20 yıllık AKP iktidarı döneminde;
Kamu kurumları ve kamu çalışanlarının itibarsızlaştırılması Kamu emekçileri nasıl yoksulluk sınırının altına mahkumedildi?
Yaşanan sorunlara çözüm önerileri ele alınacaktır.
KAMU KURUMLARI VE KAMU ÇALIŞANLARININ İTİBARSIZLAŞTIRILMASI
Cumhuriyetimizin kuruluş yılından itibaren kurucu kadrolar halkçı ve devletçi ilkeler ışığında liyakat temelli devlet geleneği ve kurumsal hafıza oluşturulmasına büyük önem vermişlerdir.
Cumhuriyet değerlerine uygun kamu yöneticilerinin görev yaptığı dönemlerde kamu kurumları ile yöneticilerinin itibarı ve kamu kurumlarının güvenirliği en üst seviyelerde bulunuyordu.
Bu nesil giderek zayıflamakla birlikte 12 Eylül faşist darbesi ve sonrasında kurulan Turgut Özal hükümeti dönemine kadar kısmen devam etti. En azından günümüzde olduğu kadar itibarsızlaştırılmış değildi.
20 yıllık AKP iktidarı dönemini ise iki ayrı döneme ayırmak mümkündür.
Birinci dönem 15 Temmuz 2016’dan önceki dönemdir. FETÖ’nün Kamu kurumlarına en yoğun yerleştirildiği dönemdir.
Bu dönemde AKP-FETÖ ortaklığı devam etmektedir. Başta TSK, emniyet teşkilatı, yargı ve diğer kurumların kadroları sistematik bir şekilde adım adım elbirliği ile yandaş kadrolarla dolduruldu.
Sınav sorularının çalınması, TSK içinde yandaş olmayan personelin sahte sağlık raporları ile saf dışı edilmesi, Ergenekon ve Balyoz tertipleri bu dönemde gerçekleşti.
İkinci dönemde FETÖ’den boşalan kadrolar yerine liyakatsız AKP kadrolarının istihdam edilmesine devam edildi. Böylece kamu kurumlarında işinin ehli olmayan, yukarıdan gelen talimatlarla görev icra eden yöneticiler görevlendirildi.
Yandaş olmayan kadroların atama/yer değiştirme, unvan değişikliği ve görevde yükselme hakları yıllarca gasp edildi.
Cumhuriyet tarihi boyunca devlet içinde her kurumun yerleşmiş teamülleri, kurum hafızası ve liyakat temelli görev basamakları vardı. AKP döneminde bu esaslar tamamen devre dışı bırakıldı.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildiği 9 Temmuz 2018 tarihinden bu yana dört kişi Hazine ve Maliye Bakanı olarak görev yaptı. Merkez Bankası’nda ise 2019’dan beri dört kişi başkanlık görevinde bulundu.
AKP iktidarı döneminde açıkladığı enflasyon, işsizlik gibi temel veriler nedeniyle güvensiz bulunan TÜİK’te 7 Başkan görev yaptı.
Yukarıdan gelen talimatları harfiyen yerine getirmeyen bürokratlar gece yarısı kararnamesi ile görevden alındı.
Et ve Süt Kurumu Genel Müdürü; ‘Bizim fiyatlar düşüktü, uzun kuyruklar oluyordu, bu nedenle fiyatı artırdık’ şeklindeki açıklaması liyakatsızlığa dair çarpıcı bir örnektir.
EĞİTİM EMEKÇİLERİNİN İTİBARSIZLAŞTIRILMASI
Öğretmenlik, kariyeri, öğretmenlerinnitelikleri, ücretleri ve seçimiyle ilgili Öğretmenlik Meslek Kanunu 2023 yılı başında yürürlüğe girecek.
Öğretmenlere akademik, bilimsel özgürlük sağlamak, özlük haklarını düzenlemek için bir meslek kanununa ihtiyaç vardı. Ancak yapılan düzenleme öğretmenlerin ve eğitim sendikalarının beklentilerine cevap vermediğinden tepkilere yol açtı.
Yasanın hazırlanış biçimine yönelik eğitim sendikaları tarafından; “bizim ve uzman örgütlerin görüşlerine başvurulmadı. Kapalı kapılar ardında hazırlandı” yönünde açıklamalar yapıldı.
YASADA NELER VAR
Milli Eğitim Bakanlığı’nın açıklamasına göre; Öğretmenlik Meslek Kanunu öğretmenlik mesleğine hazırlığın genel kültür, özel alan eğitimi ve pedagojik formasyon adı verilen öğretmenlik meslek bilgisiyle sağlanması öngörülüyor.
Kanun aday öğretmenlik döneminden sonra kariyer basamaklarını “öğretmen”, “uzman öğretmen” ve “başöğretmen” olmak üzere üçe ayırıyor. Ancak ücretli öğretmenlik ayıbına, sözleşmeli öğretmen statüsüne ve özel okullarda görev yapan öğretmenlere ilişkin yeni düzenleme bulunmuyor.
Sendikaların kanun hakkındaki değerlendirmeleri şu şekilde
Sendikalar yasada uzman öğretmen ve başöğretmenlerin görev, yetki ve sorumlulukları, diğer öğretmenlerden ayırt edilemediği için eşit ise eşit ücret ilkesinin ihlal edildiğini dile getiriyorlar.
Eğitim sendikalarının tamamı aynı görüşte. “Öğretmenlik zaten ‘uzmanlık’ mesleği. Bu kademelerin kanunda yer alması, öğretmenin niteliğine dair şüpheler olduğunu gösteriyor. Uzman’ ve ‘başöğretmen’ unvanlarının getirilmesi, velilerin bu unvanlara sahip olmayan öğretmene karşı tutumuna da olumsuz yansıyabilir.”
Kanun kapsamında hazırlanmış yönetmeliğe göre, öğretmenlerin adaylık sürecini değerlendirmeye, öğretmen adaylarının mesleğe devam edip etmemesine oluşturulacak komisyon karar verecek.
Öğretmenler arasında gerek kademe, gerekse ücret uçurumları yaratacak kanun düzenlemesi öğretmen dayanışmasını ve çalışma barışını bozacaktır.
Okul müdürlerinin, il ve ilçe milli eğitim müdürlerinin büyük ölçüde yandaş sendika üyeleri ile doldurulmuş olması göz önüne alındığında, bu koşullarda oluşturulacak komisyonların objektif karar vermeyeceği endişesi sorun olmaya devam edecektir.
Serbest piyasa zihniyeti ile hazırlanmış bu kanun ile öğretmenlik mesleğinin saygınlığı aşındırılmaktadır. Öğretmenlerimiz itibarsızlaştırmayı değil, saygınlığı ve yüceltilmeyi hak ediyorlar.
EĞİTİM SİSTEMİ ARAP SAÇINA DÖNDÜRÜLDÜ
Türkiye’de AKP hükümetinin iktidara geldiği 2002 yılından bugüne tam 17 kez eğitim sistemi değiştirildi. Milli Eğitim Bakanlığı’nda da 7 kez görev değişikliği yaşandı. Hükümetin aynı olup, sistemin bir türlü rayına oturmamış olmasının nedeni bir türlü anlaşılamadı.
Yetersiz okullar, niteliksiz öğretmen atamaları, atanamayan öğretmenler, liyakatsız atanmış YÖK ve MEB bürokrasisi içinden çıkılmaz duruma getirilmiş eğitim sisteminin nedenleridir.
“Dindar nesil ” yetiştirme hedefi ile AKP iktidarı döneminde yaratılan eğitim sistemiyle çocuklarımızın zihinsel olarak ele geçirilmesi gerekiyordu. Bunun en önemli araçlarından biri de imam hatipler ve tarikatların hâkim olduğu yurtlardı.
AKP, eğitimi özelleştirerek tarikatların ve TÜRGEV, ENSAR, TÜĞVA gibi din istismarı peşinde olan yapıların okullarına, yurtlarına eğitimde alan açmak istiyordu. Bunu sağlamak için eğitim sistemi 17 kez, milli eğitim bakanı 7 kez değiştirildi.
SAĞLIK ÇALIŞANLARININ İTİBARSIZLAŞTIRILMASI
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın vermiş olduğu bilgilere göre sağlık personeli sayımız 1 milyon 61 bin 635’tır. Bunun 165 bin 363’u doktor, 204 bin 969’u hemşiredir.
Sağlıkta şiddet, özlük haklarındaki eksiklikler, yoğun çalışma şartları nedeniyle son dönemde doktorlar yurt dışında çalışmak için fırsat kolluyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Açık konuşuyorum, açık konuşmayı severim. Varsın gidiyorlarsa gitsinler” sözleri tepkilere neden oldu.
Sorunların kaynağına inilerek çözüm üretmek yerine doktorların itibarsızlaştırılması yoluna gidilmiştir.
Sağlık Bakanlığı, 2022 yılı hazırlıklarını ve 2021 yılı bakanlık icraatlarını “Bütçe Sunumu Kitapçığı”nda topladı.
Yıllar itibarıyla kamudan istifa eden hekim sayıları şu şekilde;
2018 yılında 877,
2019’da 1096,
2020’de 1571,
2021 yılında 2 bin 514 Doktor ve 2 bin 68 uzman olmak üzere toplam 4 bin 582 doktorun kamudan istifa etti.
2020’de 189, 2021’de 194 asistan doktor istifa etti.
İstifa eden doktorların özel hastanelere veya yurt dışına yöneldiği biliniyor.
Doktor adaylarının hem ailelerine hem de devlete maliyetleri ise oldukça yüksek.
Bir doktor adayının 6 yıllık eğitim maliyeti bir milyon lirayı bulabiliyor
Yurt dışına kaç kişinin çıktığına ilişkin kesin bilgi bulunmuyor. Bu konuda tek veri Türk Tabipleri Birliği (TTB). Yurt dışına gidecek bir doktor mesleki sicil kaydı gibi bir belgeye ihtiyacı oluyor. Bunu da TTB veriyor.
TTB verilerine göre, yıllara göre bakıldığında 2012 yılında 59 olan sayının 2021 yılında 1.400 eşiğine ulaştığı görülmektedir.
Salgın boyunca hekimler ciddi anlamda travma ve sıkıntılar yaşadı ve halen yaşamaya devam ediyor. Hekimler şimdi hem ekonomik yönden hem de psikolojik yönden ciddi sorunlar yaşıyor. Çalışma motivasyonu kalmadı.
İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Prof. Dr. Osman Küçükosmanoğlu Independet Türkçe haber sitesine yapmış olduğu söyleşide;
“Bizim kuşağın gitme ve başarılı olma şansı yüksek değil. Fakat daha çok gençler gitmek istiyor. Sağlık hizmetini asistanlarla yürütülmesi pek beklenmez. Bu hem vatandaşlara hem de asistan arkadaşlarımıza bir haksızlıktır. Özel hastanelerde özel işlem yapan doktorlar para kazanıyor. Özellikle özel ameliyatlar, özel odada yatan hastalara hizmet sunan işlerden para kazanılıyor. Sonuçta hekimler değil patronlar para kazanıyor. Özelde çalışanların durumu devlette çalışanlardan kötü değil. Ama bu bizim tercih ettiğimiz bir şey değil. Sağlık bir kamu hizmeti olarak verilmeli ama herkes de emeğinin karşılığını almalıdır” diyor.
Benzer durumlar diğer kamu kurumları için de geçerlidir.
Değişik meslek gruplarından genç mühendisler yurt dışında çalışmak için arayış içindedir ne yazık ki.
AKP İKTİDARI DÖNEMİNDE KAMU ÇALIŞANLARI NASIL YOKSULLAŞTIRILDI?
Türkiye’de kamu çalışanları sendikaları yasal düzenleme olmadığı halde fiilen kurulmuştur.
Kurulan sendikaların meşruluk kazanması ardından yasal düzenleme yapılmıştır.
Ancak yasal düzenleme grev ve toplu sözleşme hakkını içermediğinden, kamu emekçileri grev ve Toplu Sözleşme hakkı için Türkiye ve Dünya tarihine geçen büyük grev ve eylemlere imza atmışlardır.
Son 10 yılda 1 milyon 375 binden 1 milyon 719 bine yükselen sendikalı memur sayısı artışından en büyük payı Memur-Sen aldı. Memur-Sen AKP hükümetlerinin ve yandaş kamu idarecilerinin koruma ve teşviki ile büyütüldü.
Böylece “hak verilmez alınır” ilkesi ışığında fiili meşru mücadele sendikacılığının yerini salon ve iftar yemeği sendikacılığı aldı.
Kamu emekçilerinin AKP iktidarı döneminde aşırı yoksullaşmasının ve hak kayıplarının en önemli nedenlerinden biri budur.
4 Nisan 2012 tarihinde 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanununda yapılan değişiklik ile “toplu sözleşme” düzenine geçilerek, memurların grev hakkı içermeyen toplu sözleşme hakkı tanınmış oldu. İşte bu grev yasaklı sözde toplu sözleşme hakkının üzerinden 10 yıl geçti.
Toplu sözleşmede uyuşmazlık çıkması durumunda memurlara grev hakkı değil Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna başvurma imkânı tanındı.
En fazla üyeye sahip konfederasyon Kurulda temsil edilecek ve uyuşmazlık halinde Hakem Kuruluna başvurma hakkına sahip olacaktı.
Toplu sözleşmenin imzalanmasında en fazla üyeye sahip konfederasyon veya en fazla üyeye sahip hizmet kolu sendikaları yetkili kılınmıştı.
Böylece çoğunluğu hükümet tarafından atanan Hakem Kurulu ile yetkili sendika arasında oynanan komedi içerikli tiyatro oyunlarıbaşlanmış oldu.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca hazırlanan “4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu Gereğince Kamu Görevlileri Sendikaları ile Konfederasyonların Üye Sayılarına İlişkin 2021 Temmuz İstatistikleri Hakkında Tebliğ” Resmi Gazete’de yayımlandı.
Buna göre, 2 milyon 658 bin 555 kamu çalışanı memurdan 1.718.984’unun herhangi bir sendikaya üyeliği bulunuyor.
Memurların sendikalaşma oranı ise yüzde 64,66 olarak açıklandı.
2021 YILI İTİBARIYLA SENDİKA KONFEDERASYONLARININ ÜYE SAYILARI
MEMUR-SEN Konfederasyon 1.004.152
TÜRKİYE KAMU-SEN Konfederasyonu 430.183
KESK Konfederasyonu 132.225
BİRLEŞİK KAMU-İŞ Konfederasyonu 68.600
TÜM MEMUR-SEN Konfederasyonu 7.547
ÇALIŞAN-ŞEN Konfederasyonu 5.472
BASK Konfederasyonu 4.399
HAK-ŞEN Konfederasyonu 3.447
MİL-SEN Konfederasyonu 3.013
ŞEHİT GAZİ-SEN Konfederasyonu 2.455
YURT-SEN Konfederasyonu 1.901
ANADOLU-SEN Konfederasyonu 772
Bağımsız Sendikalar 54.819
TOPLAM : 1.718.984
Kamu Çalışanları sendikalarının 2022 yılı üye sayıları ise Temmuz ayı içinde belli olacak.
DERİNLEŞEN EKONOMİK KRİZLERE EMEK ÖRGÜTLERİNİN YANITI
Türkiye ‘de yaşadığımız ekonomik ve siyasal kriz giderek derinleşmektedir ve kontrolden çıkmış durumdadır. Bu durumdan en çok etkilenen kesimler ise işçi sınıfı, tarım emekçileri, esnaf ve AKP iktidarından beslenen bir avuç müteahhit dışında kalan sanayicilerdir.
İktidarı ve muhalefeti ile mevcut sistem partilerinin krizden nasıl çıkılacağına ilişkin hiçbir reçetesi yoktur. Kısa veya uzun vadede krizin çözüleceğine dair inanç bulunmuyor. Yapılan kamuoyu araştırmalarında en büyük partinin kararsızlar olması bundandır.
Kamu Çalışanları 20 yıllık AKP iktidarı döneminde ekonominin büyümesinden pay alamadı. İddia edilenin aksine refah payı da ücretlere yansımadı.
2021 Eylül ayında faiz indirimi sonrasında döviz kurunun kontrolsüz yükselişi nedeniyle yüksek enflasyon dönemi başladı ve Türk Lirasındaki yüksek değer kaybı nedeniyle, ücretler enflasyon artışının çok gerisinde kaldı.
İktidarın hedeflenen enflasyona göre ücret zammı politikası iflas etti. Daha 2022 yılı üçüncü ayındaki enflasyon, emekçilerin maaşlarını sildi, süpürdü
Kamu Çalışanları toplu sözleşmenin yenilenmesini, enflasyon farkının da temmuz ayı beklenmeden hemen verilmesini istiyor.
Baş döndürücü yüksek enflasyon nedeniyle, enflasyon artışlarının aylık veya üçer aylık dönemler halinde ücretlere yansıtılması zorunlu hale gelmektedir.
EMEK PLATFORMU YENİDEN OLUŞTURULMALIDIR
2021 Eylül ayında patlak veren ekonomik kriz Cumhuriyet tarihinin en büyük krizidir ve ücretli emekçileri derinden etkilemektedir.
Türkiye’de ekonomik krizler halkçı, devletçi ve kamucu ekonomi modelinin terk edilerek emperyalist kapitalist sisteme eklenmesi ile birlikte ortaya çıkan buhran dönemleridir.
1929 Dünya Ekonomik Bunalımı sonrası yaşanan başlıca krizler; 1946, 1958, 1960, 1974, 1980, 1982, 1990, 1994, 2000-2001, 2008, 2018- ve en son içinde bulunduğumuz 2021-2022 krizleri sayılabilir.
Geçmişte yaşadığımız her ekonomik kriz, işçi sınıfının ve yoksul halkın kemer sıkması ile aşılabilmişti.
Ancak 2021 Eylül ayından itibaren patlak veren kriz kemer sıkmanın ötesinde AKP yandaşı bir avuç müteahhit hariç tüm kesimlerin boğazını sıkar hale gelmiştir. Diğerlerinden ayrılan tarafı budur.
İşçi sınıfımızın tarihine bakıldığında, her kriz faturasına yönelik sert yanıtlarverildiği görülecektir.
1989 bahar aylarında başlayıp, 1990’daki Zonguldak maden işçilerinin Ankara’ya yürüyüşüyle zirve noktasına ulaşan ve Turgut Özal hükümetinin sonunu getiren eylemler hatırlanacaktır.
27 Ocak 1999 günü TÜRK-İŞ HAK-İŞ, DİSK, KESK, TÜRKİYE KAMU-SEN ve MEMUR-SEN konfederasyonları HAK-İŞ genel merkezinde toplanarak emekçilerin ortak sorunlarını ve çözüm yollarını görüştü.
Toplantı sonunda katılımcı bileşenlerin mutabık olduğu bir açıklama yayınlandı.
Emek örgütlerinin güç ve eylem birlikteliği “EMEK PLATFORMU” adıyla kurulmuştu.
Emek Platformu Türkiye tarihinde oluşturulan en büyük emek örgütleri birliği olarak tarihe geçti.
14 Temmuz 1999 günü TÜRK-İŞ, HAK-İŞ, DİSK, KESK, TÜRKİYE KAMU-SEN, MEMUR-SEN Konfederasyonları, Türkiye İşçi Emeklileri Cemiyeti, Tüm İşçi Emeklileri Derneği, Tüm Bağ-Kur Emeklileri Derneği, TMMOB, Türk Dış Hekimleri Birliği, Türk Eczacılar Birliği, TTB, Türk Veteriner Hekimleri Birliği, TÜRMOB, TÜRK-İŞ Konfederasyonu genel merkezinde toplanarak güç ve eylem birliği kararı aldılar.
24 Temmuz 1999 tarihinde Ankara Kızılay meydanındaki “Emek Platformu” bileşenlerinin “mezarda emeklilik ve sefalet ücretine hayır mitingi”’ne 400 bin kişinin üzerinde katılım oldu.
Emek Platformu örgütsel ve kitlesel olarak Türkiye tarihine damga vuran büyük eylem ve etkinliklere imza atmıştı.
Bu süreçte emek ve kitle örgütlerinin özgüveni arttı. Eylem ve güç birliğinin sonuç alıcı olduğunu yaşayarak öğrenmişlerdi.
Ancak Emek Platformu’nun ilerleyen dönemlerde dağılmış olması emek ve kitle örgütlerinin yararına sonuçlar doğurmamıştır.
Özellikle 20 yıllık AKP iktidarı dönemi suskunluk ve eylemsizlik dönemidir. Bunun nedeni emek örgütlerinin dağınık ve güç birliğinden yoksun oluşudur.
Geçmiş dönemlerde büyük başarılara imza atmış olan “Emek Platformu’nun günümüz koşullarına uygun olarak yeniden oluşturulması acil görevdir.
Başta TÜRK-İŞ Konfederasyonu olmak üzere diğer işçi ve memur sendikalarının konuyu yeniden gündemlerine alması krizin aşılmasında ilk adım olacaktır.