Okulsuz Toplum

Salgınlarda, doğal afetlerde neden ilk önce okulları gözden çıkarıyoruz? Pandemi döneminde neden en uzun süreli okullarını kapatan ülkelerden biri biz olduk? Kahramanmaraş merkezli depremlerden sonra neden yapılabilecek başka bir şey yokmuş gibi hemen üniversitelilerin yurtlarını boşaltıp k12’yi okul terklerini artıracak uygulamalara ittik?…

Şuradan başlamak lazım: Modernist öğretilerin sabiti; nesnel, evrensel bilgiye ancak ve ancak akıl ve deney yoluyla ulaşılabileceğidir. Aydınlanma teolojinin karşısına bilimi, dini inancın karşısına bilgiyi koyan bir düşünce sistemi olarak modern bir toplum projesi ortaya koydu. ‘Türk Devrimi’ dâhil 18, 19 ve 20. yüzyıl toplumsal devrimleri böyle bir projenin ürünüydü.  

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, modernizm ertesi düşünce ve pratikler ortaya çıkmaya başladı. Bunlarla birlikte aydınlanmanın temel ilkelerine kaynaklık eden düşünce biçimleri sorgulanır oldu. Modernizmi tanımlamakta kullanılan bütün argümanlar “yapıbozum”a uğratıldı. Daha yakın dönemde iletişim ve bilişim alanlarında yaşanan teknolojik temelli sıçramalarla bilgi bir değer olarak önemini bütünüyle yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.

Postmodernizmin bilime ve bilgiye karşı bu saldırısı, emperyalizmin önce ‘yeşil kuşak’ ve sonra ‘ılımlı İslam’ projesiyle beslediği siyasal İslam’ın talepleriyle uyumluydu. İslamcı akımlar kendilerine buradan bir kültürel saldırı mevzii inşa ettiler. Modernizmin bütüncül, merkeziyetçi, üst ulusal ve üniter yapısına karşı; postmodernizmin merkezsiz, bağlamsız ve parçalı yapısı ve emperyalizmin ‘böl/ güçsüzleştir/ yönet’ arzusu onların “ulus” yerine koymak istedikleri “ümmet”le örtüşüyordu. 

Bu çerçevede kapitalizmin kültürel bunalımını fırsata çeviren siyasal İslam hem iktidar olma olanağını buldu hem de modern Cumhuriyet toplumunun “yurttaş”ı yerine İslam toplumunun “ümmet”ini inşa etme olanağını. Ümmetse, akıl ve bilimle değil, ancak iman ve dinle yaratılabilirdi. O nedenle ya eğitim tümüyle dinselleştirilecek ya da kamusal ve kurumsal eğitim terk edilecekti. İktidar ikisini birlikte yaptı, hem eğitimden evrimle başlayıp felsefeyle devam ederek bilimsel düşünme becerisi geliştirme olanaklarını kaldırdı hem de pandemi, doğal afet, deprem gibi bulduğu her fırsatta okulları kapattı. Kapatamadığı durumlarda da öğrencilerin sosyal ve psikolojik olarak gelişmelerine olanak sağlayan okul mekânlarını test merkezlerine çevirdi.

Siyasal ve kültürel alanda modernizmin mahkûm edilmesinde postmodernistlerle el ele veren İslamcı akımlar, dijital teknoloji alanındaki gelişmelerden de kendileri için engel gördükleri yürürlükteki eğitim paradigmalarını yıkma mücadelesinde yararlandılar. Üstelik İsrailli liberal tarihçi ve yazar Yuval Noah Harari’nin ‘Yarının Kısa Bir Tarihi’ alt başlıklı Homo Deus adlı son kitabındaki geleceğin eğitim ortamına ilişkin öngörüsü, çok değil yirmi yıl içinde eğitimin kampüs, okul, sınıf, laboratuvar gibi mekânlardan, içinde akıllı robotların, yapay zekâlı dijitallerin cirit attığı sanal mekâna taşınacağını söyleyen fütüristlerinkiyle birleşiyor ve İslamcı akımları modernizmle mücadelede heyecanlandırıyordu. 

Gelecekçilerin öngörülerine göre eğitim şirketlerine ait dijital öğretmenler matematik, fizik, tarih öğretmekle kalmayıp bir yandan da geliştirdikleri interaktif algoritmalarla kullanıcı öğrenciyi her yönüyle tanıyacak, onların kendilerine özgü zayıf ve güçlü yönlerini keşfedeceklerdi.  Böylelikle termodinamiği, geometriyi öğrenmekte zorluk çeken öğrenciye özgü öğrenme yöntemleri geliştirecekler, sonuç kusursuz öğrenme olacaktı! Hem bu dijital öğretmenler, sabırlarını yitirmeye kodlanmadıklarından öğrencileri üzecek bir adım atmayacak, onlara kızıp kötü davranmayacak, velilerin memnuniyetlerini kazanacak; özlük hakları ve toplumsal duyarlıkları olmadığından şirketlerini zora sokacak boykot, grev nedir bilmeyeceklerdi!

Öte yandan dünyanın geleceği üzerine araştırmalar yapan The World Future Society “Gelecekte Yok Olacaklar” konulu raporunda, önümüzdeki on on beş yıl içinde, eğitimde çok büyük değişiklikler beklendiğini ve bu değişikliklerden en önemlisinin okulsuz ve öğretmensiz bir eğitim modeli olduğunu vurguluyordu. Yine bu rapora göre 2030 yılında okuldaki derslerin yüzde 90’ının internet üzerinden yapılacağı ve eğitimin, öğretmekten rehberlik yapmaya doğru evrileceği üzerinde duruluyor; bu yolla gençlerin okulda zaman kaybetmelerinin önüne geçileceği belirtiliyordu. Nihayet liberal pedagojilere biraz dikkatli bakılırsa, onların da öğretmeni öğretmen değil, sınıfın “patronu” ve danışmanı olarak tanımladıkları, eğitimi öğrenci merkezli kurguladıkları kolayca görülür. Yani din, dijital ve liberal el eledir!

Millî eğitim bürokratlarımız yirmi yıldır hem eğitim yükünden kurtulmak hem saltanatlarını sürdürülebilir kılmak hem de Cumhuriyet’ten geriye ne kalmışsa onu da geri dönülmez biçimde silmek için, söz konusu FATİH’li dijitallerle ve liberallerle ittifaklarını güçlendirdiler. Teslim etmek ve kutlamak gerekir ki fütüristlerle girdikleri öngörü yarışını bile kazandılar! Bütün bu gelişmeleri çok önceden görerek dünya ölçeğinde “okulsuz eğitim”de oldukça mesafe kat ettiler! Millî Eğitim Bakanlığı, yıllar önce öğretmenleri de bu konuda ikna etmek için onlara anarşist filozof Ivan Illich’in “Okulsuz Toplum” adlı kitabını seminer ödevi vermiş, okumalarını sıkı sıkı tembihlemişti zaten! 

Şimdi durum şöyle: Okullar tatillerden ve çeşitli nedenlerle eğitime verilen aralardan fırsat bulup açıldığında bile üniversitelerimizde okuyan öğrencilerimizin yarısı açık öğretimde, yani okulsuz eğitimde (!) Uzaktan eğitim görenler buna dahil değil, onların sayısı da hızla artıyor. Bakanlık, aynı başarıyı “zorunlu” ilköğretim ve ortaöğretimde de yakalamak için yoğun mesai harcıyor. Açık öğretimde kayıtlı öğrenci sayısı iki milyona yakın. Okula gidemeyen altı yüz bin kız çocuğunu, yüz binlerce Suriyeliyi buraya yazmıyoruz; eğitime ara veren hafızları, 5-17 yaş aralığında ve çalışan 720 bin çocuğun okula gidemeyen %40’ını da…  Açık üniversite, açık lise ve açık ortaokuldan sonra sıra açık ilkokulda! Okul öncesi derseniz, tamamen açık! Çocuklar, büyükanneye teslim!

Nabi Avcı “Okulların kurduğu ilişki biçimleri sanal dünyaya kaydı. Okul dışı bilgi ve öğrenme merkezleri çoğaldı. Okullar enformasyon aktarma merkezi olma özelliğini kaybetti.” demişti, Ziya Selçuk da onu “Çağımızda öğretmenin işi öğretmek değil.” diye tamamlamıştı. Mahmut Özer bundan sonra ne yapabilirdi, o da “haklı olarak” okulları kapattı! Bugün artık bütün okullarımızda eğitimin temel ilişki biçimi, yerini tali ilişki biçimine bıraktı. Yani birey için bir sosyalleşme ve kültürlenme alanı olarak ulusal ve toplumsal bir kimlik oluşturma işleviyle örgütlenen okullarımız yerini, akıllı telefonlardan ‘öğrenme’ ve ‘test etme’ merkezlerine terk etti. 

Okulları kapatma eylemi, önceleri turizm sektörü gözetilerek, bayram ya da resmî tatil günleri hafta sonu tatiliyle birleştirilerek ve ara tatiller öne ya da arkaya eklenen günlerle uzatılarak, iklim koşulları, terör olayları gibi nedenlerle yapılıyordu. Sonra pandemi, Millî Eğitim Bakanlığı’na okulları kapatmak için bulunmaz fırsat sundu, merkezi sınavlara hazırlık kurslarında bulaşmayan Korona, nedense kamu okullarına musallat olmuş ve bakanlık internetsiz, bilgisayarsız çocuklara online eğitim vermişti! OECD, eğitimde kullanabileceği bir bilgisayarı olan öğrenci oranlarına göre sıraladığı 77 ülke listesinde Türkiye 64’üncü sırada yer alabilmişti. 

Şimdi Kahramanmaraş merkezli depremlerin getirdiği yıkım ve acı içinde okullar yine kapatılıyor, depremzedeler için yurtlar boşaltılıyor; ama tasada ve kıvançta birliğimiz unutularak veya yok sayılarak oteller turistlere hizmet vermeye devam ediyor. Buna karşılık üniversitelerin uygulamalı dersleri online yapılıp uygulanamıyor, k12’nin öğrencileri ikinci dönem devamsızlıktan muaf oluyor, ÖSYM sınava girecek öğrencileri ikinci dönem konularından sorumlu tutmuyor. Öte yandan asla sınavdan taviz verilmediğinden sınav sektörü, olanağı ve parası olana hizmet vermeye devam ediyor… Her afette eğitimin eşitsizlik çarkı dönmeyi ve dezavantajlı bireyleri dişlerinin arasında öğütmeyi sürdürüyor!

Bakanlık yıllar önce Cumhuriyet eğitim modelini, 19. yüzyılda sanayi toplumunun ihtiyaçlarına göre şekillenmiş bir anlayışın ürünü diyerek “zamanın ruhuna uygun formatlama” gereksinimi duymuştu. Davranışçı eğitim modelini, Avrupa “yapılandırmacılığı”yla mahkûm etmiş, öğrenci merkezli, müşteri memnuniyetli ve rekabetçi bir modeli desteklemişti. Belki de dijital devrimi hesaba katarak davranışçı eğitimi kırıp dökmeden yapılandırmacı metotlardan nasıl yararlanılabileceğine kafa yormak eğitim kurmaylarımıza zor gelmiş ya da işlerine gelmemişti! Zamanın eğitim müsteşarı Yusuf Tekin ağırlıktan kurtulmayı tercih ettiklerini şöyle muştulamıştı: “Sevgili öğrenciler, sizi en mutlu edecek şeyi yaptık, müfredatı (Atatürk’ten, Cumhuriyet’ten ve bilimden M.P.) hafiflettik!” Bu hafifletmeden, öğrencileri bilemeyiz ama Sebahattin Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Bülent Arı çok memnun olmuş; okuma oranı arttıkça kendisini afakanların bastığını söylemiş ve cahil, okumamış halka daha çok güvendiğini belirtmişti!

Toplumu eğitimsiz ve okulsuz bırakmanın dışarıdan bir sonucunu da Gallup araştırması vermişti. Şirketin, okullarından toplu katliamların eksik olmadığı, homeschool (evde eğitim) ve unschooling (okulsuz eğitim) gibi uygulamaların yaygın olduğu Amerika’da yaptığı araştırmaya göre, insanların sadece %15’i “homo sapiens”in evrimleşmesinde hiçbir ilahî etki olmadığına inanıyor; gerisi “Allah korusun!” diyormuş! 

Abdülhamid hayranlarının, Abdülhamid döneminin Türk eğitim tarihinde hiç adı geçmeyen, günümüze sadece “Şu mektepler olmasaydı, maarifi ne güzel idare ederdim.” sözü kalan, son Maarif Nazırı (1903-1908) Haşim Paşa’yı takip etmelerinde şaşılacak bir şey yok; hatta Gezici’nin son halkoylaması anketinde AKP’nin Cumhuriyet’e son darbesi olan “Başkanlık Sistemi”ne üniversite mezunlarının %70’inin “hayır”, okuryazar olmayanların %70’inin “evet” dediğinde de!

Okulsuz toplum bunun için gerekli hem kapitalizme hem gericiliğe!

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir