NE YAPMALI: ÖZGÜN-SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR SOSYO-EKONOMİK GELİŞME MODELİ ACİLİYET KAZANMIŞTIR…  

Koronalı  günler ve ardı arkası kesilmeyen bölgesel savaş ve de çatışmalar bütün dünyaya, başına vura vura nihayet şunu öğretti: Neo liberal paradigma başta sağlık sektörü olmak üzere artık hiçbir yaraya merhem olamıyor; tam tersine yarayı kangrene çeviriyor… 


Bu nedenle, bir türlü sonlandırılamayan derin küresel kriz koronalı günleri ve de bölgesel savaş ya da çatışmaları heybesine doldurup sırtlanarak sürüp gidiyor. Gittikçe de finansal niteliğini de muhafaza ederek reel (sınai ve tarımsal üretim) kesim üzerinde 10 yıllık bir döneme yayılacağı söyleniyor… 

 Yakın geçmişte on binlerce Amerikalı, Houston’da toplu kriz duasına çıktı. Wall Street’teki “Biz %99’uz” protestoları çaresizce duruldu. Avrupa’da protestolar, “Los İndignados-Öfkeliler”, “Sarı Yelekliler” eylemleri yaşandı.  Zaten A.B. de zor bir dönem yaşıyor. Fransa, İspanya, Portekiz, İrlanda, İtalya’da işler iyi gitmiyor  

Yunanistan ekonomik iflasını yaşarken, Ağır faturayı, AB ve halkına ödeterek uçurumun ucundan döndü…  

Tüm bunlara Ortadoğu savaşları, sığınmacılar sorunu, ABD’nin Ukrayna gibi akıl almaz operasyonları tuz biber ekip, işi içinden çıkılmaz duruma getiriyor.    

Krizin, yarattığı ve de yaratacağı ekonomik/ mali ve şiddetli sosyal çalkantıların yıllarca süreceği söyleniyor…  

Uluslar ötesi finans piyasalarında ise uluslararası mali kuruluşların zafiyetinin artması, yatırımcıların ve “hedge” fonların risk algılamalarında meydana gelen hızlı yükseliş ve değişimler,  gelişmekte olan ülkelerin, hayati önemdeki dış finansman ihtiyaçlarının karşılanmasını hem güçleştirmekte hem de ekonomik, sosyal  ve politik alanlardaki maliyetini yükseltmekte… 

Gelelim ülkemizin sürüklendiği vahim sürece… 

*20 yıldır dünyanın en büyük 20 ekonomisi sıralamasında onuncu sıraya yükseleceği vaat edilen Türkiye küme düşürülerek 21. sırada tutunmaya çalışmakta,,,  

*Günümüzün evrensel düzeyde stratejik sektör olarak tanımlanan, tüm ülkelerde ciddi ölçülerde desteklenen tarım ve hayvancılık yükselen maliyetler ve yetersiz destekler nedeniyle çöküntü sürecini yaşamakta… 

*Bilinen nedenlerle aşırı desteğe mazhar olan inşaat ve bir bölüm savunma sanayi dışında reel üretim hızla gerilemekte, sınai yatırımcı ya yurt dışına yatırım yapmayı tercih etmekte, ya da rantiye-getirimci haline dönüşmekte…  

*Ülke ekonomisine yıllık 40 milyar dolar civarında katkısı olan turizm sektörü dünyanın en ucuz ülkesi haline gelmenin sağladığı avantajla ayakta durmaya çalışmakta…  

 *Ekonomik bunalım zaten işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk,  kayıt dışılığa ve yasaklarla yaşamaya alıştırılmış olan gelişmekte (Yıllardır yükselmekte, gelişmekteler…) olan ülke halklarını bir zamanlar, gelişmiş ülkelerin refah düzeyinden zaten çok uzakta oldukları ve sosyopolitik bilinç düzeyi daha düşük olduğu için gelişmiş ülke halkları kadar derinden etkileyip, sarsmıyor; krizlerin sarsıcı etkilerin aile ve akrabalık sosyoloji ve ekonomileri çerçevesinde bir ölçüde hafifletiliyordu. Ancak bu aile desteği – sosyolojik yardımlaşmanın da sonuna gelinmiş gibi görünüyor. 

*Gelir dağılımı skalası kalbura dönmüş vaziyette… Orta sınıf çökmüş, 84 milyon nüfusun 14,8 milyonu açlık sınırında ya da bu sınırın altında yaşıyor… Sadece iri taneler kalburun üstünde duruyor…

*Öte yandan sosyal, fiziki ulusal stoklar,  bir asırlık Cumhuriyet sürecinde milletin büyük özverileriyle edinilmiş varlıklar artık hukuk da işlemediğinden keyfi ve çıkarcı kararlarla, kendi lehlerine işletilerek yaratılmış olan reel üretimden uzak,  yandaş, “özellikle beton sever” oligarklara daha sonra “yeniden paylaşıma” tabi tutulmak üzere aktarılıyor.   

Şimdi gelelim “zurnanın zırt dediği yere… 

*Merkez Bankasının kullanılabilir rezervi 10,35 milyar dolar… Ancak emanet paraları çıkardığınızda (yükümlülükler ve swaplar) net rezerv eksi 52,95 milyar dolar. Bankalardaki tüm rezerv 8,5 milyar dolar civarında. Dış şubelerde ithalat vb. Garantiler için 19 milyar dolarları var. Toplam bankalar dolar toplamı 27,5 milyar dolar. Yılsonu beklenen en iyi olasılıkla cari açık 50 milyar dolar (yalnızca mayıs ayı 10,7 milyar dolar).  

Kısa vadeli yılsonuna kadar borç ödemesi 181,4 milyar dolar. İç ve dış borç batağı 500 milyar doları aştı.  

Dış borçlanma yapmaya yönelseniz CDS(Kredi risk primi, bir kredinin geri ödenmeme riskinin tespit edilmesini ve bu riske karşı kredinin sigortalanmasını sağlayan bir değerleme enstrümanıdır. Sigorta şirketleri borçların ödenememesi halinde alacaklının alacaklarını sigortalayan bir sözleşme satar ve bu sözleşmenin fiyatı da ülkenin CDS primidir.) endeksiniz (borcu geri ödeyebilme yeteneği diyelim) Bugün pris priminin (CDS)birkaç gün önce 791-816 baz puan aralığına yükselmesi ise dış borçlanma riskinin çok arttığı anlamına geliyor. (300 puanın üzerinin anlamı bu ülke temerrüde düşebilir yani borçlarını ödeyemeyebilir, dikkat edin demek).  

CDS, en son küresel finans krizi sırasında Ekim 2008’de bu seviyelere çıkarak Ekim 2008’de gün içi işlemlerde Türkiye’nin risk primi 904 baz puanı görmüştü. 

CDS’nin bu seviyelere çıkması Türkiye’nin dış borçlanmada ödeyeceği faizi etkileyeceği düşünülürken Hazine’nin dolar cinsi borçlanmalarında faizin yüzde 10’un üzerine çıkması bekleniyor. 

Türkiye’nin CDS’si en son etkisini derinden hissettiren 2001 ekonomik krizinde 1300 seviyelerindeydi.  

Sözü kısası %10 un altında dış borçlanmanız mümkün değil… Buna rağmen borç vermeye de nazlanacaklar; çünkü bazı yorumlarda yılsonuna doğru Türkiye’nin temerrüde düşeceği,  borçlarını ödeyemeyeceği yaklaşımı öne çıkmaya başladı.  

*Satacak bir şey kalmadı devlet arazilerini imara açmaya çalışıyorlar. Kentsel dönüşüm adı altında vatandaşı zorla mütevazı evlerinden zorla çıkarıyorlar… 

*Getirilen “ihracattan ülkeye giren dövizin %70’inin Türk lirasına çevirme zorunluğu” ihracatçının yan yollar aramasına yol açabilir…  

*Çıkarmaya çalıştıkları oyuncakların (artık oyuncak demek doğru) toplamı asla 10-15 milyar doları geçemeyecek, çünkü TL’ler ya bağlı ya ihtiyaç için gerekli ve o kadar TL mevduatı yok. TÜİK’e göre bile yıllık enflasyon %73,5. Bunun üzerinde bir taahhüt vermeden halktan para toplayamazsınız.  

*Vatandaş kartı kartla ödeyerek ayakta durmaya çalışıyor. Şimdi o da sınırlanıyor. Borcunu ödeyemeyenlerin icralık sayısı günde 16.000 kişi artıyor ve 23 milyonu aştı. Yeni kredi ve kart limit ve ödemeleri açıklamalarıyla piyasada TL sıkıntısı yaratıp, insanları döviz bozdurmaya yönlendirmeye çalışıyorlar. Ama öte yandan yılbaşından bu yana likiditenin 1 trilyon TL üzerinde artırılması ile Ocaktaki 5 trilyon likidite, 6,25 trilyona çıkarıldı( emisyon hacminin genişletilmesi -​ yeni para basımı)… 

 *20 yılda 1185 milyar dolar dış ticaret açığı oluşturup, 650 milyar dolar cari açık vermek de her yönetime nasip olmaz doğrusu…  

*Bütün bunların üstüne Kanal İstanbul gibi harıl harıl milyarlarca dolarlık finansman arayan bir garip proje tuz biber ekiyor…

*İhracat seferberliği adı altında ne var ne yok satmaya çalışıyorlar. Zaten üretim maliyetleri yükseldiği için üretim düşüyor, ihracat çılgınlığı da stokları da eritiyor… Talep karşılanamadığı için piyasa ekonomisinin gereği olarak fiyatlar artıyor. Buna da komik bir gerekçe uydurdular, stokçuluk. Birkaç göstermelik cezayla piyasa ekonomisinin arz-talebe dayalı normal seyrini durdurmaya çalışmak boşuna çaba… 

 *Zaman zaman ” şok açıklamalar” yapıldığı algısı yaratılarak birilerine dolar sattırılıyor, sonra Dolar belli bir düzeye kadar dolar düşünce yeniden birileri alıyor, ama sonuçta dolar trendi olması gerektiği gibi yükselmeye devam ediyor.  Kur Korumalı Mevduattaki oyun aynen tekrarlanıyor. Yukarıdaki tabloya göre dövizi uzun vadede değil düşürmek, durdurmak bile mümkün değil.  

*Yetmiyor, Yunanistan’a 20 yıldır susanlar (sanki adalar bugün silahlandırılmış gibi) savaş çığırtkanlığına da başladılar. Kendi çocukları askere bile gitmiyor, yine Memed’i nöbete çağırıyorlar. Gündem de Suriye de var… 

*Dış güçler diyorlar, bir an için doğru kabul edelim. Eğer dış güçlerin oyuncağı olmayı engelleyemiyorsanız, bu ülkeyi yönetemiyor ve koruyamıyorsunuz demektir bu ve bu olguyu siz açıkça söylüyorsunuz bu açıklamanızla.  

*Gidin artık demek bile çözüm olmaktan çıkıyor, çünkü tüm köprüleri atarak gidiyorlar, gelen ne yapacak bilinemiyor… 

*Bu aşamada onarımı çok güç ve ciddi bir stratejik planlama ile mümkün olabilecek bir yıkım bırakmaktalar…  

*Ve de bu vahşi gidişata dur denilemezse,  senaryo “cehalet içinde yoksulluk” diz boyu hale getirilerek, küçük yemlemelerle beslenmekle yetinen geniş toplumsal kesimler yaratılarak senaryo toplumsal çöküşle sonlanmaya hızla gidiyor…  

* Köktenci ve bütüncül önlemler alınmazsa,  geçmişte yaşanan ve de yaşanmakta günler aranır hale gelme olasılığı hızla artıyor… 

İşte, bu nedenle, her türlü emtia, altın ve dövizin şaha kalktığı, yoksulluğun, yolsuzluğun,  işsizliğin diz boyu olduğu bu vahim ortamda Türkiye, Arjantin’in yakın geçmişte başına geldiği gibi “Moratoryum-Borçlarını ödeyemeyeceğini tüm dünyaya ilan etme durumuna” düşmemek için, sonu bir türlü getirilemeyen “21nci Yüzyıl Krizine” karşı geliştirebileceği özgün bir modeli, süratle, açıkça ve içtenlikle tartışmak, ortaya koymak ve de yaşama geçirmek zorunda…   

Modelin varsayımları:  

Böyle bir modelin şu varsayımlar çerçevesinde tartışılabileceği düşünülebilir:  

*Kriz, sistemin (bağımlı kılanların), bağımlılık ilişkilerini yeniden üretme gücünü zayıflatacak, yaşamakta olduğumuz süreçte izlendiği gibi bağımlı ülkelerin, sistem tarafından denetimi güçleşebilecektir.  

*Kriz, siyasi gelişmelerin ekonomik duruma eklemlenmesinden doğan içsel ve dışsal nedenlerle, Türkiye’yi, paradigma değiştirmek zorunda bırakabilecektir. 

*Kitleler, planlı, sonu ve toplumsal getirileri açıkça belirlenmiş yükü adil ve eşitlikçi biçimde paylaştıran bir toplumsal özveri dönemine gönüllü rıza gösterecek ya da göstermeye ikna edilebileceklerdir. 

*Bütün bunlara ve artan zafiyetine rağmen, küresel merkez, Türkiye gibi önemli bir ülkenin, yörünge dışına çıkmaması için elinden geleni ardına koymamaya çalışacaktır… 

*AB ile “tam üyelik” bağlamında ilişki kurulamamış, ilişkiler iyice soğumuştur.   

 Modelin olası çerçevesi: 

*1940’lı yıllardan bu yana süratle bağımlılığa sürüklenen Türkiye, yakın geçmişin uluslararası deneyimlerinden de yararlanarak pekâlâ özgün bir model geliştirebilir. 

*Böyle bir model, Türkiye’nin, kayıtsız, şartsız bir bağımlılığa doğru sürüklendiği yörüngeden çıkartılmasına, reel politik bir yaklaşımla imkân vermelidir. 

*Model, sistemle (A.B.D.+A.B.) kararlı ilişkiler kurulabilmesi, siyasi irade yanında, küresel pazarda rekabet gücünü arttıran, ölçek ekonomileri ve inovasyon-teknolojik gelişme çarpanını göz önünde tutan üretim ve sanayileşme stratejileri ile uygun ülkelerle birlikteliğin sağlayacağı optimal pazar büyüklüğüne dayanmalıdır. 

 *1970’lerden bu yana özelikle 2000’lerden itibaren milenyum krizlerine daima “fenersiz” yakalanan Türkiye’nin, kendine özgü modelini oluşturması tercihten öte bir zorunluluktur. 

*AB. ile ilişkiler kısa vadede içinden çıkılmaz hale getirildiğine göre, sistemin olası manipülasyonlarına karşı direnç gösterebilmek için içlerinde zengin enerji kaynaklarına sahip ülkeler de dahil, bölge ülkeleri (Avrasya, Karadeniz, Ortadoğu ülkeleri) ile ekonomik ilişkiler derinleştirilip, üretim ve altyapılar alanında işbirliği, pazar birlikteliği, yeterli/optimal ölçek büyüklüğü sağlanabilir. Bu yöndeki gelişmeler, hem dış ticarette AB’nin ağırlığını hafifletebilecek, hem de burnunun dibindeki ülkeyle ilişkilerini yeniden değerlendirmesine yol açabilecektir.   

*Kriz süreci derinleştikçe, yabancı sermaye girişi ve reel yatırımlar, daha çok, likit döviz zengini petrol- doğal gaz üreticisi ülkeler ile döviz rezervlerine sahip başta Çin olmak üzere dış ticaret fazlasına sahip ülkelerden gelebilecektir. Dolayısı ile model, bu ülkelerle de ilişkilerin dengeli biçimde geliştirilmesini içermelidir.                                                                                                                              

*En önemlisi, tüm bunlar ve iyi çizilmiş bir rota için, Devlet Planlama Teşkilatı (D.P.T. ) yeniden yapılandırılmalıdır.    

Ülkenin;  

– Coğrafi, fiziki ve beşerî anlamda kaynak ve imkân envanterine sahip,   

Bölgesel ve ulusal düzeyde sürdürülebilir bir kalkınma sürecini ve daha adil bir bölüşümü eşgüdümleyerek,  

-Küresel gerçekleri de göz ardı etmeden en azından optimal ölçek ekonomileri çerçevesinde,   

-Selektif-özenle seçilmiş sektörlerde uluslararası düzeyde rekabet yapabilecek inovasyon-teknolojik gelişmeyi içeren marka ürünler üretilebilmesini planlayabilen,   

-Özel kesim için özendirici ve yol gösterici, kamu kesimi için emredici,   

Ciddi, savurganlığa, lüks ve gereksiz yatırımlara izin vermeyen,   

-Enerji, savunma sanayi, ulaşım, iletişim, madencilik, tarım vb. temel, stratejik ve ülke için hayati nitelikteki sektörlerde ülke çıkarlarını kamucu bir yaklaşımla hassasiyetle gözetecek bir planlama örgütüne şiddetle ihtiyacı vardır.  

 SONUÇ: 

 Uzun zamandır özgün ve hayati sorunlarımızı tartışmayıp, en büyük ve önemli bir ülke olarak D. Akdeniz ve sınırlarımızın güvenliği dışında tarafı olmadığımız çatışmaların çığırtkanlarınca önümüze konulanlarla boğuşup durmak, iç politikaya yönelik polemiklerle oyalanmak yerine, neden aklımızı başımıza almayız anlaşılır gibi değildir… 

 Vakit geçirmeksizin tüm muhalefetin, kamuoyu ile birlikte detaylandıracağı, altını doldurulacağı bir ekonomik ve demokratik geçiş programını heyecan yaratabilecek bir üslupla ve yakın temasla halka anlatılması, kısa anlaşılabilir başlıklar halinde halka özümsetilmesi büyük önem kazanmıştır… 


Sonuç olarak “İktidara yürümek” iddiasında olanların gündelik polemiklerle kaybedecek zamanları kalmamıştır…  


Yorum bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir