Şili Solunun Zaferi, İttifak

Sorununun Halkın İhtiyaçları ve Siyasal Riskler Temelinde Aşılabileceğini Gösteriyor

Sanıyorum,tarihin, hiçbir toplumun önüne çözemeyeceği sorunları koymayacağına dair Marks’ın sözünün reel siyasetteki en net karşılığını, sandık açıldığında görüyoruz.

İlk olarak;halk hazır olmadığı fikre, ilişki kuramadığı harekete, somut güncel sorunlarına çözüm üretme gücüne sahip olmayan liderliğe sırtını dönüyor.

İkincisi, söylem ya da propaganda düzeyinde siyasal programın ilericiliği, halkçılığı kitleler için bir anlam ifade etmiyor. Hatta program, ortaya çıkmış bir toplumsal harekette kendini ete kemiğe büründürmüş bile olsa,bu ulusal düzeyde farklı bir biçimde yeniden yorumlanabiliyor. Çünkü bir kesimin ihtiyaç olarak gündemin en üst sırasına koyduğu bir mesele, ulusal satıhta aynı ölçüde önemli olmayabiliyor.

Üçüncüsü, siyasal ve toplumsal mücadeleler salt bir tarafın sürekli eylem ve söylemleri üzerinde gelişmiyor. Her eylemin bir reaksiyonu olacağını ve bunun, siyasal tarafların pozisyonlarına etkide bulunacağını iyi hesap etmek gerekiyor. Düşmanlar birbirlerini doğrudan darbelerle ya da ara kümelerdeki sentezler aracılığıyla değiştirebiliyor.

Şili tecrübesini anlamak için önce bu değişimin nasıl gerçekleştiğini bilmek gerekiyor.Fakat öncelikle Şili kurumsal siyasetinin kırılma noktasının Salvador Allende’nin iktidara gelişi olduğunu tespit etmeliyiz.

Rakibiyle arasında sadece 33 bin oy fark olan Allende’nin iktidara gelişi, bir seçim sonucu ile basitçe gerçekleşmedi. Zaten bu oy oranı onun başkanlık koltuğuna oturması için yeterli değildi. Azınlık durumda olduğu mecliste bir oylamayla başkanlık koltuğuna oturabildi. Buna rağmen Allende, ilk andan itibaren zaferinden emindi.

Bu yüzden seçimin sonucu alındığında, daha mecliste başkanlığına dair bir oylama gerçekleşmeden önce, yaptığı mitingde, “Emperyalist sömürüyü kesin olarak yok etmek, tekelleri ortadan kaldırmak, derinlemesine bir tarım reformu gerçekleştirmek, ihracat ve ithalatı kontrol etmek, kısacası bankaları millileştirmek, Şili’nin ilerlemesini mümkün kılacak, gelişmemize yön verecek sosyal sermayeyi yaratmak için bu zaferi kazandık.” diye meydan okuyordu.

Başkanlığı mecliste Hıristiyan Demokratlar’ın (PDC) desteğiyle onaylandığında ise “İkiyüzlü olmayacağım. Ben herkesin başkanı değilim!” diyecek kadar tabandan sınıf ayrımcı bir yaklaşım sergileyecekti. Allende,Şili kurumsal siyasetini, ardına aldığı büyük sınıfsal destekle darmadağın etti. Bu yüzden onu iktidara getiren Hıristiyan Demokratlar bu defa da ülkeyi komünizmden kurtardığı için Pinochet darbesini destekleyeceklerdi.

Pinochet darbesi, Allende’nin başlattığı kurumsal kırılmayı neoliberal yönde derinleştirdi. Fakat bundan sonrası Şili siyasetinin rızası ve reddi üzerine kurulu bir tahterevalli oyunundan ibaretti.Bu tahterevalli siyasetinin ilk aşaması, Pinochet’in 1980 Anayasası’nın halka onaylatılmasıydı. Şili siyaseti bu anayasayı parlamenter demokrasiye geçiş için bir aşama olarak görüyordu. Bunun bedeli ise Pinochet’in8 yıl “seçilmiş” başkan olarak iktidarını sürdürmesiydi.

Pinochet rejimi 16 yıl içinde 4 kez “halk oylaması”na (plebisit) gitti. İlki,1977’de Pinochet rejimine yönelik Birleşmiş Milletler’de yaptırım konusu gündeme geldiğinde, halk desteğinin arkasında olduğunu göstermek için. İkincisi, 1980 Anayasası ve Pinochet’in başkanlığının onaylanması. Üçüncüsünü,1988’de iktidarını bir 8 sene daha uzatmak için yaptı. Ama bu defa tahterevallinin siyaset tarafı ağır bastı ve Pinochet kaybetti. Bu yenilgi bir yıl sonra kendi kontrolü altında 53 maddelik anayasa referandumunun yolunu açtı. Bu iki yıl Şili’nin “demokrasiye geçiş süreci”nin başlangıcıydı.

Referandumla Komünist Parti (PCCh) serbest bırakıldı, devlet başkanının meclisi feshetme yetkisi kaldırıldı. Sıkıyönetim ve OHAL ilan etme yetkisi sınırlandırıldı. Ayrıca cuntanın vatandaşları ülke dışına gönderme, bilgi edinme hakkını engelleme gibi uygulamalarına son verildi.Böylece demokrasiye hızlı ve dinamik bir geçiş yapıldı.

Bu dönemin bir özelliği de halkın seçim ve referandumlara yoğun katılımıdır. 1989 referandumunda gerçekleşen %93,7 katılım oranına bir daha yaklaşılamadı. (Son 20 yıldır katılım oranları %50’nin altında seyretti.)

1988 plebisitinden başlayarak 2013’e kadar Şili’de “Concertación” ya da “Demokrasi İçin Partilerin Uyumu” olarak anılan Hristiyan Demokrat Parti (PDC) ile Sosyalist Parti (PS) uzlaşmasına dayanan bir koalisyon egemen oldu.-Şili Komünist Partisi (PCCh) dönemsel olarak bu ittifakın parçası oldu ya da destek verdi.-

Böylece PDC ve PS, Pinochet döneminden başlayarak siyasetin merkezini inşa etmiş oldu. Bu merkezin solunda PCCh, sağında Pinochetçi partiler; rejimin ideoloğu Jaime Guzman’ın kurduğu UDI ve daha sonra bundan türeyen partiler vardı.

“Concertación”un varlık sebebi anayasal kurumları istikrarlı biçimde işler kılarak diktatörlükten demokrasiye geçişi tamamlamaktı.Pinochet ve cunta yönetimi, iktidarı 1990’da bıraktı. O tarihten bu yana 1980 anayasası 52 kez değişime uğradı. Toplam 270 madde değiştirildi. 

1994 reformunda Şili devlet başkanının görev süresi 8 yıldan 6 yıla indirildi. Ayrıca başkanlık bir dönemle sınırlandırıldı. Böylece peş peşe iki dönem üst üste başkanlık uygulamasına son verildi.

“Concertación”, Pinochetrejmini neoliberal sınırlarda reforma uğrattı. Ricardo Lagos başkanlığı sırasında 2005’te 58 madde ile son kapsamlı değişiklik yapıldı. Atanmış senatörlük kaldırıldı, silahlı kuvvetlerin rejim üzerindeki bekçi rolüne son verildi. Başkanlık süresi 4 yıla indirildi.Yeni anayasada senatonun yapısı, başkanlık süresi, başkanın yetkileri, silahlı kuvvetlerin komuta kademesinin belirlenmesi gibi birçok önemli uygulama farklılaştı.Böylece ülkeyi siyasal krizlerden koruyarak halen devletin çekirdeğinde güçlü olan Pinochetçiliğin yeniden “kurtarıcı” postunda geri dönmesini engelledi.

Ama bence daha da önemlisi, 20 yılı aşkın süre devam eden bu ittifak, Şili siyasetinde bir diyalog ve uzlaşma kültürü yarattı. Asgari siyasetin yapılabileceği demokratik koşulların sürmesi için platformlar sürdürüldü. Siyasal rakipleri dışlayıcı ve düşmanlaştırıcı bir dilden uzak duruldu.

Ancak “Concertación”, Pinochet anayasasının ruhunu oluşturan sağlık, eğitim, barınma, emeklilik gibi hizmetler konusunda devleti sorumsuz gören neoliberal prensiplere dokunamadı. Bu yüzden güç kaybetti ve 2010’da Pinochetçi çizgiden Sebastian Piñera iktidara geldi.Piñera’ya karşı yeni dönem muhalefetinin ana gövdesini yine bu iki parti oluşturdu. PCCh ve diğer iki yeni sol partiyle“Nueva Mayoria” (Yeni Çoğunluk) adlı bir ittifak kurdular.

Bugünkü Şili iktidarının nüvesini oluşturan Üniversite Öğrenci Hareketi de aynı yıl 2011’de patlak verdi. Hareketin ortaya çıkışı ise 2006 yılındaki liseli protestolarına dayanıyordu. Kıyafetlerinden dolayı “Penguen Devrimi” denilen özelleştirme karşıtı bu eylemler,ücretsiz eğitim talebini rejimin gündemine soktu.

Hareket 2008’de üniversiteleri içine alarak genişledi. Bu arada iktidardaki PS’nin devlet başkanı Michelle Bachelet, öğrencilerin taleplerine sahip çıkarak taleplerini meclise taşıdı. Bachelet, 2006’dan başlayarak öğrenci hareketinin liderlerinin siyasete girmesini sağlayan en önemli unsur oldu.Yani 2006’nın eylemlerinde pişen liseliler 2011’de üniversiteler grevinin liderleri haline geldiler.

O tarihlerde dışarıdan bakan birçok kişi bu hareketin dönüştürücü etkisinin sınırlarını görebiliyordu. Öncelikle fazlasıyla düzen içi hareketlerdi bunlar. Her hafta polisinbaşkent Santiago meydanında protestocu öğrencilere su sıkarak dağıttığı eylemler geleneksel bir hal almıştı. Ve Şili siyasetinin bir eğitim reformu için gerekli çoğunluğu oluşturması neredeyse imkânsızdı.

Diğer yandan Pinochetçi sermaye, ordu, bürokrasi ve Piñera iktidarı da bu ideolojik yönelimi belirsiz buluyordu ve bir çoğu aslında orta sınıf üzeri olan (zira Şili’de üniversite eğitimi almak için iyi bir gelir grubuna dâhil olmak gerekir) öğrencileri tehdit olarak görmüyordu. Bu yüzden onları “terörist” olarak yaftalamadı. Okuldan atmadı ya da hapsetmedi. 

Bu noktada Pinochetçiliğin de aradan geçen süre içinde revizyona uğramış olduğunu tespit edebiliyoruz. Aslında çok az kişi bu öğrenci hareketinin toplumu dönüştürücü bir etkisi olabileceğini düşünüyordu.GabrielBoric, CamilaVallejo, GregorioJackson, KarolCariola gibi öğrenci liderleri 2014’te “Nueva Mayoria”dan (PS ve PCCh) milletvekili seçilip meclise girdiklerinde bu yükseliş sürecinin sona erdiği düşünülüyordu.

2014’te Bachelet’in devlet başkanı olması, öğrenci liderlerinin siyasete katılımını garanti altına aldı. Ama aynı zamanda bağımsız genç liderlerinin başarıları “Nueva Mayoria” ile ömrü uzatılan “Concertación”un bitişinin habercisiydi. Sürecin sona ermediği,siyasetin bu genç aktörlerinin “FrenteAmplio” gibi yeni oluşumlar oluşturup seçimlere girecek kadar güçlenmesiyle anlaşıldı. 2016’da bir diğer öğrenci lideri JorgeSharp’ın bağımsız aday olarak Valparioso belediye başkanlığını kazanması, herkes için uyarıcı bir etki yarattı.

Sosyal hareketlerden gelen yeni sol aktörlerin yükselişi, merkez sol (PS) ve sağın (PDC) çöküşüyle paralel biçimde gerçekleşti. Fakat bu noktada, yeni aktörlerin eskinin tam anlamıyla karşıtı olmadığını da tespit etmek gerekir. Yeni sol hareket, eskinin bir anti tezi değil, gelişmiş ve daha çağdaş bir formu olarak ortaya çıktı. “Concertación”u reddetmektense onun başaramadığını farklı bir yoldan gerçekleştirme iddiasındaydı. Bu nedenle de oradaki birikimi arkasına almayı başardı.

2000’lerin başlarında tüm Latin Amerika’yı sarsan halk hareketini Şili’de görmek için,2019 yılını beklemek zorundaydık. Pinochetçi Sebastian Piñera’nın 2018’de yeniden başkan seçilmesinin üzerinden bir yıl geçmeden ayaklanmanın patlak vermesi, önemli bir ayrıntı olarak önümüzde duruyor.

Hatırlanırsa 2011 öğrenci grevleri de aynı biçimde Piñera’nın seçilmesi sonrasında başlamıştı. Çünkü Pinochetçilik iktidarı aldığında, toplumun dizginlerini tutacak bir siyasal güç bulunmuyordu. Şili’de toplumsal hareketin patlaması, Sosyalist Partili Bachelet yönetimlerince frenlenebiliyordu. Pinochetçiliğin güvenlik politikaları ise bu yeni gelişen hareketi durdurmakta yetersizdi.

2019’da yine bir grup liselinin metro biletlerine yapılan küçük bir zammı protestosuyla başlayan eylemler, bir yıla yayılan ulusal çapta bir halk ayaklanmasına dönüştü. Sokaklarda çatışmaların en şiddetli olduğu zamanda, eylemlerin daha ilk ayında, mecliste yeni anayasa için partiler arası bir uzlaşma komisyonu kuruldu. Bu komisyon içinde Pinochetçi sağ partiler de vardı. Gabriel Boric, bu komisyonda sağla uzlaşma aradığı için solun bir kısmı tarafından “halkı satmakla” suçlandı.

Esasında 2019 sosyal patlamasına, yeni oluşumlar dâhil solun hiçbir kesimi önderlik etmedi. Sol-sosyalist parti ya da oluşumlar eğer Boric’in içinde bulunduğu uzlaşma komisyonunu saymazsak,süreci bir yerinden tutarak ama genelde izleyerek geçirdi.Örneğin yeni anayasa önerisi meclise getirildiğinde, Komünist Parti (PCCh), sokakta askerler halka müdahale ederken oylamaya katılmayı reddetti. Oysa Boric’in “FrenteAmplio” suinisiyatif alarak öneriye lehte oy verdi.

Kuşkusuz Pinochetçi sağın desteklediği bir anayasa süreci “muhafazakâr” ya da göstermelik bir reform olma riskini taşımaktaydı. Fakat meclis ve senatodaki aritmetik sağın destek vermediği bir anayasa sürecinin ilerleyemeyeceğini gösteriyordu.

Boric, bir yandan mecliste merkez solun görevini yerine getirirken diğer yandan sosyal taleplerin sözcülüğünü üstlendi. Bu noktada solu bir bütün olarak ardına almak için tek aday önerisiyle ortaya çıktı ve adayın ön seçimle belirlenmesi şartını kabul ettirdi. Solun adayını belirleyecek ön seçimde PCCh’ye karşı “Frente Amplio”nun adayı Boric kazandı. Böylece başkanlık seçimlerine gidilen süreçte tüm ayrımlarına rağmen solu bir cephe olarak taşıyacak “Aprueba Dignidad” ortaya çıktı. Bunun istisnası PS’nin seçimlerin birinci turunda kendi adayını çıkarmasıydı. Ama ikinci turdan bütün gövdesiyle Boric’e destek çıktı.Bu arada seçimlerden önce Anayasal reform sürecinin halk tarafından yüksek bir destekle onaylanması da Boric’i başkanlığa taşıyan önemli bir basamaktı.

“Aprueba Dignidad”ı oluşturan partiler-PCCh hariç- hepsi yeni kurulmuştu. Hepsinin liderleri 2011 öğrenci grevinde birlikte çalışmışlardı. PCCh ile de CamilaVallejo, IraciHassler, Karol Cariola gibi Komünist Gençlik liderleri üzerinden bir ilişkileri vardı. Şili Komünist Partisi (PCCh); içinden bazı devrimci akımlar çıkarmış, güçlü bir kurumsal geleneğe sahip, düzen içi, orta sınıf ve üzeri eğitimli kesimde etkili bir parti. Yeni dönemde dönüşümünü, partinin Komünist Gençlik teşkilatı üzerinden yakaladı.

Boric işte bu solun değişik kanatlarında temsil edilen genç liderlerle yakın, samimi bir ilişki geliştirdi ve başkanlık seçimlerinin yükünü onlarla paylaştı.Başkan seçildikten sonra açıkladığı hükümet kabinesinde de Boric’in bu görev dağılımını sürdürdüğü görüldü. Kabinede CamilaVallejodâhil3PCCh’li yer alırken, 2018’de kurulan CS’den 5, RD’den 2, PS kökenli 3, COM’dan 1 ve IzkiaSiches gibi stratejik konumda 7 bağımsız bakan koltuğuna oturdu.

Boric kabinesinde 2016’dan bu yana Merkez Bankası başkanlığı yapan, Dünya Bankası ve OECD eski yöneticisi Mario Marcel Hazine Bakanı olarak yer aldı. Sosyalist Parti kökenli Marcel sağcı Sebastian Piñera hükümetinde MB başkanlığı yapmıştı. Boric’in kabinesinde yer alanların çoğu 2011 sonrası yükselen sosyal hareketin liderlerinden biri, bir meslek örgütünün başkanı ya da önceki hükümetlerde tecrübesine herkesin saygı duyduğu kişiler.

Boric kabinesi,seçimlerin ikinci turu sırasında şekillendi. Hatırlanacak olursa Boric, birinci turda neosağcı rakibi Jose Antonio Kast tarafından 2 puan farkla geçilmişti. Kast, Şili’nin Bolsonaro’su olarak anılıyordu. Kazanması durumunda anayasal reform sürecini durduracak, sosyal hareketin taleplerini bastıracak önlemlere girişecekti. Katıksız bir Pinochetçi olan Kast, sermayeye daha da sınırsız bir alan açmayı vaat ediyordu.

Boric, birinci turda solun oylarını (%25) toplamıştı. Bu oran onu iktidara taşımaya yetmezdi. İkinci tur kampanyası sırasında Boric,seçmeni sandığa seferber edecek bir propaganda izledi. Kast’ın kazanması durumunda emekçilerin mevcut kazanımlarını yitireceğini ve Bolsonaro gibi kurumsal demokrasiyi krize sokacağını gösterdi. Bu durumda Şili sermaye açısından da istikrarsız bir ülke olacaktı. Örneğin Kast, şirketlerin vergilerini düşürmeyi vaat ediyordu. Boric buna karşılık vergileri düşürmenin kamu maliyesini zayıflatacağını, borcun artacağını ve hane halkı gelirinde düşmeye yol açacağını anlattı. Kast her halükarda,toplumsal ve kurumsal bir çatışmanın kapılarını aralayacaktı.

Sonuç olarak Boric, dengeli bir politikayla Kurucu Meclisin ilerici kesimlerinin tam desteğini yanına almayı, sağın ve sermayenin ılımlı kesimlerini Kast’ın büyük dengesizlikleri beraberinde getireceği konusunda ikna etmeyi başardı. Sandığa ilk turda oy vermeyen 1 milyon yeni seçmeni taşıması, zaferini belirledi.

Tabi bunların yanı sıra,toplumun yeni kültürel şekillenmesine uygun bir vitrinle halkın karşısına çıktı. 9 çocuk sahibi Kast’ın erkek egemen profiline karşı Boric, Katolik kimliği güçlü Şili tarihinin nikâhsız eşiyle yaşayan ilk devlet başkanı olarak seçilmeyi başardı. Boric’in seçim kahramanlarının tümü yükselen kadın hareketinin militanlarıydı.

Ayrıca Nikaragua, Venezuela gibi ülkelerdestatüko halini alan yönetimlerle arasına net bir mesafe koyarak kendini eski tartışmalardan uzak tuttu. Dinamik, çağdaş, eşitlikçi, aydın, mütevazı ve demokrat bir lider olarak saygı uyandırdı.

Boric yazının başlangıcında sıraladığım üç aşamayı doğru değerlendirdi: Sokakta halkın somut taleplerini asgari bir reform programı haline getirerek ve ulusal siyasetin gereği mecliste sağla müzakereden kaçınmayarak liderliğini kabul ettirdi. Ve ne kadar güçlü pozisyonda olursa olsun siyasetin tek taraflı bir eylem olmadığını aklından çıkarmadı.

Yorum bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir