Türkiye, insanların açlıkla sınandığı bir ülke olamaz!
Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizini yaşıyor. 1980’lerden bu yana uygulanan neoliberal ekonomi politikalarıyla Türkiye, emperyalist devletlerin sömürü ve yağmasına ardına kadar açıldı. Özelleştirmelerle devlet, ekonomik operasyonlar karşısında kendisini savunma olanaklarından yoksun bırakıldı. Ülkenin kaynakları, akıl almaz bir savurganlık ve yandaşları zenginleştirme politikalarıyla heder edildi. İhvancı dış politikanın sonucu; bir yandan PKK ve Selefîci terör tehdidinin devam etmesi, öte yandan ülkeye yığılan milyonlarca mülteci oldu.
Bu ve benzer politikaların sonucunda ülkemizde kişi başına düşen milli gelir, tam sekiz yıldır üst üste gerilemektedir. Kişi başına düşen gelir sıralamasında Türkiye 1989 yılında 49. sırada iken 2019 yılında 74. sıraya 2021 yılında 78. sıraya, 2022 yılında ise 81. sıraya gerilemiş durumdadır. Ekonomik büyüklük açısından 20 yıl önce dünya ülkeleri içinde 17. sırada iken bugün 23. sıradadır. (Kaynak: IMF)
Son 30 yıl içinde Türkiye’yi yöneten iktidarlar, Cumhuriyet’in kuruluşundan sonraki yarım yüzyıl içinde yarattığı ekonomik varlıkları satarak ya da doğrudan kapatarak, emperyalistlerin milli ekonomimizi yıkım projesini hayata geçirdiler. Bu konuda şampiyon açık ara AKP iktidarıdır. Özelleştirmelerin yüzde 89’u son 20 yıllık AKP iktidarı döneminde yapılmıştır.
Gelinen aşamada AKP iktidarının krize bulduğu “çözüm”; Türk lirasının değerini düşürerek, ülke içinde üretim maliyetlerini azaltmak ve böylece ihracatı artırarak döviz bulmaktır. Serbest piyasa sistemi içinde faizleri düşürmek ve bunu da dini referanslarla yapmak, tam da AKP zihniyetine yakışıyor.
Türkiye; ‘Allah sizi açlıkla, yoklukla; malınız ve canınızdan eksiltmeyle sınıyor’ diyen bir Cumhurbaşkanı ile;
‘Ekonomi krize girerse sen en fazla işini kaybedersin ama ben, bin kişinin çalıştığı işyerimi’ diye düşünebilen bir ekonomi Bakan’ı tarafından yönetiliyor.
Böyle bir Cumhurbaşkanı ve böyle bir Bakan, Halk Ekmek kuyruğunda sıraya girmiş 80 yaşındaki yurttaşın neden ağladığını anlayamaz!
Kısacası, AKP iktidarı yaşadığımız krizin nedenidir, dolayısıyla bu iktidardan bir çözüm beklemek boşunadır. İçinde bulunduğumuz Neo liberal Atlantikçi Sistem içinde bulunabilecek bir çözüm de yoktur.
AKP, 20 yıllık iktidarı boyunca önce Cumhuriyet’in yarattığı ekonomik değerleri yağmaladı. Son olarak geldiğimiz nokta, Türkiye’nin vücudunun satılmasıdır. Körfez şeyhlikleri başta olmak üzere petrol zengini Arap ülkeleri ile son zamanlarda düzeltilen ilişkiler, seçime kadar iktidarı götürecek sıcak parayı bulma amaçlıdır. Nitekim Suudi Arabistan’ın beş milyar dolarını Türkiye Merkez Bankasına yatıracağı, Birleşik Arap Emirliklerinden ise 10 milyar dolarlık bir kaynak yaratılması için yapılan görüşmelerde sona gelindiğinin haberleri basında yer aldı. Bütün bu “kaynak”ların neyin karşılığı olarak geldiğini tahmin etmek çok güç değil. Kısacası AKP, “seçimden sonrası tufan” mantığı ile ekonomiye bakıyor. AKP’nin eski Rize milletvekili Şevki Yılmaz; 15 Aralık 2021 tarihinde Akit TV’nin “Kürsü” programında aynen şu ifadeleri kullandı: “Ülkenin geleceğini ipotek altına alacak her türlü harcamayı yapmalı. Hazinedeki 700 ton altını ve diğer varlıkları harcamalı ve seçimi kazanmalıyız. Kazanamazsak bile arkadan gelenler tufan yaşasın!”
Evet, AKP seçimlere, gerçekten de tamamen bu bakış açısıyla yaklaşıyor!
AKP iktidarı aynı zamanda, Cumhuriyet tarihinin en büyük yağma ve soygunları anlamına geliyor. Bundan 20 yıl önce hiç kimsenin adını bilmediği kişi ve şirketler şu anda Türkiye’nin en büyük zenginleri arasında yer alıyorlar. Hiçbir ölçü ve kural tanımadan her yolla milletin kaynaklarını yandaşlara aktarmak, AKP için adeta iktidar olmanın esas amacı olmuştur.
Bütün bu uygulamaların doğal sonucu her geçen gün krizin daha da ağırlaşması olmaktadır. Yaşadığımız kriz Cumhuriyet döneminin en ağır krizi olmasının yanı sıra, daha önce yaşadığımız krizlerde (1958, 1979, 1994, 2001 vd.) yapıldığı gibi, bazı düzenlemelerle yeni bir düzlemde yola devam etmenin mümkün olmadığı bir krizdir.
Maliye Bakanı Nureddin Nebati 2 Aralık 2021 günü göreve gelmişti. Çıktığı ilk televizyon programlarından birinde “Hani şöyle hayal edersiniz ya ‘gözlerimi kapatsam da altı ay sonra açsam’… gözlerinizi kapatıp altı ay sonra açabilseniz her şeyin değiştiğini, iyiye gitmiş olduğunu göreceksiniz.” şeklinde konuşmuştu.
Bu konuşmanın üzerinden altı ay değil bir yıl geçmiş bulunuyor. Nebati’nin bu konuşmayı yaptığı tarihte dolar 12 lira, mazot 11 lira ve enflasyon TÜİK verilerine göre yüzde 36 idi.
Bugün (13 Kasım 2022 itibariyle) dolar 18,6 lira, mazot 26,5 lira ve enflasyon TÜİK verilerine göre yüzde 85 kadar.
Gazetelere bakıyoruz; Hazine Mart 2022’de yüzde 8,6 faizle 2 milyar dolar borçlanmış, Kasım 2022 başında gerçekleşen son borçlanma 1,5 milyar dolar ve yüzde 10 faizle gerçekleştirilmiş.
Dünyada, Arjantin’den sonra dolar borçlanmasına en yüksek faizi veren ikinci ülkeyiz.
Tayyip Erdoğan 30 Kasım 2021 günü yaptığı konuşmada; “Yeni ekonomi modeliyle yüksek faiz vererek sıcak para çekme politikasını elimizin tersiyle itiyoruz. Düşük faizle üretimi ve ihracatı destekleyeceğiz” demişti.
Bu sözlerin üzerinden de bir yıl geçti. İktidarın bütün yaptığı Merkez Bankası’nın politika faizini düşürmede ısrar etmek, böylece bankaların Merkez Bankası’ndan düşük faizle borçlanmasını ama üreticiye (sanayi ve tarıma) eskisi gibi yüksek faizle para vermeye devam ederek kârlarını katlamalarını sağlamak oldu. Türkiye’de bankalar, 2022 yılının ilk on ayında kârlarını yüzde 400 artırdılar. Ama üretimin desteklenmesini bir yana bırakalım, gerek tarımda gerekse sanayide üreticilerin, üretim yapmada zorlandıkları bir gerçek.
Tayyip Erdoğan bir yandan “Türkiye’yi IMF borcundan kurtardık” diyerek bu kuruluşa olan 25 milyar borcun sıfırlanmasını her vesileyle söylüyor ama öte yandan iktidara geldiklerinde Türkiye’nin toplam olarak 130 milyar olan dış borcunu, bugün 450 milyar dolara çıkarmış oldukları gerçeği üzerinde hiç durmuyor.
Ekonomik durum üzerine başka verilere bakmaya gerek yok. Yaşanmakta olan Cumhuriyet tarihinin en ağır krizi karşısında AKP iktidarı, çaresizdir.
Ekonomik krizi çözme konusunda aciz kalan bir iktidarın devam etmesi de mümkün değildir.
Sadece AKP değil bütün Sistem Partileri, kriz karşısında çaresizdir. Nitekim, Cumhur İttifakı’na karşı sistem içi alternatif durumunda olan Millet İttifakı’nın en büyük Partisi CHP liderinin ABD gezisinden sonra çıktığı İngiltere gezisinde Londra’daki tefecilerle Türkiye’nin derdine derman aramaya çalışması, çözümsüzlüğün ötesinde trajikomik bir durumun ifadesinden başka bir şey değildir. Türkiye’nin bugüne kadar uyguladığı Neoliberal politikaları sürdürerek bulabileceği bir çözüm bulunmuyor.
Çözüm; Mustafa Kemal Atatürk’ün halkçı, devletçi, planlı karma ekonomi modelini bugüne uygulamadadır.
Krize çözüm programı
Koşullar bugün, 1930’ların dünya ve Türkiye koşulları ile kıyaslanmayacak ölçüde elverişlidir. 1930’larda dünyada yükselen akım faşizmdi. Bugün ise Türkiye’nin de bir parçası olduğu gelişmekte olan dünya ve Asya yükseliyor. Emperyalizmin işbirlikçileri her yerde kaybetme sürecindeler. Emperyalizmin doğal müttefiki olan siyasal İslam ise son neoliberal saldırı döneminde gelişmesinin doruğuna ulaştı ve şimdi bütün İslam ülkelerinde gerileme içinde. Kısacası gerek bütün dünyada gerekse Türkiye’de nesnel koşullar; karşı devrimin değil, devrimin lehinedir.
1930’larda 11 yıl aralıksız devam eden savaşlardan çıkmış ve harabeye dönmüş, yetişmiş insan gücünü önemli ölçüde kaybetmiş olan bir ülke söz konusuydu. Bugün ise 85 milyonluk, genç nüfusu Batılı kapitalist ülkelerle kıyaslandığında oldukça fazla, sanayi alt yapısı önemli ölçüde gelişmiş ve yetişmiş insan gücü açısından Batı Asya’nın en önemli devleti durumunda olan bir ülkeyiz.
1930’larda Atatürk, Bölge Merkezli Dış Politika anlayışının gereği olarak Balkan ve Sadabad Paktlarını hayata geçirmeye çalışmıştı ama elverişli olmayan dünya koşulları, patlayan 2. Dünya Savaşı ve ardından Türkiye’nin Atlantik kampına dahil olmasıyla bu birlikler hayata geçirilemedi. Bugün ise dünya, “Bölgesel Birlikler Dünyası” (Çok Kutuplu Dünya) olma yolunda hızla ilerliyor. Türkiye’nin de içinde olacağı Batı Asya Birliği – ilk başta Türkiye, İran, Irak, Suriye, Azerbaycan, KKTC, Lübnan olmak üzere – hemen hayata geçirilebilir. Bu konuda bütün bölge ülkelerinde olumlu bir yönelim vardır. Bütün mesele Türkiye’nin bu konuda bir irade ortaya koymasında düğümlenmiş durumdadır. Sosyalist Cumhuriyet Partisi, ekonomik krize çözüm programını işte bu koşulları göz önüne alarak hazırlamıştır.
SCP’nin, ekonomik krize çözüm programının başlıca maddeleri şunlardır:
- Kontrollü kambiyo rejimine geçilecek, emperyalist tekellerin, yabancı ve yerli fırsatçıların, Türk lirasının değeri ile oynayarak yaptıkları vurgunlar önlenecektir. Hatırlanacağı üzere 28 Eylül 2021 günü 8,82 TL olan dolar kurunun, 20 Ekim’de 18 liraya fırlaması ve ardından yapılan bir müdahale ile 12 liraya düşürülmesiyle bir ay gibi kısa bir süre içinde gerek yükselişte gerekse düşüşte milyarlarca doları alıp satarak ülkenin kanını emen yabancı ve yerli para spekülatörlerinin büyük soygunu ancak böyle önlenebilecektir.
- İç piyasada yabancı paraların kullanımı yasaklanacaktır. Piyasada hangi parakullanılıyorsa, ekonominin gerçek yönetimi o paranın sahibi olan ülkenin elindedir. Bu gerçek, en temel ekonomi bilgisidir. Türkiye’de, Haziran 2022 itibariyle bankalardaki mevduatın yüzde 57’si döviz cinsindendir ki bu oran bilindiği üzere iktidarın döviz cinsinden olan mevduatın Türk lirasına çevrilmesi konusunda sunduğu son derece elverişli olanaklara rağmen böyledir. Sadece bu gerçek bile Türkiye ekonomisinin yönetiminde dolar ve avro sahiplerinin ne kadar söz sahibi olduklarını göstermeye yeter. Onun için milli bir ekonomi politikasının ilk tedbirlerinden biri, bu konuda devrimci bir adım atmak olmalıdır. Vatandaşın dolar ve diğer yabancı paralar üzerinden olan mevduatları, rayiç bedel üzerinden Türk lirasına çevrilecektir. Türk lirasının kayıtsız şartsız egemenliği sağlanacaktır.
- İstanbul Menkul Kıymetler Borsası kapatılarak üretim ekonomisine katkı sunan bir kuruluş olması için yeniden yapılandırılacak; Borsa’nın, uluslararası bir kumarhane gibi çalışması önlenecektir. Ekonominin Cumhuriyet tarihinin en olumsuz koşullarını yaşadığı son aylarda, Borsa endeksinin sürekli yükselmesinin, bazı şirketlerin hisselerinin anormal bir şekilde değer kazanmasının ekonomi ölçüleri içinde açıklaması yoktur. Ama borsa işlemlerini bir kumarhane mantığı yürütme olanağı varsa, bu anormallikler ikide bir kaçınılmaz olarak yaşanır.
- İçinde olduğumuz Gümrük Birliği tek yanlı bir bağlanma biçimindedir, ulusal çıkarlarımıza aykırıdır. Avrupa Gümrük Birliği’nden çıkılacak, böylece ekonomide ulusal çıkarlara uygun politika izlemek mümkün olabilecektir. Türkiye, tam 60 yıldır AB kapısında bekletilmektedir. Bu yetmiyormuş gibi tam 27 yıldır AB Gümrük Birliğine dahil olmuş durumdadır. Türkiye AB üyesi olmadan, Gümrük Birliği’ne alınmış olan tek ülkedir. Bu durum bugün yaşadığımız krizin en önemli nedenlerinden biridir. Çözüm AB’ne üyelik başvurusunu geri çekmekte ve “AB Gümrük Birliği”nden çıkmadadır.
- Muhatap ülkelerle görüşülerek dış ticaretin, karşılıklı olarak ulusal paralarla yapılması sağlanacaktır. Amaç, dış ticarette dolara bağımlı olmaktan ekonomimizi kurtarmak, Türk lirasının uluslararası ticarette değerlendirilebilen bir para olmasını sağlamaktır. Koşullar elverişlidir. Hâlihazırda gelişmekte olan dünya ülkelerinde çok sayıda ülke, bu yönde adımlar atmaya başlamıştır. Son olarak Çin ve Rusya’nın aralarındaki ticarette ulusal paralarını kullanmaya karar vermeleri dünya ölçeğinde sonuçları olacak bir gelişmedir. Türkiye de komşularıyla olan ticari ilişkilerinden başlayarak Türk lirası ve muhatap ülkenin parasını kullanmaya geçmelidir.
- Lüks ithalat yasaklanacak, lüks tüketim ve gereksiz harcamalara son verilecektir. Ülke derin bir kriz içindeyken Cumhurbaşkanı’nın 13 özel uçağı olamaz. Diyanet İşleri Başkanı özel uçakla yabancı ülkelere geziler yapamaz. Hiçbir resmi görevi olmayan devlet yöneticilerinin kadınlarının resmi korumaları, özel kalemleri olamaz, yaptıkları gezilerin masrafları devlet tarafından karşılanamaz. Devlet kurumlarında yönetici mevkilerinde olanlar birden fazla yerden maaş alamaz. Tasarrufa Cumhurbaşkanı’nın harcamalarından başlanacak, Beştepe’deki saray boşaltılarak Çankaya’ya taşınılacak, devlet yönetiminde bulunanların ve milletvekillerinin birden fazla yerden maaş almaları yasaklanacak, lüks makam aracı saltanatına son verilecektir.
- Türkiye’de üretilen tarımsal ve sınai malların ithali, yüksek gümrük vergilerine bağlanarak yerli üretici korunacaktır. Özellikle yerli üreticilerin ürünlerinin piyasaya çıkış tarihlerinde, düşük ve hatta bazen sıfır gümrükle yapılan ithalat, Türkiye’deki üretimi baltalamaktan başka anlama gelmemektedir.
- “Nereden Buldun Yasası” yeniden işler hale getirilerek hortumcunun malına el konulacak, yağmalanan kamu kaynakları ulusal ekonominin geliştirilmesi için kullanılacaktır. Ayrıca gelir dağılımında yaşanan büyük bozulma, bir seferliğine uygulanacak servet vergisini zorunlu kılmaktadır. Böylece sağlanacak kaynaklar üretimin geliştirilmesi için değerlendirilecektir.
- Ekonomide stratejik öneme sahip kuruluşlar kamunun elinde olacaktır. Elektrik, akaryakıt, doğalgaz, haberleşme, eğitim, sağlık gibi emekçi ve dar gelirli yurttaşların hayatını doğrudan ilgilendiren kurumlar özel sektörün kâr konusu yapılamaz. Bu kurumlardan özelleştirilmiş olanlar yeniden kamulaştırılacaktır. Böylece devlet, halkın en temel ihtiyaçlarını en ucuz şekilde karşılayabilecek ve aynı zamanda ekonomiye, milli çıkarlar ve halkın lehine, gerektiğinde müdahale edebilmek için en önemli “iktisadi araca” sahip olacaktır. Bütün halkın sağlıklı konutlarda yaşamasını sağlamak devletin öncelikli görevlerinden biridir. Konut kiraları emekçi maaşının beşte birinden fazla olamaz.
- Milli sanayici korunacak, üretici desteklenecektir. AKP iktidarının bugün Orta Çağ’ın ihyası için ayırdığı devasa kaynaklar, Türkiye’nin geleceğinin inşasında kullanılacaktır. Böylece milli gelirden AR-GE çalışmalarına ayrılan kaynaklar adım adım artırılabilecek ve bu konuda ilk elde, bugün en ileride olan ülkelerin sevisine çıkmak ve giderek en önde olmak mümkün olabilecektir. Kamu mallarının yağmalanması ve israflar, etkin tedbirlerle önlenerek tasarruf edilen kaynaklar sanayide ve tarımda üretimin geliştirilmesi için harcanacaktır.
- Eğitim ve sağlık parasız hale getirilecektir. İlkokuldan başlayarak üniversiteye kadar her düzeyde eğitim olanağını bütün yurttaşlara eşit ve parasız olarak sağlamak devletin görevidir. Sosyalist Cumhuriyet Partisi, genç kuşakların ülkesine bağlı olarak ve sağlam bir yurtseverlik ve yurttaşlık bilgisiyle doğru bir şekilde eğitilmesinin, ülke kalkınması açısından hayati önemde olduğu bilinciyle hareket eder.
- Şam ile derhal el sıkışılacak, ABD’nin Fırat’ın doğusunda kurmak istediği “Terör Devleti”, Suriye başta olmak üzere bölge ülkeleri ile iş birliği yapılarak dağıtılacak, ülkemizde bulunan mültecilerin güven içinde ülkelerine dönmeleri sağlanacaktır. Böylece tasarruf edilen kaynaklar ekonomik kriz ile mücadeleye ve ülke kalkınması için gerekli yatırımlara ayrılacaktır.
- Orta vadede Türkiye’nin hedefi, Batı Asya Birliği’nin hayata geçirilmesi olacaktır. Batı Asya, halihazırda dünya enerji rezervlerinin yüzde 40’ına sahiptir. Bütün dünya sanayisinde giderek daha önem kazanan bor, toryum, krom gibi stratejik öneme sahip maden rezervleri de büyük oranda ülkemizde olmak üzere bölgemizde bulunuyor. Elverişli iklim koşulları ve coğrafi özellikleri ile Batı Asya, sadece kendisini değil bütün Avrupa’yı besleyecek potansiyele sahiptir. İnsanlığın yerleşik hayata, üretime ve uygarlığa geçişinin gerçekleştiği yer olması dolaysıyla Batı Asya, 12 bin yıllık eşsiz bir tarihi mirasa sahiptir ve bu da tarih turizmi açısından bölgemizi ve özellikle ülkemizi benzersiz kılmaktadır.
Batı Asya bütün bu artılarıyla ekonomik gelişme açısından sadece Türkiye’ye değil, bölge ülkelerine de eşsiz olanaklar sunmaktadır. Türkiye’nin de bir parçası olduğu Batı Asya Birliği, krizleri önlemenin de ötesinde ekonomik olarak dünyanın en müreffeh bölgelerinden biri olabilecek potansiyele fazlasıyla sahiptir.
Batı Asya Birliği aynı zamanda, emperyalist müdahalelerin önünü almanın, terör sorununu köklü olarak çözmenin hem Türkiye’de hem de bütün bölgede barışı gerçekleştirmenin yolunu açacaktır.
Türkiye yükselmekte olan Asya uygarlığının bir parçasıdır. Batı Asya Birliği; Türkiye ve Birlik içinde yer alacak diğer komşularımızın hep birlikte; insanlığın tarım ve hayvancılığa geçtiği, Uygarlık Devrimi’ni gerçekleştirdiği ve devlet örgütlenmesine ilk olarak ulaştığı topraklarda; tarih içindeki yürüyüşte binlerce yıl en önde olduğu konumuna yeniden yükselmesi anlamına gelecektir. Batı Asya Birliği aynı zamanda dostumuz ve kardeşimiz olan komşu ülkelerle birlikte Asya’nın geri kalan ülkeleri ile de daha yakın ilişkileri geliştirmenin ilk adımı olacaktır. Yükselen Asya’nın bir parçası olmak, ekonomik krizlere karşı da en etkili politikayı benimsemek demektir.
Ne ABD ne AB; tam bağımsız Türkiye!
Özelleştirme değil, kamulaştırma!
Dolar yasaklansın, Türkiye’de Türk Lirası!
Hortumcunun malına el konacak!
Lüks ithalat yasaklanacak, milli sanayici ve üretici desteklenecek!
Avrupa Birliği’ne üyelik başvurusu geri çekilecek!
Şam ile derhal el sıkışılmalı, mültecilerin güven içinde ülkelerine dönmeleri sağlanmalı!
Çözüm; Kemalist devrimin halkçı-devletçi, planlı karma ekonomik modelini günümüze uygulamada!
Çözüm yükselen Asya’da, çözüm Batı Asya Birliği’nde!
Yaşasın tam bağımsız, demokratik, üreten, başı dik Türkiye!