Bir Harf Kaç Lira ?

“Öğretmen kutsaldır…”

Ali Rıza Binboğa’yı bilirsiniz, o halde “İlk Öğretmen”i de hatırlayacaksınız:

 “İlk öğretmenin kim senin, kim öğretti alfabeyi? 

Bir harf için kırk yıl köle olunuyorsa, 

Yirmi dokuz kere kırk yıl kölesiyiz öğretmenin! 

Öğretmen kutsaldır ana gibi, 

Öğretmen kutsaldır baba gibi…”

Tabi, o zamanlar daha 70’li yıllardır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 26. maddesinde “Herkes eğitim hakkına sahiptir. Eğitim, en azından ilk ve temel eğitim aşamasında parasızdır. İlköğretim zorunludur.” biçiminde ifade edilen eğitimin; henüz insan için hak, devlet için ödev olmaktan tam olarak çıkmadığı yıllardır. 

Piyasa ve Yeni Orta Çağ

“Tam olarak” dememiz şundandır: O yıllarda dünya sermayesi azalan kâr oranları nedeniyle derin bir kriz içindedir ve kriz emekçi halka yönelik yeni saldırılarla aşılmaya çalışılmaktadır. Bulunan çare; sağlık, barınma, beslenme, eğitim gibi temel insan haklarıyla ilgili devlet hizmetlerinin sermaye sınıfına yeni kâr olanakları biçiminde açılmasıdır. Yeni liberal politikalar, kamu hizmetlerinde hızlı bir yerelleştirme ve özelleştirme uygulamalarına hayat vermektedir. Süreç, kapitalizmin egemen ilişki biçimi olduğu tüm ülkelerde, mekanizmaları farklılaşmakla birlikte etkileri ve sonuçları benzer pratiklerle sürmektedir. ‘Yeni Orta Çağ’ ise sürecin ideolojik ve kültürel boyutudur. 

24 Ocak – 12 Eylül

Türkiye özelinde de durum yukarıdakinden farklı değildir. Ülkemizde sürece, “24 Ocak kararları”yla ekonomik bir biçim verildi ve 8 ay kadar sonra da “bizim oğlanlar”ın sopası olan 12 Eylül 1980’le ideolojik ve metazori bir çerçeve çizildi. 

Burada kavranması gereken temel nokta, ‘24 Ocak’ın ‘12 Eylül’süz uygulanmasının olanaksız olduğuydu.

Piyasa – İdeoloji

24 Ocak piyasa, 12 Eylül gerici ideolojidir. Bu, bir paranın iki yüzü gibidir. Böyle olduğu anlaşılmazsa bugün, eğitimin özelleştirilmesi ile içeriğinin bilimden koparılarak gericileştirilmesinin birlikte yürütülmesi de anlaşılmaz. Bunun altını çizmemizin nedeni, eğitimde olup bitenler karşısında sol muhalif çevrelerin sorunu genellikle eksik kavradıklarının gözleniyor olmasıdır. Bir taraf, bir sorun olarak eğitimin sadece özelleştirilmesine vurgu yapmakta ve örneğin öğretmen ve öğrencinin türbanını “özgürlük, demokrasi” ve hatta “eşitlik” olarak ele alabilmekte; diğer taraf ise laiklik vurgusuyla sınırlanıp eğitimin piyasaya açılmasını es geçebilmektedir.

Oysa eğitim, bir yandan kamu hizmeti olmaktan çıkarılıp sermaye için yeni bir kâr alanı kılınmış ve halkın eğitim hakkı elinden alınmış; diğer yandan içeriğinin Cumhuriyet aydınlanmasından koparılarak gericileştirilmesiyle çağdaş bilimden, laik düşünüşten uzaklaştırılmıştır. 

Piyasalaştırma Kurumları

MEB, YÖK, TÜSİAD eğitimin ticarileşmesi üzerine çalışan üç kurumdur. Öteden beri süregelen dershaneciliğin ve özel okulculuğun yaygınlaştırılıp kamusal eğitimin yıkılması ve içeriğinin imam hatipleştirilmesi MEB’in görev alanındadır. 

YÖK daha 1994’te TÜSİAD için hazırladığı raporda “yarı kamusal” eğitimi tanımlamış ve “Eğitim yarı kamusal bir hizmet-mal olduğuna göre bu hizmetten yararlananlar hizmetin karşılığını ödemek zorundadır.” demişti.

“Meslek lisesi memleket (Sermaye M.P.) meselesi” diyen TÜSİAD, kamu meslek liselerinde kendine ait atölyeler, sınıflar açarak burnunu soktuğu eğitimde, MEB’e yaptığı okulları geri alıp işletme noktasına kadar geldi. 

Piyasalaştırma Araçları

MEB, 2010’da Millî Eğitim Bakanlığı’nın teşkilat ve Görevleri Hakkında çıkarılan kararnameyle görev tanımını değiştirmişti: “…küresel düzeyde rekabet gücüne sahip ekonomik sistemin gerektirdiği bilgi ve becerilerle donatmak.” 

Japonya’da fabrikalarda uygulanmak için geliştirilen, kârlılık ve verimlilik odaklı Toplam Kalite Yönetimi’nin bir parçası olan performans değerlendirme dizgesi de eğitimin piyasalaşmasının bir başka aracı oldu.

Bu alanda Talim Terbiye Kurulu’nun ve müfettişlik kurumunun tasfiyesi gibi daha birçok araç sayılabilir; ama galiba en önemlisi sınav odaklı bir eğitim kurgusudur ki piyasalaşmaya sosyolojik ve psikolojik bir meşruiyet kazandırmaktadır.

Kapitalizm budur ve olan biten bir programın uygulanmasıdır. Şimdi performans temelli bir hiyerarşi kuran “Öğretmenlik Meslek Yasası” ile program tamamlanmaktadır. Yeniden halkçı ve cumhuriyetçi bir eğitim dizgesi kurulacaksa, yıkıma işte buradan başlanacak!

“Öğretmen kutsaldır ana gibi, 

Öğretmen kutsaldır baba gibi…”

Ama hangisi “uzman” mı “başöğretmen” mi?

Yorum bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir