“Türkiye Yüzyılı” Nasıl Olur?

AKP, 28 Ekim 2022 tarihinde Ankara Spor Salonu’nda “Türkiye Yüzyılı Vizyon Belgesi”ni açıkladı. Yayınlanan belgede, 21. yüzyılın nasıl “Türkiye yüzyılı” yapılacağı 16 başlık altında sıralanmış. “Sürdürebilirlik”, “Huzur”, “Kalkınma”, “Değerler”, “Güç”, “Başarı”, “Barış”, “Bilim”, “Haklılık”, “Verimlilik”, “İstikrar”, “Şefkat”, “İletişim”, “Dijital gelişme”, “Üretim” ve “İstikbalin yüzyılı” başlıkları altında, nasıl bir gelecek öngördükleri, kendilerinin ne yapacakları anlatılıyor. Metni okuyorsunuz, sistem partilerinden her seçim öncesi dinlemeye alışık olduğumuz pembe vaatlerden başka bir şey yok. Nasıl yapılacağına dair en ufak bir şey söylenmeden, hangi kaynaklarla gerçekleştirileceği açıklanmadan, hemen hemen her konuda pembe tablolar çiziliyor, bir “cennet” vaat ediliyor Türkiye’ye…

Bütün bu hedeflere Cumhurbaşkanlığı sistemi sayesinde ulaşılacakmış! Türkiye’nin, 20 yıllık iktidarlarının sonunda; “üretimde, ihracatta, verimlilikte bugün daha iyi bir duruma gelmiş olması” da bunun kanıtıymış. Meğerse AKP, Türkiye yüzyılının temelini atmışmış ve “innovatif dönüşümlerimiz ve küresel kabul gören gücümüz” bunun kanıtıymış. Covid pandemisi dünyayı vurmuş ama Türkiye için bir fırsat olmuş! Ve gene bu dönemde AKP, “Cumhuriyet tarihinin de en büyük demokratikleşme atılımını gerçekleştirmiş!”

16 başlık altında anlatılan “Türkiye Yüzyılı” projesiyle ilgili olarak yazılanlar bunlar.

Sistemin muhalefeti

AKP, Türkiye Yüzyılı Vizyon Belgesi’ni açıklar da CHP ondan geri kalır mı? Kemal Kılıçdaroğlu, 3 Aralık 2022 günü İstanbul’da Lütfü Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda kurmaylarıyla sahne aldı. O da “İkinci Yüzyıla Çağrı” belgesini açıkladı. İkinci yüzyılın projelerini “beş kolon” başlığında toplamış Kılıçdaroğlu. “Endüstriyel dönüşümü gerçekleştirme”, “İşgücü dönüşümü”, “Enerji”, “Gıda bolluğu ve bereketi” ve “İstihdam artışı”  kolonları.

CHP bütün bunları nasıl yapacakmış? Kemal bey Amerika ve İngiltere’ye yaptığı gezilerde toplam olarak 5 trilyon 461 milyar dolarlık fon yöneten kişilerle görüşmüş ve iktidara geldiklerinin ilk üç yılında toplam 325 milyar dolarlık kaynak sağlayacaklarının sözünü almış!

Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik, toplumsal ve siyasal krizini yaşamakta olduğumuz bugünlerde sistemin iktidarının ve muhalefetinin, 2023 yılında yapılacak olan seçimler öncesinde söyledikleri bunlardır.

AKP’nin karnesi

AKP’nin, bugüne kadar yapmış olduklarını, 21. yüzyılı “Türkiye Yüzyılı” yapacağının kanıtı olarak göstermesi, trajikomik bir durumu gösterir. AKP’nin, 20 yıllık iktidarının sonunda;

  • GSMH büyüklüğü açısından Türkiye, 17. sıradan 23. sıraya indi.
  • 2013 yılından bu yana kişi başına milli gelir, sekiz yıl boyunca sürekli olarak

düştü. Yüzyıllık Cumhuriyet tarihinde böyle bir durum ilk defa gerçekleşti.

  • Kişi başına düşen milli gelir sıralamasında bundan 30 yıl önce 49. sırada olan

Türkiye, 2022 yılında 81. sıraya düştü.

  • Cumhuriyetin türlü yokluklar içinde yarattığı kamu varlıklarının yüzde 89’u

AKP iktidarı döneminde satıldı.

– Türkiye, Şubat 2022’de dolar cinsinden yüzde 8 ile borçlanırken, sadece dokuz ay sonra Kasım 2022’de ancak yüzde 10 ile borçlanabildi.

– İktidara geldiklerinde 130 milyar dolar dış borcu, 20 yılın sonunda 450 milyar dolara çıkardı.

– 20 yıllık iktidar döneminde toplam olarak ülkeye gelmiş olan 172.9 milyar dolar tutarındaki sıcak paranın, paradan para kazanma yoluyla 85 milyar dolar kazanç elde etmesini sağladı.

– 2013 yılında 436 dolar olan asgari ücreti Kasım 2022 itibariyle 297 dolara düşürdü.

Veya daha güncel ve halkın yaşamı açısından daha da önemli veriden hareketle kıyaslama yapacak olursak; 2021 yılında asgari ücretle alınabilen ekmek sayısı 1883 iken, 2022 yılında bu sayı 1100 ekmeğe düştü.

Bütün bu veriler, ekonomik bakımdan AKP iktidarı döneminde nereden nereye geldiğimiz hakkında bir fikir veriyor. Ve bütün bunlar, eğer iktidarda kalmaya devam ederse AKP’nin Türkiye’yi nereye doğru götüreceğini de gösterir.

31 Ekim günü A Para tarafından düzenlenen “2. Finansın Geleceği” zirvesinde konuşan İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran AKP yönetimi altında Türkiye’nin geldiği yerin, kendi bulundukları yerden bakıldığında şu durumda olduğunu söylüyor: “Sektör olarak tüm kredileri “Yeni Ekonomi Modeli”ni destekleyecek alanlara yönlendirdik. Ancak yine de regülasyonlar nedeniyle modelin desteklediği sektörleri bile desteklemeyecek noktaya geldik.” (Gazeteler)

İşte, AKP’nin “Türkiye Yüzyılı”na temel olacak başarılarından bazıları bunlardır!…

AKP’nin diğer günahları

Ekonomik açıdan AKP’nin Türkiye’yi nereden nereye getirmiş olduğunu bazı verilerle anlatmaya çalıştık. Cumhuriyet tarihinin en ağır krizini yaşıyoruz. Ama başka açılardan yaşadığımız gelişmeler, ülke ve millet olarak karşı karşıya olduğumuz tehditler, ekonomik krizin olası sonuçlarından daha da ağırdır.

AKP’nin, ülke yönetimine geldiği ilk günden itibaren iktidarda kalmanın yolu olarak toplumun yarısını diğer yarısına düşman etmekte görmesi, her adımını buna göre atması sonuç olarak toplumumuzu barış ve birlik içinde tutan bağları yok etmiş durumdadır. İnsanların birbirlerine saygısının kalmadığı, birbirlerine güvenmediği, en ufak anlaşmazlıkların bile ölümlere varan kavgalarla sonuçlandığına dair örneklerin artık neredeyse her gün yaşanması “vakayı adiye”den olmuştur. Eskiden ayda yılda bir meydana gelen olaylar şimdi neredeyse her gün yaşanıyor. Sistem televizyonlarının sadece bir akşamki haber bültenine bakmak bile bu gerçeği görmek için yeter.

Türkiye Avrupa’da, nüfusuna göre en fazla tutuklu ve hükümlünün olduğu ülke durumundadır. AKP, iktidarı döneminde neredeyse her yerde son derece büyük cezaevleri yaptı. Ama mevcut kapasite de aşılmış durumda. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında Türkiye’nin nüfusu 65 milyon, cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü sayısı 59 bin kişi idi. Bugün nüfus 84 milyon, cezaevleri nüfusu 300 bin kişi. Nüfus yaklaşık olarak dörtte bir oranında artmış, cezaevleri nüfusu ise yedi kat. Bu tablo genel olarak sistemin özel olarak ise AKP iktidarının Türkiye’yi getirdiği yeri gösteriyor.

AKP iktidarının Türkiye’nin başına sardığı bir başka önemli sorun, sığınmacılar ordusudur. Dünyanın hiçbir ülkesi 10 yıl gibi kısa bir süre içinde nüfusunun yüzde 10’u kadar sığınmacıyı kabul etmemiştir. Üstelik gelen bu sığınmacılar içinde ABD emperyalizminin bölge planlarına hizmet etmiş, savaş tecrübesi olan ve ideolojik olarak laik cumhuriyet düşmanı, önemli sayılara varan ve onları kontrol eden merkez karar verdiği anda Türkiye’ye karşı kullanılacak bir kitle de vardır. Bu durum bir yandan AKP’nin İhvan kardeşliği ve dayanışmasını esas alan dış politikasının sonucudur. Ama aynı zamanda AKP, bu sığınmacılara son hızla vatandaşlık vererek kaybettiği seçmen desteğini bu şekilde telafi etmek peşindedir. Sonuç olarak AKP, pimi emperyalistlerin elinde olan bir saatli bombayı Türkiye’nin altına yerleştirmiş durumdadır.

Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Atlantik kampına dahil olmasıyla birlikte İslamiyet’te ve tarihimizin hiçbir döneminde olmayan bir ruhban sınıfı adım adım yaratıldı. AKP döneminde ise bu sınıf sayıca devasa boyutlara ulaştı. Varlığını ve geleceğini AKP iktidarına borçlu olan bu sınıf, AKP iktidarının gönüllü militanı durumundadır. Bu ruhban sınıfı, toplumsal barışımızı ve milli birliğimizi tehdit eden önemli bir faktör durumundadır.

AKP’nin İhvan kardeşliğini esas alan dış politikası, son zamanlarda zorunluluklar sonucu bazı geri adımlar atılmasına rağmen esas olarak terk edilmemiştir. Tek Adam rejimi, Suriye ile yaşanan sorunları çözmede ayak sürümeye devam etmektedir. Bu durum bir yandan PKK’ye Suriye sınırları içinde Fırat’ın doğusunda devlet olma olanağı sunarken öte yandan Selefici terör örgütlerinin hem Suriye’de hem de Türkiye’de yaşamasına olanak vermektedir.

Dış politikada büyük güçleri birbirine karşı kullanabileceğini sanan Abdülhamitçi kafa, Türkiye’nin dayanışma içinde olması gereken dostlarına güven vermemekte ve bu da Doğu Akdeniz’de Mavi Vatanımızı savunmada Türkiye’yi zora sokmaktadır. ABD’nin Trakya’da burnumuzun dibinde Dedeağaç’ta kurduğu büyük askeri üssün ve Ege’de Lozan Antlaşması’na göre silahsız olması gereken adaların silahlandırılmasının hedefi Türkiye’dir.

AKP’nin 20 yıllık iktidar pratiğinin ardından bütün bu gerçekler ortadayken, bütün bunları 21. yüzyılın “Türkiye yüzyılı” olacağının kanıtı olarak söyleyenleri ciddiye almak mümkün değil. Kemal Sunal’ın meşhur filmlerinden “Zübük”te yalan, palavra ve göz boyama yöntemleriyle nasıl politika yapıldığı anlatılır. İktidarı ve muhalefeti ile bütün sistem partilerinin “zübük”leşmesi gerçeği ile yüz yüzeyiz.

Nesnel durum

Ama “Türkiye Yüzyılı” iddiaları durup dururken ortaya atılmıyor. Dünyamız ve bölgemiz çok önemli bir değişim yaşıyor ve bu değişim Türkiye’nin önüne büyük fırsatlar çıkarmış durumdadır. AKP’nin, yukarda sıraladığımız bütün olumsuzlukların sorumlusu olmasına rağmen, iktidarda olduğu için Türkiye’nin önüne çıkmış olan bu fırsatlardan belli ölçülerde yararlandığı da bir gerçektir. En basiti Ukrayna krizi dolaysıyla AKP’nin zorunlu olarak izlediği politikanın Türkiye’ye sunduğu olanaklardır. Türkiye’nin doğalgaz dağıtım merkezi yapılmak istenmesi, Rusya’nın Avrupa Birliği ile ABD’nin bütün zorlamalarına ve engellemelerine rağmen ekonomik ilişkilerinin sürmesinde bir nevi aracı konumunda olması, Suriye’de Astana Zirvesi ile birlikte elde edilen kazanımlar vb. bütün bunlar AKP’den bağımsız olarak Türkiye’nin önüne çıkan olanaklardır. Jeo-stratejik konumu, Doğu ile Batı arasında ölümüne bir mücadelenin sürdüğü günümüzde Türkiye’ye; hiçbir tarafın kolay kolay göz ardı edemeyeceği bir “statü” sağlamış durumda. AKP ise Abdülhamitçi kafasıyla bu gerçeği görmek yerine, bu “statü”nün sağladığı olanakları, kendisinin “büyük güçleri birbirine karşı kullanma” politikasının başarısı sanıyor. Tayyip Erdoğan “Türkiye Yüzyılı” toplantısında yaptığı konuşmada bu politikalarını; “Gelin yüzümüzü hem Doğu’ya, hem Batı’ya; ama asıl doğruya doğru dönelim” sözleriyle ifade etmişti.

İşte bu politika anlayışıyla bir yandan Ukrayna’ya karşı ABD’nin başlattığı düşmanca kampanyaya katılmazken diğer yandan Rusya’nın kendini savunma savaşını işgalcilik olarak niteleyebiliyor; Suriye’de, bir yandan Esat ile görüşebileceğini söylerken diğer yandan 30 km derinlikle güvenli bölge politikasının doğru olduğunu söyleyebiliyor. Bir yandan ABD’ye “stratejik müttefik” derken ve NATO üyeliğinin Türkiye için ne kadar önemli olduğunu söylerken diğer yandan Şanghay İşbirliği Örgütü ve BRICS ile ilişkilerin geliştirilebileceğini düşünebiliyor hatta bu örgütlere üyeliği bile dillendirebiliyor.

Oysa Türkiye’nin önünde gerçekten büyük fırsatlar vardır ve 21. yüzyıl, doğru politikalarla gerçekten de Türkiye yüzyılı haline getirilebilir. Bunun için izlenmesi gereken politikaların başlıcalarını şöylece sıralayabiliriz:

1. Türkiye, her şeyden önce dünyadaki yerinin neresi olduğuna net olarak karar vermelidir. Batı uygarlığı çöküyor. Yaklaşık olarak 500 yıl süren Atlantik çağı kapanıyor. Bu gerçek artık herkes tarafından ve bizzat Batılılar tarafından da kabul ediliyor. Dünya ekonomisinin ağırlık merkezi Asya’ya kaydı. Çin, şu anda Dünyanın en büyük ekonomisi; Hindistan ise son yıllarda dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi ve yakın bir gelecekte 3. büyük ekonomi olacak. Gelişmekte olan dünya, toplam olarak dünya ekonomisinin yüzde 62’sini oluşturuyor. Aynı dünyanın 100 yıl önce, yani Genç Türkiye Cumhuriyetinin yola çıktığı tarihlerdeki payı yüzde 10 bile değildi. Dünya nüfusunun yüzde 40’nın yaşadığı BRICS ülkeleri, ekonomik olarak bugün dünyanın yüzde 25’ini oluşturuyor. Nüfuslarına uygun bir büyüklüğe ulaşmaları çok uzak bir geleceğin meselesi değil. Çin yeni patent başvurusunda 2019 yılında ABD’yi geride bıraktı. Geleceğin temel üretim aracı olacak olan yapay zekâda da ABD’nin önünde bulunuyor. Uzay yarışında da Çin, ABD’yi yakalamış, hatta geçmiş durumda. Ayın karanlık yüzüne ilk başarılı inişi Çin gerçekleştirdi. 2028 yılına kadar Ay’da kalıcı bir üs inşa edeceğini açıkladı vb.

İşte bütün bu gerçekler orta yerde duruyorken hala AB kapısında sürünerek New York ve Londra tefecilerinden taze para dilenerek önümüzdeki yüzyılı Türkiye lehine değerlendirebilmek mümkün değildir. Türkiye’nin yeri; kendisiyle aynı kaderi paylaşan, nesnel olarak çıkarları ortak olan ve yükselen Asya’dır. Her şeyden önce bu gerçeği belirlemek ve ona göre hareket etmek gerekiyor.

2. İkinci olarak görülmesi gereken gerçek, ABD’nin, merkezinde kendisinin olduğu tek kutuplu dünya hayalinin bitmiş olduğu ve dünyamızın çok kutupluluğa doğru ilerlediğidir. Başka deyişle artık “Bölgesel Birlikler Çağı”ndayız. Çok kutupluluk ya da Bölgesel Birlikler, aynı zamanda daha eşit ve adil bir dünyanın maddi alt yapısını da oluşturuyor. Dünya halklarının sömürgeciliği alt ettiği ve devrim rüzgârlarının estiği 1950 ve 60’larda Bölgesel Birlikler yolunda ilk adımlar atılmış ama daha sonra emperyalizmin neoliberal gericilik döneminde bu birlikler atıl durumda kalmıştı. 1995 yılında Şanghay İşbirliği Örgütü’nün kuruluşu ile birlikte, Bölgesel Birlikler yeniden canlanmaya başladığı yeni bir döneme adım atıldı. Atıl durumdaki kimi bölgesel birlikler yeniden canlandı. Yeni bölgesel birlikler kuruldu. Dünyanın değişik bölgelerinde birbirlerine komşu olan devletler arasında ekonomik, askeri, toplumsal ve siyasi yönden geliştirilen ilişkiler, bölgesel birlikler şeklinde somutlaşıyor. ŞİÖ, Avrasya Birliği, Afrika Birliği Örgütü, ALBA, CELAC, MERCOSUR, ASEAN, Arap Birliği Örgütü, AB, bugün faaliyet gösteren bölgesel birliklerden bazılarıdır. Son zamanlarda daha somut adımlar atmaya başlayan Türk Devletler Birliği’ni de bu bölgesel birlikler arasında sayabiliriz.

Türkiye’nin içinde olması gereken asıl Bölgesel Birlik, Batı Asya Birliği’dir. Türkiye, İran, Irak, Suriye, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Lübnan ve KKTC’nin ilk elde içinde olacağı birlik, bütün bu ülkelerin yararınadır. Batı Asya Birliği gerçekleştiğinde daha başlangıçta 300 milyon nüfus ve üç trilyon dolarlık bir ekonomik büyüklük ile dünyanın en önemli güç merkezlerinden biri olacaktır. Dünya enerji rezervlerinin yüzde 40’na, Bor ve Toryum gibi stratejik maden rezervlerinin çoğunluğuna, bütün Avrupa’yı besleyebilecek tarımsal potansiyele, içinde bulunduğu iklim kuşağı dolaysıyla geleceğin enerji kaynağı olan Güneşi en verimli şekilde kullanabilme olanağına, deniz ve tatil turizmi açısından sahip olduğu büyük avantajların yanı sıra, insanlığın yerleşik hayata, üretime ve uygarlığa ilk olarak geçtiği coğrafya olması itibariyle tarih turizmi açısından eşsiz bir potansiyele sahip olmasından dolayı Batı Asya Birliği, bütün bu avantajlarıyla dünyanın en büyük ekonomik ve siyasi güçlerinden biri olacaktır. Elbette böyle birliğin, bugüne kadar bölge halklarına büyük acılar çektiren emperyalist müdahalelerin önünü de kesin olarak alacağı tartışma götürmez. Türkiye’nin; yetişmiş insan gücü, sanayi alt yapısı, tarımsal potansiyeli, tarih ve tatil turizmi olanaklarıyla böyle birlik içinde özel bir konuma sahip olacağı kuşkusuzdur.

Batı Asya Birliği ile birlikte Türkiye; 21. yüzyılı hem kendisi için hem de diğer komşu kardeş milletlerle birlikte en iyi şekilde değerlendirmiş olacaktır.

3. Türkiye’nin, 21. yüzyılı kendi yüzyılı yapabilmesinin üçüncü şartı geçmişe değil, geleceğe bakabilmesine bağlıdır. Elbette tarihimizden güç alacağız ama amaç geçmişe dönmek değil, geleceğe yürümektir. Bugün AKP iktidarının geçmişi ihya etmek için ayırdığı kaynaklara bakıldığı zaman bu anlayışla 21. yüzyılı değerlendirmenin mümkün olmadığını görebiliriz. Diyanet İşleri Başkanlığı’na 36 milyar, TUBİTAK’a 18 milyar liralık bütçe ayıran bir ülke, geleceğe değil geçmişe bakıyor demektir. Kaldı ki geçmişe ayrılan kaynaklar sadece Diyanet İşleri Bakanlığı bütçesi ile sınırlı değildir. Mecburi din eğitimi için harcanan milyarlar, 4 -6 yaş Kuran kurslarından başlayarak ortaokul, lise ve 100’ü aşkın ilahiyat fakültesiyle devam eden eğitime ayrılan kaynakları saymak gerekiyor. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın 258 milyarlık bütçesinin çok önemli bir bölümünün sadaka olarak dağıtılması da gerçekte, geçmişe yapılan yatırımdır. Bütün bunlara bir de devletin artık fiilen yasal hale gelmiş ve gerçekte Türkiye yönetmekte olan tarikat ve cemaatlere aktardığı kaynakları da eklemek gerekiyor. Bütün bu uygulamaların ortaya koyduğu politika ve yönetim anlayışıyla geleceği kazanmanın mümkün olmadığını söyleyebiliriz. Bir ülkede eğer Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının bütçesinden büyükse, o bütçeyi yapan iktidarın, ülkenin geleceğe dair iddialı sözler etmesinin hiçbir değeri yoktur.

Sadakalarla geçinen bir toplum değil, çalışarak ve üreterek hayatını kazanan bireylerden oluşan bir toplum geleceğe güvenle bakabilir. AKP hükümeti’nin 2023 yılı bütçesini ele aldığımız zaman bu iktidarın geleceğe dair ettiği bütün sözlerin altının boş olduğunu görürüz.

Türkiye’nin araştırma geliştirme çalışmaları için ayırdığı kaynak, milli gelirinin yüzde birinden daha azdır. Oysa bilimsel çalışmalarda iddialı olan ülkelerde bu oran, milli gelirlerinin yüzde üçü ile dördü arasındadır.

Türkiye geçmişin ihyasına ayırdığı devasa kaynakları AR-GE çalışmalarına ayırdığı zaman yüzyılı kazanmaktan söz edebilir.

4. Son olarak izlenecek ekonomi politikasından bahsetmek gerekir. Türkiye 12 Eylül Amerikancı darbesinden bu yana emperyalist merkezler tarafından önüne konulan neoliberal ekonomi politikalarını uyguladı. İktidarı ve muhalefeti ile sistemin iktidar seçenekleri bu Neoliberal politikaları uygulamaya devam edeceklerini söylüyorlar. 40 yılın sonunda geldiğimiz yer; ağır bir ekonomik kriz ve çıkmazdır. Aynı politikaları uygulamaya devam ederek farklı bir sonuç alınacağını iddia etmek sadece gülünçtür.

Dünyada bugün en hızlı gelişen ekonomiler, neoliberal politikaları uygulayan ülkeler değil, tam tersine bu politikaları reddeden ve ülkeden ülkeye değişmekle birlikte kamucu politikalar uygulayan ülkelerdir. Neoliberal ekonomi politikalarında ısrar eden ülkelerin ise hemen hepsi en azından son 70 yıldır yaşamadıkları sorunlarla boğuşuyorlar. Avrupa ve ABD ekonomilerinin önümüzdeki yıllarda durgunluğa gireceği konunun bütün uzmanlarının üzerinde hem fikir oldukları bir öngörüdür.

Çin’i ve Hindistan’ı çıkarırsak dünya ekonomisi bırakın gelişmeyi, gerileme içindedir. Çin ve Hindistan ise kamucu politikaları değişen ölçülerde de olsa uygulayan ülkelerdir.

Türkiye 21. yüzyılı, ancak Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Cumhuriyet Devrimi yıllarında uygulanan halkçı-devletçi planlı karma ekonomik modeli, elbette 2020’lerin koşullarına uygulamaya başladığı zaman kazanma şansına sahip olabilir. Özetle;

Ekonominin stratejik sektörleri – enerji, haberleşme, petrokimya, demir çelik, milli savunma vb.  kamunun elinde olacak, kontrollü kambiyo sistemine geçilecek ve iç piyasada Türk lirasının egemenliği sağlanacak, Batı Asya’daki komşularımızdan başlayarak dış ticarette karşılıklı olarak milli paraların kullanımına geçilecek, Lüks malların ithalatı ve lüks malların tüketimi önlenecek, kamu kaynaklarının yağmalanmasına son verilecek ve yağmalanan kaynaklar yeniden kamuya kazandırılacak, Cumhurbaşkanının 13 uçağından, saray harcamalarından ve yönetim kademelerindeki kişilerin birden fazla yerden maaş almalarından başlayarak her alanda tasarruf tedbirleri uygulanacak, tasarruf edilen kaynaklarla milli sanayi ve tarım desteklenecek, Türkiye’de üretilen malların ithalatı yüksek gümrük vergilerine bağlanacak, eğitim ve sağlık parasız olacak vb.

21. yüzyılı değerlendirebilmek için uygulamamız gereken politikalar bunlardır. Ve en önemlisi bu politikaları uygulayacak kadro birikimi Türkiye’de fazlasıyla vardır. Türkiye’nin her alanda yetişmiş olan insan potansiyelini görmeden dışarıda akıl hocaları arayanlar gerçekte Türkiye’ye yabancılaşmışlardır. Dünya’ya Türkiye’nin penceresinden değil, Atlantik İttifakı’nın penceresinden bakmaktadırlar.

Türkiye bu programı uygulayarak 1930’larda deyim yerindeyse mucizeler yarattı. Kemalist Devrimciler, 1920’lerde sıfırdan devraldıkları ülke ekonomisini, 1930’ların sonuna gelindiğinde bütün temel sanayisini kurmuş, kendi kendine yeten, Osmanlı’dan kalan borç sorununu esas olarak halletmiş, daha öncesinde hayal bile edilemeyen denk bütçeyi gerçekleştirmişlerdi. Şimdi koşullar farklıdır ve o dönemle karşılaştırılamayacak kadar elverişlidir.

Türkiye, olanakları çok büyük ve zengin olan bir ülkedir. Bu büyük ve zengin olanaklara şimdi dünyada olumlu yönde olan gelişmeleri de eklemek gerekir. Atlantik çağının geride kalıyor oluşu bütün gelişmekte olan dünya ve aynı zamanda Türkiye için de büyük fırsatlar sunmaktadır. Ayrıca insanlığın neoliberal piyasa sistemi ile gidebileceği bir yer kalmadı. Küresel ısınma, çölleşme, nehirlerin, göllerin ve denizlerin ölüyor olması, belki de hepsinden önemli insan malzemesinin çürümesi; bireysel çıkarı ve kâr sistemini her şeyin üzerinde kapitalist sistemin sonucudur.

Bütün bu olumsuzluklarla, ancak insanı en başa koyan, toplumun çıkarını bireyin çıkarından önde gören kamucu politikalarla mücadele edilebilir. Bu anlamda kamuculuğa yönelmek, bütün insanlık açısından da Türkiye açısından da bir mecburiyettir.

21. yüzyıl ancak böyle bir bakış açısıyla Türkiye’nin, Batı Asya’nın ve aynı zamanda bütün insanlığın yüzyılı olacaktır.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir