Ümit Işığını Yakmak Ya Da Dayanak Yaratmak

Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik, sosyal ve siyasal krizini yaşadığımız konusunda hemen herkes hemfikir. Bu fikir birliği, krizin 2023 yılında devam edeceği konusunda da var. Kısacası yeni yılda daha iyi bir Türkiye görmeyeceğiz ne yazık ki, seçimlerden sonra akla gelebilecek her konuda Türkiye’yi daha da zor günler bekliyor.

Öte yandan bu “en ağır krize” rağmen, halkın oldukça tepkisiz bir şekilde gelişmeleri izlediği de bir başka gerçek. Sorunların altında ezilmekte olan her kesimden halkın neden gereken tepkiyi gösteremediğinin açıklığa kavuşturulması, aynı zamanda bugün ne yapılması gerektiği sorusunun da cevabı olacaktır.

Sorunlar yaşamakta olan bir halk açısından en büyük felaket, yaşadığı sıkıntıların büyüklüğü değil, geleceğe baktığında bir “ümit ışığı” görememesi durumudur.

2023 yılına girerken ekonomik kriz, toplumsal çürüme, iktidar makamlarını işgal eden tarikat ve cemaatler, iç barışa yönelik ciddi bir tehdit haline gelen ruhban sınıfı, aynı konumdaki sığınmacılar ve bunların ülkenin sırtına yıktığı ekonomik yük, emperyalizm destekli dış tehdit ve sistem içi muhalefetin bütün bu konularda iktidardan esasta farklı bir şey söylememesi…. Bütün bu olumsuzlukların varlığına rağmen halk; deyim yerindeyse sessizce gelişmeleri izliyor. 

Bütün halklar gibi bizim halkımız da eğer geleceğe dair bir ümit ışığı görmezse veya mücadele ederken güvenebileceği, sırtını dayayabileceği bir güç odağı (örgüt- dayanak) yoksa, normal olarak şöyle düşünür: “Sesimi çıkarırsam elimdekini de kaybederim.” 

Çünkü ayağa kalktığı, mücadele etmeye karar verdiği zaman başarı elde edemeyeceğini ve durumunun daha da kötüye gideceğini düşünür. Ve bu kaygı, yersiz bir kuruntu değildir. Halk, tarihten gelen tecrübesiyle başarının hangi durumlarda olabileceğini, hangi durumlarda elindekini de kaybetme tehlikesinin olduğunu bilir.

Onun için halkın öncüsü durumundaki devrimcilerin yapması gereken, halk için bir ümit ışığı olabilecek karargâhı inşa etmektir. “Karargâhı” oluşturma görevi, elbette en başta devrimci partinin ve o devrimci partinin merkezinde olacağı Milli Cephe’nin (Türkiye İttifakı) sorumluluğundadır.

HALK NE ZAMAN AYAĞA KALKAR?

Tarihimizde halkımızın büyük kitleler halinde mücadeleye atıldığı tarihlere bakıldığı zaman, hepsinde halkı harekete geçiren en büyük etkenin, mevcut iktidar gittiği zaman onun yerini alacak alternatifin, zihinlerde az çok ete kemiğe bürünmüş olması gerçeğini görüyoruz.

1907 ve 1908 yılları, Anadolu ve Rumeli’de, Erzurum’dan Manastır’a kadar bütün ülke topraklarında Abdülhamit yönetimine karşı halkın, sesini çıkarmaya başladığı, irili ufaklı çeşitli kitlesel eylemlerin görüldüğü yıllardır. Ondan önceki 30 yıl boyunca yönetime karşı ciddi bir kitlesel muhalefet olmamıştı. İttihat ve Terakki 1889 yılında kurulmuş ama partinin ülke çapında örgütlenmesi ve geniş kitleler tarafından tanınması ancak zamanla mümkün olmuştu. 1907 tarihinden sonra ayağa kalkan halk, Abdülhamit giderse yerine kimin geleceğini biliyordu. Yani gelecek belirsiz değildi.

Tarihimizde, Kurtuluş Savaşı yıllarını hariç tutarsak, halk hareketi açısından ikinci büyük hareketlenme, 1959 – 60 yıllarında DP iktidarına karşı olmuştur. DP’nin partizan uygulamaları, Cumhuriyet Devrimlerinin altını oyma yolunda attığı adımlar ve yaşanan ekonomik kriz kitleleri arayışa itti. DP iktidarına karşı ayağa kalkan kitleler açısından, mevcut iktidar giderse yerine kimin geleceği sorusunun cevabı hazırdı. Kurtuluş Savaşı’nın ve Cumhuriyet’in “İkinci Adam”ı İnönü ve Partisi CHP vardı. DP gidince yerini CHP alacaktı.

1968 -1970 yılları arasında işçi, köylü ve gençlik kitlelerinin büyük mücadelelerine şahit olduk. Ama o yıllarda da 15 milletvekiliyle Meclis’te olan ve büyük bir muhalefet merkezi rolünü oynayan Türkiye İşçi Partisi ve gene o zaman hemen bütün emekçi mücadeleleri içinde olan ve son derece saygın konumdaki devrimci gençlik örgütlenmesi, Dev-Genç vardı. Yani TİP ve Dev-Genç; kitlelerin mücadelelerde sırtını dayadıkları güçlü bir dayanak durumundaydılar.

Sonrasında 1989 – 91 arasında işçi sınıfımızın Bahar eylemleriyle başlayan ve 1991 yılındaki Zonguldak madenci yürüyüşü ile doruğuna çıkan büyük kitle eylemlerinde halkın iktidardaki ANAP’ın karşısına koyabileceği iktidar alternatifi hazır durumdaydı. Erdal İnönü’nün başkanı olduğu SHP, 1989 yerel seçimlerinde 67 il belediyesinden 55’ini almıştı. 80’lerin SHP’si gerçi artık Atatürk’ün CHP’si değildi ama bugünün CHP’si hiç değildi. Ayrıca 2000’e Doğru dergisi, halk muhalefetini sesi durumundaydı ve kitle hareketinin yönlendirilmesinde önemli rol oynuyordu.

Büyük halk hareketlerinin ancak halka güven veren bir örgütlenmenin varlığı veya başka bir deyişle halkın geleceğe dair bir ümit ışığı görmesi durumunda olduğuna tarihimizde vereceğimiz son örnek, 2012 – 2013 yıllarında Haziran ayaklanması ile doruğuna varan büyük mücadelelerdir. 2012 yılında İstanbul’daki büyük gençlik yürüyüşü ile başlayan, Silivri cezaevi etrafında Türkiye’nin dört bir yanından gelen on binlerin eylemleriyle devam eden, AKP’nin yeni Anayasa ve PKK açılımına karşı yurdun dört bir yanında binlerin katıldığı protesto eylemleri ve nihayet Haziran 2013’te bir ay içinde 20 milyonu aşkın vatandaşın katıldığı eylemleri mümkün kılan; İşçi Partisi’nin Ergenekon tertibine karşı içerde ve dışarda yürüttüğü kavga; gençliğiyle, kadınıyla, gazetesi ve televizyon gibi mücadele araçlarıyla verdiği büyük mücadelenin halkta yarattığı güvendi.

Bugün ise olmayan, tam da bütün bu örneklerin ortaya koyduğu üzere halka güven verecek bir devrimci örgütün olmayışı, dolaysıyla halkın geleceğe bakarken bir “ümit ışığı” görememesidir. Elbette bu tespitten günümüzün temel görevi çıkıyor.

KURTULUŞ SAVAŞI ÖRNEĞİ

Şimdi, biraz önce tarihimizden verdiğimiz örneklerin dışında tuttuğumuz Kurtuluş Savaşı yıllarına dönelim: Büyük gerçeğin, yani halkın güven duyacağı bir merkezin inşasının her şeyden daha önemli olduğunun bilincinde olan Mustafa Kemal, Samsun’a çıkışının ardından önündeki birinci görevin, bir “devrimci karargâh”ın yaratılması olduğunu görmüş ve bütün çalışmalarını bu hedefe uygun olarak yürütmüştü.

Devrimci karargâhın inşasında ilk adım ise doğru bir programın oluşturulmasıdır. Mustafa Kemal, resmi görevle ve yetkiyle Anadolu’ya geldikten sonra bölgedeki komutanların kendisiyle birlikte hareket ediyor olmasını yeterli görmemiş, milleti harekete geçirmek için halkın güven duyacağı bir devrimci karargâhın inşasını daha da önemli görmüştür ve çabaları bu yönde olmuştur.

Erzurum ve Sivas kongreleriyle Anadolu’nun çeşitli illerinde kurulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin bir araya getirilerek ulusal ölçekte bir ulusal kurtuluşçu devrimci karargâh inşa etmek her şeyden daha önemlidir. Devrimci karargâhı oluşturmanın ilk adımı programdır. Hiç şüphe yok ki program, daha kurtuluş savaşı için Samsun’a çıkmadan çok önce Mustafa Kemal Atatürk’ün kafasında şekillenmişti. Ama önemli olan bu programın milleti temsil eden bir kolektif irade tarafından dile getirilmesiydi. Erzurum ve Sivas kongreleri işte bu işlevi görmüştür. 

Bu program özetle, “istiklal-i tam bir ülke”, “Misakı Milli sınırları içinde vatanın bölünmezliği”, “Manda ve himayenin kabul edilemeyeceği” ve “Millet egemenliğini esas alan bir idare” maddelerinden oluşuyordu.

Meclisin işgal kuvvetlerinin elinde bulunan İstanbul’da değil de Anadolu’da toplanması Mustafa Kemal’in savunduğu ama ilk başta diğer milli kurtuluşçu kadroların kabul etmediği bir fikirdi. Bu sorunu da hayat çözdü. 16 Mart 1920’de İngiliz işgal kuvvetlerinin Meclisi Mebusan’ı basmasıyla sorun hal oldu ve Meclis Ankara’da toplandı. Böylece milletin ihtiyacı olan “ümit ışığı”, “dayanak” yaratıldı.

Ama gene de Milletin o ümit ışığını görebilmesi için bir zamanın geçmesi gerekiyordu. Ankara’da oluşan karargâhın deyim yerindeyse kendini “kanıtlaması”na ihtiyaç vardı. TBMM Hükümetinin yönettiği Kuvayı Milliye kuvvetlerinin ve Ordu’nun Millet tarafından gerçek anlamıyla kabul edilebilmesi, ancak Sakarya Savaşı’nda mümkün olabilmişti. 

TRT’de yayınlanan “Kurtuluş” filmi bu gerçeği çarpıcı sahnelerle anlatır. Sakarya Savaşı öncesinde TBMM tarafından kabul edilen “Tekalif-i Millîye Kanunu”na Milletin uyarak elindekini avucundakini savaşan orduya vermesi ve yurdun dört bir tarafından gönüllülerin cepheye gitmek için başvurması Milletin harekete geçtiğinin kanıtlarıydı. Atatürk bu olguyu o günlerde “Mehmet, savaşı kabul etti.” sözleriyle ifade etmişti.

HEDEFE ULAŞMANIN ÜÇ ŞARTI

Seçimin 14 Mayıs’ta yapılacağı kesinleşti. Hızlandırılmış seçim takvimine göre mart ayının başında süreç işlemeye başlayacak. Bu durumda önümüzde, Türkiye’nin önüne bir seçenek koymak bakımından çok fazla bir zaman kalmamış durumda.

Cumhuriyet tarihinin en kritik seçimini yaşayacağız ve seçimlerden sonra Türkiye’yi daha da zor günler beklemektedir.  Bu tespitte, geniş bir mutabakatın olduğunu görüyoruz. Görünen köy kılavuz istemez. Sorumluluk; Cumhur, Millet ve HDP etrafında oluşan ittifak dışında kalan Partilerin omuzlarındadır.

Sorumluluğun gereği, bugün arayış içindeki Türkiye’nin önüne, seçimlerde bir çıkış yolunun olduğunu, somut olarak gösterecek bir sonucu almayı zorunlu kılıyor. Böyle bir sonucu elde etmenin bazı koşulları bulunmaktadır. Türkiye’nin önüne bir çıkış yolu koymak sorumluluğunu duyan herkesin bu koşulları dikkate alması önemlidir.

1. SİSTEM DIŞI BİR PROGRAM

Birinci koşul, sistemin önümüze koymuş olduğu seçeneklerden bizi ayıran net bir program ile ortaya çıkmaktır. Programda netleşmeden kimi Partileri bir araya getirmek yönünde gösterilen çabaların sonuçsuz kalması kaçınılmazdır.

Türkiye’nin ihtiyacı olan İttifak’ın programı, açık, basit ve genel olmalı ve şu maddelerden oluşmalıdır:

  • Tam bağımsız Türkiye. Atlantik İttifakı içinde Türkiye’nin geleceği yoktur. Arkada kalan 70 yıllık pratiğin de gösterdiği üzere NATO’da bizi bekleyen; iç çatışma, bölünme ve esarettir. Atlantik ittifakı içinde olmak yerine Atatürk’ün Bölge Merkezli Dış Politikası esas alınacaktır.
  • Laik-Demokratik Cumhuriyet. “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar ülkesi olamaz”. Tarikat ve cemaatler, vakıf ya da dernek adı altında faaliyet gösteremez.
  • Halkçı-devletçi, planlı, karma ekonomi uygulanacaktır.
  • Başta Suriye olmak üzere ilgili ülkelerle görüşülerek sığınmacılar en kısa zamanda ülkelerine gönderilecektir.
  • Cumhurbaşkanlığı sistemine hayır, Türkiye’nin ihtiyacı Güçlendirilmiş Meclis Sistemi’dir.

Program genel ilkelerden oluşması şundan dolayı bir zorunluluk olarak önümüze çıkmaktadır. Ayrıntıya girildi mi doğal olarak her Partinin farklı görüşleri vardır ve ortak bir zeminde buluşmak güçleşir. Program, ortak paydası Türkiye olan bütün partileri ve çevreleri kapsamalıdır.

2. ANLAMLI BİR GÜÇ MERKEZİ YARATMAK

İdeolojik olarak sadece kendimize yakın partilerle bir araya gelerek oluşturacağımız birlikler, milletin geniş kesimlerini düşündüğümüz zaman, çok fazla anlam taşımaz. Unutmayalım ki sistem partilerinin en büyük propaganda konusu, kendileri dışında kalan seçeneklerin, fazla bir kuvvete sahip olmadıkları için bir şanslarının olmadığıdır. Ve bu söylemlerinin halkta ciddi bir karşılığının olduğu da bir gerçektir. Sistem içi seçeneklerin bir çözüm olmadığını bilen çok önemli bir seçmen kitlesi, sandığın kurulduğu gün diğer partilere bir şans tanımadığı için sonuç olarak “ehveni şer” tercihi yapmak durumunda kalmaktadır.

Bu engeli aşabilmenin yolu sistem içi üç seçenek dışında kalan partileri, “sistem dışı bir genel program” etrafında birleştirmektir. En rahat anlaşabileceğimiz birkaç parti ile bir araya gelip diğer partilere, ‘hadi siz de bizi destekleyin’ demek gerçekçi değildir. Hiçbir Parti kendisinin öznesi olmadığı bir oluşuma destek vermez.

“Daha fazla parti olursa sorun çıkar.” gibi bir gerekçe ise doğru olmamanın ötesinde, bunu söyleyen söz konusu partiyi, daha en başından ‘kendi kalesine gol atmak’ konumuna düşürür. Böyle bir gerekçeyi ileri süren partiyi halk, en rahat anlaşabileceği partilerle bile “sorun çıkar” gerekçesiyle uzak durmasını gördüğü zaman; “Türkiye’nin devasa sorunlarını nasıl çözecek” diye düşünür.

Kendisini ideolojik olarak aynı yerde duran Partilerle sınırlayanlar ise gerçekte, ülkeyi yönetmek gibi sorunu, ciddi olarak önlerine koymamışlardır. İktidar sorunu aynı zamanda bir cephe (ittifak) sorunudur. Kendilerini sadece kendilerine benzeyenlerle sınırlayanlar hiçbir zaman iktidar olamazlar.

Ortak paydası “Tam Bağımsız Türkiye ve Laik-Demokratik Cumhuriyet” olan herkesi birleştirdiğiniz zaman halkın dikkate alacağı güç merkezi ortaya çıkar.

Dolaysıyla Program belirlendikten sonra atılacak adım, bu program etrafında milletin çeşitli kesimlerini temsil kabiliyetine sahip en geniş ittifakı örgütlemektir. Bu programı savunacak ve toplum içinde karşılığı olan saygın bir Cumhurbaşkanı adayı ve bu adayın sürükleyiciliğinde yürütülecek seçim kampanyası ve alınacak sonuç, milletin beklediği “ümit ışığı” olacaktır.

Ümit ışığının sıradan yurttaş tarafından görülmesi, milletin kitleler halinde ayağa kalkması ve mücadeleye atılması anlamına gelecektir.

Millet ayağa kalkmışsa, mücadeleye başlamışsa artık endişeye gerek kalmamıştır. Atatürk’ün sözleriyle ifade edecek olursak; işte o zaman “Mehmet Savaşı kabul etmiştir!”  Yani Millet kaderini eline almıştır ve gelecek güvencededir.

3. CUMHURBAŞKANI ADAYI

Üçüncü olarak oluşturulacak bu sistem dışı seçeneğin halk içinde karşılığı olan bir Cumhurbaşkanı adayı bulması gerekiyor. Gerçekte Türkiye’nin yeniden Cumhuriyet Devrimi rotasına girmesinden yana çok önemli bir yurtsever (Kemalist–Sosyalist) birikimi bulunmaktadır. Ve bu birikimin seçkin temsilcileri vardır. Arkada kalan çalkantılı yıllarda kendini kanıtlamış, kendi alanlarında önemli bir birikimin sahibi, bagajında hesabını veremeyeceği hiçbir yük olmayan bu kişilerden Partilerin üzerinde uzlaşacağı bir isim, hem aday olmak için gerekli olan 100 bin imzayı rahatlıkla toplar, hem de sistem dışı ittifakın milletvekili seçimlerinde alacağı sonuca olumlu anlamda büyük katkısı olur.

Cumhurbaşkanlığı sistemi; bilinen bütün mahzurlarının yanı sıra, barajın söz konusu olmaması ve ikinci tura kalmanın aşağı yukarı kesin olduğu bir ortamda seçmene, seçimin ilk turunda gönlündeki adaya oy verme olanağını sunması açısından, Türkiye’nin önüne ihtiyaç duyulan “ümit ışığı”nın yanmasına olanak sağlayabilmesi açısından değerlendirilmelidir.

Cumhurbaşkanı adayının, toplumun sadece bir kesimine hitap eden bir konumda olmaması da önemlidir. Farklı toplum kesimlerini, ideolojik olarak siyasi yelpazenin mümkün olan en geniş kesimlerine hitap edebilen ve birleştirici özelliği olan bir Cumhurbaşkanı adayı, günümüz koşullarında tarihi bir rol oynayabilir.

Cumhurbaşkanlığı sistemi, Türkiye’nin 150 yıllık demokratikleşme mücadelesinin ortaya çıkardığı kazanımlara ve Türkiye’nin gerçeklerine uygun yönetim biçimine terstir. Türkiye, en kısa zamanda Abdülhamit istibdadına karşı mücadele içinde ve sonrasında Kurtuluş Savaşı yıllarında emperyalist işgalcilere karşı verilen savaşın ateşi içinde ortaya çıkmış olan ve sonraki 100 yıl içinde de milletimiz tarafından benimsenmiş Meclis Sistemine dönmelidir. Sosyalist Cumhuriyet Partisi’nin hedefi budur.

Ama bununla birlikte 2023 yılında yapılacak olan seçimlere, Cumhurbaşkanlığı Sistemi içinde gireceğimiz de bir vakıadır. Ve bu sistem içinde önemli olan Cumhurbaşkanlığı seçimidir. Meclis, mevcut sistem içinde son derece önemsizleştirilmiştir. Herkesin dikkati, Cumhurbaşkanlığı için adayların kim olduğu üzerindedir. 100 bin imza toplayan her yurttaş bu sistem içinde aday olabilir. Toplum içinde karşılığı olan ve etrafında ciddi bir ittifakın oluştuğu Kemalist- Sosyalist cephenin adayı 100 bin imzayı rahatlıkla toplayabilir. Seçimin iki turlu olması ve yapılacak seçimlerde hiçbir adayın ilk turda yüzde 50+1’i bulamayacak olması, seçimlerin ikinci tura kalması, halkın; seçimlerin ilk turunda gönlündeki adaya oy verebilmesini mümkün kılan gerçekliklerdir. Sistem dışı bir çözüm arayışı içinde olan bütün Parti ve çevrelerin bu durumu bir avantaj olarak görüp değerlendirmesi gerekiyor.

SOSYALİST CUMHURİYET PARTİSİ

Vatan Partisi’nin 2015 yılından sonra bulunduğu devrimci mevziyi adım adım terk etmesi, adeta AKP ile bir ittifak içine girmiş gibi hareket etmesi, Parti içinde büyük huzursuzluklara yol açtı. İdeolojik olarak Bilimsel Sosyalizmi terk ederek kendisini bir cephe örgütü olarak tarif etmesi, siyasi olarak AKP’ye eklemlenmek anlamına gelen politik duruş ve örgütsel bakımdan ise bu gelişmelerin doğal sonucu olarak parti içi demokrasinin yok edilmesi partiden büyük kopmalara yol açtı. Özellikle 2018 yılı ile birlikte yaşanan istifaların sonucunda yolunu ayıran devrimcilerin sayısı yaklaşık olarak 30 bin kişi oldu. 

Yıllar içinde kazanılmış mevziyi korumak için, ne olursa olsun yapılacak olan Genel Kongreye kadar beklemek düşüncesinde olan devrimciler ise, parti tüzüğü ayaklar altına alınarak, Disiplin Kurulu kararları tanınmayarak ve en sonunda Disiplin Kurulu’na “Bir hafta içinde atacaksınız” şeklinde talimatlar verilerek Parti ile ilişikleri kesildi. Bu şekilde Parti ile yolları ayrılan devrimciler, örgütlü olarak mücadelelerine devam edeceklerini açıkladılar. 23 Nisan 2021 günü İstanbul’da düzenledikleri basın toplantısı ile MDD hareketi olarak örgütlendiklerini ve en geç yıl sonuna kadar partileşeceklerini duyurdular. Yaklaşık 10 aylık bir hazırlık çalışmasının ardından 5 Aralık 2021 günü Sosyalist Cumhuriyet Partisi’nin kuruluşunu ilan ettiler.

Sosyalist Cumhuriyet Partisi’nin 2022 yılı başında örgütlenme çalışmalarına başlaması ve bir yıl gibi kısa bir süre içinde 47 ilde örgütlenebilmesi, bir boşluğu doldurduğunu, bir ihtiyacı karşıladığını göstermektedir. SCP örgütlenmiş olduğu 47 ilin yanı sıra 27 ilde de ilişkiler kurmuştur. Seçim kampanyası döneminde bütün bu illerde de örgütlerin kurulması ve ilişkilerin güçlendirilmesi mümkün olacaktır.

SCP, yola çıktığı ilk günden itibaren emekçi halk kitlelerine dayanma politikasının gereği olarak İşçi Sendika Bürosu’nu oluşturdu. İşçi Sendika Büromuz, sınıfın sorunları ve çözümüne ilişkin politikaların oluşturulmasında önemli çalışmalar yaptı. 

Sosyalist Cumhuriyet Partisi, arkada kalan bir yıl içinde mücadele araçlarını yaratmak yolunda da önemli mesafe almış bulunmaktadır. Haber sitesinin İstanbul merkezi oluşturulmuş, yayınevi çalışmalarına başlamış, Youtube kanalının Ankara stüdyosundan sonra İstanbul stüdyosu da Ocak 2023 itibariyle hizmete girmiştir.

Türkiye Devriminin teorisi ve programına ilişkin konuların derinlemesine incelenmesi ve geliştirilmesi amacıyla yayın hayatına başlayan “Bilim ve Sosyalizm” dergimiz internet ortamında bir yıldır yayınını sürdürüyor. Bilim ve Sosyalizm dergisini önümüzdeki aylarda matbu olarak da yayınlama hedefini önümüze koymuş durumdayız.

Sosyalist Cumhuriyet Gençliği 2022 yılında örgütlenme konusunda ciddi adımlar atmış, Gençliğin internet sitesi olan “Sosyalist Cumhuriyet Gençliği” hizmete girmiştir.

Sosyalist Cumhuriyet Partisi’nin kurulması ve örgütlenmesi yolunda atılan bu adımlar, Türkiye’nin önüne bir çıkış yolu koymak açısından hayati önemdedir. Çünkü SCP, Türkiye’nin sadece şu anda içinde bulunduğu durumun tespiti konusunda değil, ne yapılması gerektiği ve daha uzun vadede de gerek Dünyanın gerekse Türkiye’nin yönelimi konusunda da net görüşlere sahiptir.

TÜRKİYE İTTİFAKI ÇALIŞMALARI

Türkiye, ancak Bağımsız ve Laik Demokratik Cumhuriyet’ten yana, mümkün olan en geniş güçleri bir araya getirerek çözebileceği sorunlarla karşı karşıyadır ve zamanı yoktur. Yani Sosyalist Cumhuriyet Partisi, bu seçimlerle ilgili olarak; “En azından geniş kitlelere kendimi tanıtmış olurum ve geleceğe hazırlık yaparım” deme lüksüne sahip değildir.

2023 yılında yapılacak olan seçimler gerçekten de Türkiye için kader seçimi olacaktır. Arkada kalan bütün seçimler öncesinde, çeşitli Partiler tarafından yapılacak seçimlerin neden çok önemli olduğuna dair açıklamalar hep yapıldı. Ama 2023 yılına giderken ekonominin içinde bulunduğu durum, çok ciddi bir milli güvenlik sorunu haline gelmiş olan sığınmacılar konusu, devletin bütün kademelerini aralarında paylaşmış olan tarikat ve cemaatlerin artık iç barışı tehdit eden çok ciddi güç haline gelmiş olmaları, Ege ve Doğu Akdeniz’den Türkiye’ye yönelen ABD destekli tehdit, dış politikada Türkiye’nin geleceği açısından yapılması gereken tercihlerin aciliyet kazanması 2023 seçimlerini gerçekten de son derece önemli kılıyor.

Onun için bugün Sosyalist Cumhuriyet Partisi açısından en önemli görev mevcut potansiyelini örgütledikten sonra 2023 seçimleri sonrasında alacağı sonuçla Türkiye’nin önüne “çıkış yolu” anlamına gelecek bir kuvveti biriktirmektir. Bu da ancak “Türkiye İttifakı” ile mümkün olabilir. Bugün sistem içi seçenekler diyebileceğimiz üç oluşum var. Bunlar Cumhur, Millet ve HDP etrafında toplananlardan oluşuyor. Bu üç ittifak dışında kalan toplam olarak bugün itibariyle dikkate alınması gereken 20’ye yakın Parti daha var. Bu Partilerin önünde sistem dışı bir ittifak içinde bir araya gelmekten başka bir çare kalmamaktadır. Elbette bu tespitimiz söz konusu Partilerin hemen ve kolayca sistem dışı bir seçenek etrafında buluşacakları anlamına gelmiyor. Ama sözünü ettiğimiz “mecburiyet”, Sosyalist Cumhuriyet Partisi’nin bu yöndeki çabalarının olumlu sonuçlanması anlamında koşulları elverişli kılıyor.

MİLLETVEKİLİ SEÇİMLERİNE ORTAK LİSTE İLE GİRMEK

Mevcut “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” içinde Milletvekili seçimlerinin eski önemini kaybettiği bir gerçektir. Hükümet’in tamamen Meclis dışına çıkarılmış olması, Kabineye girecek milletvekilinin, milletvekilliğinden istifa edecek olması, Meclis’in Hükümet üzerindeki denetim yetkisinin kaldırılması, Meclis’i gerçekten de göstermelik bir konuma düşürmüş bulunuyor. Bu durumda Meclis, yüksek maaşlar ve ayrıca milletvekillerine sağlanan olanaklarla birlikte esas olarak 600 kişi açısından kişisel ikbal kapısı haline dönüştürülmüştür. Ama bu gerçek Meclis’te olma olanağının avantajlarını tamamen ortadan kaldırmıyor. Birinci olarak Meclis’te bulunmanın basında yer almak açısından hala sağlamaya devam ettiği avantajlar önemlidir. Ülkenin en önemli sorunlarının Meclis kürsüsünden dile getirilmesi küçümsenmeyecek bir avantajdır. Nitekim bugün sadece birkaç milletvekili ile Mecliste bulunan Partilerin bu avantajı oldukça iyi bir şekilde değerlendirdiklerini görüyoruz. Sosyalist Cumhuriyet Partisi bu olanağı hiç şüphe yok çok daha iyi bir şekilde değerlendirecektir.

Ayrıca Milletvekili seçimlerinde yüzde 3 oy oranına ulaşan Partilerin hazine yardımından yararlanmaları değerlendirilmesi gereken çok önemli bir başka olanaktır. Bugün Türkiye İttifakı içinde yer alması muhtemel Partilerden hiçbirinin kendi başına bu oy oranına ulaşamayacağı da bir başka gerçektir. Bugün kamuoyu yoklamalarında bazı partilerin bu orana yakın veya üstünde sonuçlar alıyor görünmeleri kimseyi yanıltmamalıdır. Sandığın kurulma günü yaklaştıkça, bugün söz konusu partilere oy vermeyi düşünen yurttaşların son anda “oyum boşa gitmesin” kaygısıyla kendilerince “ehveni şer” olarak gördükleri partilere yöneldiklerini biliyoruz. Bu engel ancak sürükleyiciliği olan bir Cumhurbaşkanı adayı etrafında birleşen ve bir araya geldiklerinde geniş halk kitleleri açısından anlamlı bir kuvvet olarak görülecek “Türkiye İttifakı” ile aşılabilir. Onun için milletvekili seçimlerinde en azından yüzde 3’ü aşan bir oy oranına ulaşmak hedeflenmelidir ve bu gerçekçidir. Yüzde 3 oy oranı ve bunun sonrasında elde edilecek mali olanakların, bir yıl sonra yapılacak yerel seçimler düşünüldüğünde ne kadar önemli olduğu ortaya çıkar.

BÜYÜK DEĞİŞİMLERİN YAŞANACAĞI TARİHİ DÖNEM

Dünyamız tarihi değiştiren büyük değişikliklerin yaşandığı bir tarihi dönem içinde bulunuyor. Türkiye ise hem jeostratejik konumu hem de mevcut sistem içinde gidecek bir yolunun kalmamasından dolayı bu büyük değişimi yaşayacak ülkelerin başında geliyor. Dolaysıyla böyle bir dönemde olağanüstü tavırlar almak önemlidir.

Büyük tarihi dönüşümlerin yaşandığı dönemlerde sosyal ve siyasal gelişmelerin akışı hızlanır. Normal zamanlarda on yıllar veya yüzyıllar içinde olan gelişmeler; haftalar, aylar ve yıllar içinde gerçekleşmeye başlar. Kaldı ki insanlığın tarih içindeki yürüyüşünün geçmiş çağlarla kıyaslandığında, büyük ölçüde hızlandığı bir başka gerçektir. Taş çağında değişmeler yüz bin yıllar içinde oldu, Neolitik dönem ve yerleşik hayata geçtikten sonra büyük değişimler, yüz bin yıllardan daha kısa zaman dilimlerinde, bin yıllar içinde gerçekleşmeye başladı. Sanayi devriminin ardından büyük değişimlerin yüzyıllarda gerçekleştiğini gördük. Şimdi ise insanlık bir yandan yapay zekânın adım adım en önemli üretim aracı olduğu bir tarihi evreye geçiyor. Öte yandan sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyayı amaçlayan sosyalistler dünyanın önemli ülkelerinde iktidar oldu veya sosyalistlerin merkezinde olduğu dünya, kapitalist-emperyalist dünyayı hemen her bakımdan – ekonomik büyüklük, askeri güç, bilimsel ve teknolojik gelişmeler vb – geride bırakıyor. İşte böylesine gelişmelerin yaşandığı dönemlerde arkamızda kalan dönemde yüzyıllar içinde gerçekleşen büyük dönüşümlerin on yıllar içinde gerçekleşmesi şaşırtıcı olmayacak. Bu gelişme, tarihin akışına uygundur.

Öte yandan tarihin hızlanan akışı içinde olağanüstü diyebileceğimiz değişimlerin, dönüşümlerin bundan sonra çok daha kısa zaman dilimleri içinde gerçekleşeceğini unutmamak gerekir. Türkiye şimdi, tam da böyle bir zaman dilimi içindedir. 2023 yılında yapılacak seçimlerde sokaktaki sıradan yurttaşın aklında kalacak bir sonucu alacak olan “sistem dışı seçenek”, sonrasında yapılacak seçimlerde en büyük iktidar adayı haline gelebilir. 

2023 seçimlerinden sonra, şu an en büyük iktidar adayları olan sistem içi seçeneklerden hangisi kazanırsa kazansın, Türkiye’yi bekleyen; çözümsüzlüğün derinleşmesi, arayışın daha da güçlenmesi ve Türkiye’nin çok geçmeden yeni bir iktidar arayışı içine gireceği gerçeğidir. Sosyalist Cumhuriyet Partisi ve Türkiye İttifakı içinde yer alan bütün diğer Partiler ve güçler bu gerçeği göz önüne alarak hareket etmek mecburiyetindedirler. 2023 seçimlerinin ardından Türkiye’nin bir erken seçimler dönemine gireceğini söylemek kehanet olmayacaktır. Emperyalizmin, gelişmekte olan ülkelerdeki yönetimleri, ihtiyaç duyduğunda askeri darbeler ve diğer hukuk dışı yollarla belirlediği dönemin geride kalmış olması, halkın iradesiyle yönetimlerin belirleneceği bir döneme adım atığımızın önemli bir kanıtı olarak alınabilir. 

Kısacası Dünyamızın gelişmekte olan ülkeleri, demokratik yollarla kaderlerini belirleme açısından çok daha elverişli bir tarihi dönemin içindedir.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir