüşmeler, temaslar buna örnek olarak verilebilir.
İhtiyaç, çözümü de yaratır. İşçi sınıfımız başta olmak üzere geniş halk kitlelerinin değişim talebi güçlü bir şekilde kendini gösteriyorsa, o talebe cevap olacak Partinin ortaya çıkması için de koşullar elverişli hale gelmiş demektir.

Yorum bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir