Türk Tarımı

14 Mayıs Dünya Çiftçiler Günü olarak kutlanmaktadır. Gün dolayısıyla tarım ve hayvancılığın paydaşları bazı etkinlikler düzenlemekte ve açıklamalar yapmaktadır. Gerçi tarım ve hayvancılık; her mevsimin her ayında, her ayın her gününde ve her günün her saatinde devamlı yapılan faaliyetler olduğu için çiftçiye “her günün her saati” adanmalı ve onların değeri bilinmelidir. Ayrıca açıklama yapmak ve konuşmak artık yeterli değildir. Çiftçiler çok daha fazlasını hak etmektedir.

Ülkemizde son yıllarda tarım ve hayvancılık (gerçekte üretim) gözden düşürülmüş ve itibar kaybına uğramıştır. Üretim yerine ithalat, rant ve ticari faaliyetler daha ön plana çıkarılmıştır. Hal böyle olunca alın terinin karşılığını alamayan ve insanca yaşamaya yetecek geliri elde edemeyen çiftçiler, önce farklı sürelerle mevsimlik/geçici işlerde çalışmaya başlamış ardından tamamen üretimden kopmaya yönelmiştir. Her zaman tekrarladığımız gibi halen istihdamın yaklaşık yüzde 18’ini karşılayan tarımdaki insanların yaş ortalaması 55-56’ya çıkmıştır. Ülkedeki bütün canlıları doyurmaya ve giydirmeye çalışan tarım ve hayvancılık sektörünün GSMH içindeki payı yüzde 5 seviyesine inmiş ve bir çiftçinin milli gelirden aldığı pay diğer kişilerin üçte biri oranında seyretmeye devam etmektedir (Kişi başına düştüğü söylenen milli gelir payının ancak üçte biri çiftçiye düşmektedir.). Bütün olumsuzluklara rağmen üretimde kalmaya çalışan çiftçilerin ÇKS kayıt sistemindeki sayısı 2 milyon civarındadır. Daha kötüsü SGK sistemi içinde kalan çiftçi sayısı 540 binlere kadar gerilemiştir. Burada SGK sistemine dahil olamayan kişiler kayıt dışı çalışmaya örnek değil, göz ardı edilmiş ve pek hatırlanmayan kişiler olarak ülkemizin eksi hanesine yazılması gereken bir ayıp tablosudur.Küçük aile işletmesinde 2-4 kişiden ancak bir kişi (o kişi de anne ve çocuklar değil genelde ‘baba’ olmaktadır) SGK sistemine dahil olabilmektedir. Onun primlerinin ödemesi de genelde zamanında yapılamamakta ancak emeklilik yaş olarak hak edildiği süreçte borçla/krediyle prim borçlarıkapatılarak emeklilik elde edilmeye çalışılmaktadır.

Ne sürdürülebilir bir düzen ama!

Düzenli açıklanan raporlara göre üretici fiyatları ile market fiyatları arasındaki fark, istikrarlı şekilde açılmaya devam etmektedir. Gıda ürünleri ortalama 4-6 misli fiyat artışı ile üreticiden tüketiciye ulaşmaktadır. Başka bir deyişle bir çiftçi bir tüketicinin ödediği paranın %20-25’ini ancak alabilmekte kalan büyük kısım değişik aşamalarda değişik kişilerce paylaşılmaktadır.  Girdi fiyatları sürekli artmakta ve çiftçi kendisine sunulan ürünleri sunulan fiyatlarla almak zorunda kalmaktadır. Çiftçi, ürettiği ürünün fiyatı üzerinde de mutlak söz hakkına sahip değildir. Örneğin süt fiyatlarını ve buğday fiyatlarını belirleyemez. Özellikle tarımsal KİT’lerin işlevsiz hale geldiği günümüzde çiftçiyi koruyacak pek örgüt, kurum ve mekanizma kalmamıştır. Çiftçilerimiz resmiyette bazı oda, üretici örgütleri ve kooperatiflere üye/ortak olsa da gerçekte/uygulamada örgütsüz ve sahipsizdir.

Pandemi, savaş, yanlış karar/uygulamalar ve ekonomik kriz dolayısıyla ülkemizin tarımsal üretim gücüne rağmen gıda egemenliğimizi kaybetmeye başladık. Bizim coğrafyamızda ve koşullarımızda gıda egemenliği bağımsızlıkla birebir ilişkilidir. Öyle ki “paramız olsa dahi”(!) buğday ithalatı yapamaz hale geldik. Bağımsızlığımızın ve geleceğimizin temel taşları arasında yer alan tarım ve dolayısıyla “milletimizin gerçek efendileri” çiftçiler için yapılması gerekenler vardır. Her şeyden önce bir günlük anma/kutlama işin boyut ve ciddiyetini tam anlamıyla ortaya koymamaktadır. Toprağını ve insanını için düşünen, bağımsız ve aklı başında kişi ve grupların atması gereken adımlar ve ortaya koyması gereken yaşamsal mücadeleler vardır. 19 Mayıs 1919’da olduğu gibi tarihsel bir süreçten geçiyoruz. Bu süreci geçiştirme ve kendi haline bırakma seçeneğimiz kalmamıştır.

II

Tarım özü itibarıyla üretim odaklıdır. Bir çiftçi “üretici” ve “yetiştirici” olarak üretim faaliyetlerinde bulunur.  Gerek bitkisel üretim ve gerekse hayvansal üretim için üretim faktörlerini bir araya getiren kişiye çiftçi (üretici/yetiştirici) denir. Hayvancılığı da kapsamak üzere tarımda temel üretim faktörleri şunlardır; doğal kaynaklar, sermaye, emek ve çiftçi. Doğal kaynaklar, toprak başta olmak üzere üretimin gerçekleşmesi için gerekli olan doğa kaynaklı şeyleri ifade eder. Sermaye, üretim için gerekli parayı anlatır. Emek ise üretim faaliyetlerine dahil edilen insan gücünü ifade eder. Çiftçi ise tüm bu faktörleri bir araya getirerek üretim yapan kişidir. Tarım genelde aynı kişinin(ailenin) emek ve sermayesini ortaya koyduğu emek yoğun bir sektördür.

Üretim ise en basit anlatımla topraktan veya hayvanlardan bir şey elde faaliyetleridir. Üretim olabilmesi için üretim girdilerine ihtiyaç vardır. Tarımda başlıca üretim girdileri; tohum, gübre, enerji, işgücü vb. gibi şeylerdir. Üretimde belirli bir süreç sonrası elde edilenlere (çıktılara) ürün denir. Çiftçi, bu ürünlerin satışları ve takasları yoluyla gelir elde eder ve hayatını sürdürür. En basit anlatımla bir çiftçi ortaya koyduğu sermaye, emek ve diğer kaynakların karşılığında belirli bir gelir elde etmek zorundadır. Ortaya konan bu kaynakların toplamı maliyeti oluşturur. Maliyetlerin üzerinde gelir elde edilmesi halinde çiftçi kazançlı sayılır. Aksi halde zarar etmektedir.

Bu noktaya kadar anlatılan şeyler tarımsal üretimin işleyişini özetlemektedir.

Tarım ve tarımsal üretim, son yıllarda, itibarsızlaştırılmıştır. İtibarsızlık; sahipsizliği, istismarı, sömürüyü, yeterli desteği görmemeyi, yoksunluğu ve yoksulluğu kapsamaktadır.  Bunun sonucu olarak tarımdan kopuşlar devam etmektedir. Büyük tarımsal üretim gücü olmamıza rağmen ülkemizde yeterli seviyede üretim yapılamamaktadır. Üretim açıkları ise belirli ve organize bir grup tarafından artan miktarlarda ithalat ile kapatılmaya çalışılmaktadır. İthalat, genelde, ülkemizde ürün bollaşması sonucu fiyatların düşmesi ile sonuçlanmamaktadır.

O halde üretimin devamlılığı ve ülkenin tüm canlılarının doyurulması için yapılması gerekenler nelerdir?

  • Her şeyden önce üretim ve yatırım planlaması yapılmalıdır.
  • Kamucu politikalar hızla uygulamaya alınmalıdır.
  • Satılan ve işlevsiz hale getirilen tarımsal KİT’ler ya yeniden kurulmalı ya da var olanlar toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda yeniden düzenlenmelidir.
  • Kişi /Grup/Sermaye önceliği, toplum önceliğine dönüştürülmelidir.
  • Kalıcı, adil ve bilimsel yasal düzenlemeler ile sektör; şeffaf ve yaygın biçimde denetlenmeli, organize edilmeli ve desteklenmelidir.
  • Üretenin alın terinin karşılığını aldığı düzenlemeler yapılmalıdır.
  • Çiftçilerin daha yaygın ve etkin faaliyet gösteren üretici örgütleri içinde yer almaları sağlanmalıdır.
  • Çiftçilerin mesleki eğitimleri düzenli ve gerçekçi olarak yapılmalıdır.
  • Kırsal kalkınmaya sürekli, düzenli ve gereğince öncelik verilmelidir.
  • Tarımda sosyal güvenlik sistemi daha yaygın ve erişilebilir biçimde işletilmelidir.
  • Tarımsal üretimin gelecek ve bağımsızlık meselesi olarak bir sayısal değerden daha fazlasını kapsadığı net biçimde anlaşılmalıdır.
  • Tarımın finansmanı özel yasa ve uygulamalar ile sağlanmalıdır.
  • Tarım ve çiftçinin itibarı yeniden verilmelidir.
  • Tarımsal ürünlerin ve gıda ürünlerinin fiyat oluşumu üretici ve tüketiciyi kesin biçimde koruyacak ve gözetecek şekilde yeniden ele alınmalıdır.
  • Başta bakanlık olmak üzere ilgili tüm kurum, kuruluş ve örgütler yeniden yapılandırılmalıdır.
  • Teknoloji, ekipman vb. ihtiyaçları planlanmalı ve bunlara yeterli (optimal) seviyede yatırım yapılmalıdır.
  • İklim krizinin bir olgu olduğu anlaşılmalı ve o doğrultuda adımlar atılmalıdır.
  • Destekleme politika ve yöntemleri yeniden ele alınmalı ve daha etkin olarak uygulanmalıdır.

III

Tarımı konuşurken tarımsal örgütleri konuşmamak olmaz. Özellikle dünyanın en gelişmiş ülkelerinin aynı zamanda tarımda da en ileri ülkeler olduğu gerçeğini görünce tarımsal örgütlerin önemi kendiliğinden ortaya çıkıyor. Çünkü bu ülkelerde adı ne olursa olsun (sendika, kooperatif, birlik vb.) tarımsal örgütlerin etkisi ve etkinliği vardır. Ülkemizin de tarımsal örgütlülük geçmişi oldukça eskiye dayanmaktadır. Bununla beraber tarımsal örgütlerimizin etkisi ve etkinliği – ne yazık ki – sınırlıdır.

Tarım sektöründe (gıda ve hayvancılık sektörleri dahil olmak üzere); odalar, birlikler, kooperatifler ve sendikalar doğrudan olmak ve deihracatçı birlikleri, sanayi-ticaret odaları ile borsalar dolaylı olmak üzere birçok kuruluş oluşmuştur. Bunlara ek olarak ilgili ürün konseyleri, dernekler, vakıflar ve platformlar vardır (Ulusal Pamuk Konseyi, İyi Pamuk Uygulamaları Derneği, TEMA Vakfı, Antalya Tarım Konseyi vb.). Her bir örgüt kendi alanında çalışmalar yapmaktadır.

Tarımı doğrudan ilgilendiren oda, kooperatif ve birlikler üzerinde biraz durmak gerekiyor. Ülkemizde; ziraat odaları, ziraat mühendisleri odaları, veteriner hekimleri odaları ve gıda mühendisleri odaları doğrudan sektörle ilgilidir. Ancak odalarımızın değişik gerekçelere bağlı olarak – özellikle politik ve yasal gerekçelerle- tam anlamıyla etkin ve kapsayıcı faaliyetler bulunduğunu söylemek zordur.

Ülkemizde üretici ve yetiştiricilerimizin içinde bulunduğu birlikler vardır; süt üreticileri birliği, manda yetiştiricileri birliği, meyve üreticileri birliği vb. gibi. Avrupa’dan esinlenerek oluşturulan ve Bakanlık verilerine göre 39 ayrı türde 1.780 adet üretici birliği vardır. Ayrıca bunların 9 adet merkez birliği vardır.

Üretici birliklerinin yanı sıra yetiştirici birlikleri vardır; damızlık sığır yetiştiricileri, arı yetiştiricileri birliği vb. gibi.

Üretici/yetiştirici birlikleri çalışmalarına yetersiz biçimde devam etmektedir.

Tarım sektöründe az sayıda sendika faaliyet göstermektedir.

Ülkemiz koşullarında asıl üzerinde durulması gereken tarımsal örgütler kooperatiflerdir. Evrensel değerler çerçevesinde kurulmuş ve faaliyet gösteren kooperatifler ülkemiz için çok gerekli ve önemlidir. Bir taban örgütlenmesi olarak kurulan kooperatifler yoluyla üreticiler/yetiştiriciler hem girdiler üzerinde hem de çıktılar/ürünler üzerinde söz sahibi olabilirler. Böylelikle adil gelir dağılımı, yeterli gelir edilmesi, kırsal kalkınma, üretim planlaması, ürün kalitesi, tüketicinin korunması dahil olmak üzere pek çok konu daha kolay ve yaygın biçimde hayatımıza girebilir.

Ancak tarımsal örgütlerin etkin biçimde sektörde yer aldığını söylemek mümkün değildir. Bazı başarılı çalışmalar yapan tarımsal örgütleri bir kenara bırakarak örgütler ve örgütlenme konusunda yapılması gerekenleri sıralayabiliriz;

  • Tarımda örgütlenme özellikle kooperatifleşme bir devlet politikası olarak benimsenmelidir.
  • Örgütlerde görev ve sorumluluk dağılımı iyi yapılmalı, aralarında rekabet yerine işbirliği ve dayanışma geliştirilmelidir.
  • Küçük örgütler yerine tüm yörede/bölgede/ülkede söz sahibi olabilen örgütler oluşturulmalıdır.
  • Mümkünse tarımsal örgütler bir çatı altında toplanmalıdır.
  • Tarımsal örgütlerin tek çatı altında toplanması onların geneli görme/değerlendirme ve temsil etme kapasitesini geliştirmeye olanak tanımalıdır.
  • Tek çatı altında toplamak ortak/üyeler için işlerin daha az masraf ile hızlı yürütülmesine yol açmalıdır.
  • Tarımsal örgütlerin çalışma alanları net biçimde tanımlanmalıdır.
  • Tarımsal örgütler gerek girdi fiyatları ve gerekse çıktı/ürün fiyatları üzerinde belirleyici olmalıdır.
  • Tarımsal örgütler özellikle kooperatifler, üretim ve depolama tesislerinin (fabrika, depo, soğuk hava deposu, vb.) sahibi ve/veya işleticisi olmalıdır. Bu konuda gerekli düzenleme ve çalışmalar yapılmalıdır.
  • Tarımsal örgütler, kendi alanlarında; istatistik, eğitim, ıslah, AR-GE ve pazarlama çalışmalarını yapacak biçimde yapılandırılmalı ve bunlar için bütçeler – gerekirse belirli bir süre için kamu tarafından olmak üzere – oluşturulmalıdır.
  • Tarımsal örgütlerin bir bankası olmalıdır.
  • Tarımsal finansman konularında çalışan kuruluşlar, yeniden yapılandırılmalı ve asıl görevlerini yapmalıdırlar.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir