Dergimizin 7. sayısında (Eylül 2022) “21. Yüzyıl Becerileri ve Eğitim Dizgemiz” başlıklı yazımız, henüz ilk çeyreğini yaşadığımız yüzyılımızı ve gereklerini betimlemeyi amaçlıyor; bunu hal-i hazırdaki eğitim dizgemizin hazır bulunuşluğuyla kıyas içinde yapıyordu. Bu yazımızın meramı ise bir jenerasyon kısa tarihinden sonra, bugün ilkokul birinci sınıftan lise son sınıfa kadar temel eğitim sürecindeki “doğuştan dijitaller”in özelliklerine ve eğitimlerine odaklanmak.
“İNSAN KISIM KISIM…
… yer damar damar” dediği gibi Sivas yöresine ait anonim türkümüzün, insanlar farklı koşullarda farklı özellikler gösteriyor. Benzer sosyal ve kültürel özelliklerin egemen olduğu süreler içinde doğup büyüyen, ortak davranış kalıpları içindeki bireyler, aynı kuşağın üyeleri kabul ediliyor. Kuşak kavramı, salt ekonomik yaşantıyı, sınıfsal konumlanmayı ya da ulusal değerleri temel alarak tanımlanmıyor. Kavram daha geniş bir çerçevede; yakın yıllarda doğmuş, çağın koşullarını ve değerlerini paylaşan kişiler topluluğunu anlatıyor. Sosyal psikologların ortaklaştıkları jenerasyon sınıflamalarına göre, son yüzyıllık sosyal tarih sürecinde belli başlı beş kuşak, aşağı yukarı tarihlendirmelerle şöyle adlandırılıyor:
SESSİZ KUŞAK (The Silent Generation): 1922 – 1945 arasında doğanları kapsıyor. Dönemin en önemli iki olayı, yirminci yüzyılın başlarındaki Ekonomik Buhran ve 2. Dünya Savaşı yaşanıyor. “Kurucu Kuşak, Savaş Kuşağı” diye de adlandırılan bu nesil, kolayca anlaşılacağı gibi derin acılar yaşamış ve belki de bu nedenle toprağına ve toplumuna güçlü duygularla bağlıdır. Türkiye açısından Kurtuluş Savaşı’nın utkusu ve Cumhuriyet’in ilanı. Türkiye aydınlanmasının pek de “sessiz” olamayan fedakâr çocukları. Sosyal ve ulusal duyarlıkları yüksek olan eğitim standartlarında eğitim aldılar.
BEBEK PATLAMASI KUŞAĞI (The Baby Boomers): 1946 – 1964 yılları arasında dünyaya gelen bireylerden oluşuyor. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra artan refah düzeyiyle doğum sayısındaki “patlamanın” çocukları. Bu nedenle “Refah Kuşağı” diye de adlandırılıyorlar. Çalışmayı, yaşama anlam katmayı ve geleceğe bir değer kazandırmayı seviyorlar. Bu kuşağın bireyleri, okul hayatı boyunca geleneksek sınıf ortamında, soru-cevap, geribildirim, derse katılım ile eğitim aldı. Birer idol olan öğretmenleri, yönlendirici bir figürdü. Kuşağın bir kısım bireyi de dünyayı sallayan 68’lilerdi.
X KUŞAĞI (Generation X): 1965 – 1980 yıllarında doğdular. Çoğu kez “Kayıp Kuşak” diye adlandırıldılar. Şimdilerde 42 – 57 yaş aralığındaki X Kuşağı, darbelere, Vietnam Savaşı’na, Berlin Duvarı’nın yıkılmasına, soğuk savaşın bitmesine ve küreselleşmeye tanık oldu. Dünya ekonomisinin yükselişindeki yavaşlama, rahat yaşam beklentilerini karşılayamadı; ama e-posta ve cep telefonuyla iletişime uyum sağlayabildiler.
Daha politik ve daha temkinli, çalışmayı seven, verilen görevi itirazsız yapan, toplumsal uyumu yüksek X Kuşağı, şu anda kurum ve kuruluşların önemli mevkilerinde meslek yaşamlarının ikinci yarısındalar. Kuşağın özyönetimi yüksek bireyleri, okuyarak, çalışarak, araştırarak bilgiye ulaşmanın peşinde; ama e-öğrenmeye de mesafeli değiller. Eğitim-öğretim yaşamlarında öğretmenleri, rol model olmaktan çıkmaya başlamıştı. Aldıkları eğitime değer veriyorlardı ve üniversite giriş sınavlarında kazandıkları puanın kariyerlerini önemli ölçüde belirleyeceğini biliyorlardı. Onlar, öğretmenleri için “iyi öğrenci”lerdi.
Y KUŞAĞI (Millennials): 1981 – 2000 doğumlular, yeni bir bin yıla doğduklarından “Milenyum Kuşağı” olarak da biliniyor. Doğdukları çağ telekomünikasyon çağıydı. İletişim olanakları hızla artıyor, internet yaşamın her alanına giriyordu. Bu nedenle Y Kuşağı, iletişim teknolojisinin küçülttüğü bir dünyada daha küresel bir bakışa sahip. Bireysel rekabeti seviyor, ödüle değer veriyor. İlgi alanları geniş, hem bir hedef belirliyor hem çok hedefe yöneliyorlar hem sabretmeyi bilmiyor hem ısrarlılar, hem politik değiller hem toplumsal hareketlere duyarlılar. Gezi’de başrol oynadılar mesela! İletişim şekilleri yaygın olarak e-posta, kısa mesaj. Bu nedenle onlara “Sosyal Medya Kuşağı” bile diyebiliriz. Özgüvenleri yüksek, becerikliler, hevesliler; ama kuralsız ve benciller, en büyük korkuları anlaşılmamak.

Y’ler, öğrenme etkinliklerini okuldan çok sosyal medyada gerçekleştiriyor. Kademeler arası geçişin merkezî sınavlarına, bir önceki kuşağa göre daha fazla maruz kalan Milenyumlular, sınıfta telefonunu cebinden çıkarmadan arkadaşına mesaj atabilir, sosyal ağlarda sörf yapabilir. Temel eğitimde teknolojiyi, akıllı tahtada video oynatmaktan ibaret gören Baby Boomers öğretmenlerine, biraz da acıyarak tebessüm ettiler.
Z KUŞAĞI (Kristal Çocuklar): 2000’den sonra doğanlar. Sessiz Kuşak, dijital dünyaya yetişemedi. BB’ler yaşlılıklarında, X’ler yetişkinliklerinde, Y’ler çok küçük yaşlarda dijital dünyaya göç ettiler. Z’ler ise bu dünyanın yerlileri. Teknolojiyi, bırakın lüks görmeyi, ihtiyaçtan bile saymıyorlar; onlar için teknoloji yaşamın doğal bir parçası. İnternetsiz, akıllı telefonsuz bir hayatı tanımadılar; bu nedenle çevrimdışı kalmak, onları sudan çıkmış balığa döndürüyor. Bilgiye erişmede, öğrenmede son derece hızlılar. Özgüvenleri yüksek, bağımsızlıklarına düşkünler; ama standartlar, kurallar, zaman alan işler ve ekip çalışması onlara göre değil! Odaklanma süreleri kısa; fakat analitik düşünme becerileri yüksek. Dijital bir zekâya sahipler, bu yüzden yazıyla değil görselle ilgileniyorlar. Pasif öğrenmeyi reddediyorlar, işe koşulacakları öğrenme süreçlerini önemsiyorlar. Bağımsız, pragmatik, inatçılar ve aceleleri var…
Z’ler, yeni yeni “Alfa” diye adlandırılmaya başlanan kardeşleriyle birlikte, nüfusumuzun yaklaşık %24’ünü oluşturuyor. Bu kuşağın 3’te 1’i temel eğitim ve yüksek öğretimden çıktı bile. 3’te 2’si ise ilkokuldan üniversiteye eğitimin içinde. Akıllı telefonundan video izlerken arkadaşıyla WhatsApp’tan matematik çalışan ve eşzamanlı olarak bilgisayarda yarınki fen bilgisi sunumunu hazırlayan Z’leri, Y Kuşağı ile sarsılan klasik eğitim standartları asla tatmin etmiyor.
NASIL ÖĞRENİYORLAR?
Dijitallerin durup düşünecek zamanları yok, bilgiye hızla erişmek istiyorlar. Bilgiyi edinme süreçleri sıralı değil, paralel; kolaydan zora, zordan kolaya; genelden özele, özelden genele gibi geleneksel bir öğrenme sıralamaları yok, hem oradan hem buradan biçiminde ilerliyorlar, çoklu öğrenmeyi seviyorlar. Bu nedenle eklektikler, öğrenmelerini bütünleşik bir yapı içinde organize etmekte zorlanıyorlar; en zayıf yanları bu. Asık suratlı çalışmalardan değil, oyun içi etkinliklerden yanalar. Aynı anda birden fazla işe odaklanmak eğilimi gösteriyorlar, eş zamanlılar yani. Keşifçi öğrenme biçimleri hoşlarına gidiyor. Metin içerikli kaynakları değil; grafik, görsel, hareket, müzik içerikli kaynakları tercih ediyorlar.

Böyle bir kuşağın nasıl bir öğretmene ve eğitim kurgusuna ihtiyacı var? Çağımız eğitiminde temel soru(n) bu. Eğitim bürokrasisinin bu soruya yanıt arayan bir çalışması olmadığını biliyoruz; ama eğitim fakültelerimizin konuyla ilgili ne yaptığını bilmiyoruz. Umalım ki Bakanlığımız ve ilgili fakültelerimiz; yaşam boyu öğrenen, değişime ve kendini geliştirmeye açık, teknolojiyi etkin ve verimli kullanan, birçok alanın okuryazarı olan, öğrenme sürecini planlayabilen, halkına, ulusuna ve insanlığa karşı sorumlu, yurdunun bağımsızlığına düşkün bilim sevdalısı, bilgi ve deneyimlerini paylaşan, yol açmada yaratıcı, kaynak kullanmada tutumlu, işinde ve kişiler arası ilişkilerinde etik davranan öğretmenler yetiştirme konusunda planlama yapıyor olsun. Değilse Z’leri kaybetmekle kalmayacak, bugün okulların kapısından girmeye başlamış olan Alfaları da harcayacağız!
Yapılacak iş bellidir: Ulusal değerleri önemseyen, bilimsel, paylaşımcı, sosyal duyarlıklarını ve becerilerini destekleyen programlar temelinde; ama alışageldikleri yaşam biçimleriyle uyumlu, etkin, katılımcı, esnek, bütünleşik; hatta ebeveynlerini de sisteme dahil eden bir eğitim modeli kurgulayarak, bu Kristal Çocuklar’ın ve sonrasındaki Alfaların yeni bir “Kayıp Kuşak” olmalarını engelleyebiliriz.