Vatanın Geleceğine Suikast

Siyasal İslamcılar, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Türkiye’nin Atlantik kampına dahil olmasıyla birlikte “Cenazelerimizi kaldıracak imam bulamıyoruz.” gerekçeleriyle imam hatip okullarının açılmasını sağladılar. 70 yılın sonunda ise, ülkenin imam hatip ihtiyacı ile açıklanamayacak sayıda imam hatip okulu sayısına ulaşmış bulunuyoruz. Daha da önemlisi ders müfredatındaki değişiklikler ile aslında bütün eğitim imam hatipleştirildi.  Çünkü amaç, yeniden Orta Çağ’a dönmektir. Hayatın her alanının ve siyasetin, dini esasların referans alınarak düzenlenmesidir.  Öyle olunca asıl niyetleri, ihtiyaç duyulan din adamının yetiştirilmesi değil, hangi görevde bulunursa bulunsun, hangi işi yapıyor olursa olsun bütün yurttaşların din eğitiminden geçirilmesidir.

            Öte yandan şöyle bir gerçek var: 21. yüzyıl dünyasında yaşıyoruz. İmam hatip okullarında dogmalarla eğitilen genç, gelişen teknolojinin sunduğu olanaklarla, bilgisayarıyla, cep telefonuyla bütün dünyayı takip edebiliyor. Din eğitiminde kendisine öğretilenlerle gerçek hayatın birbiriyle çeliştiğini gören imam hatipli gençler arasında deist, ateist görüşlerin yaygınlaştığını siyasal İslamcıların kendileri tespit ediyorlar ve söylüyorlar.

            Bulunan “çare”, çocuklara yönelik Kuran kurslarını yaygınlaştırmak ve Kuran kurslarına başlama yaşını mümkün olduğunca erkene almaktır. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş son zamanlarda yaptığı konuşmalarda ısrarla 4 -6 yaş çocuklara yönelik Kuran kurslarının yaygınlaştırılmasının önemini anlatıyor İl müftülüklerinin çalışmalarında başarı ölçütünün, ne kadar 4 – 6 yaş Kuran kursu açtıkları ve bu Kuran kurslarına devam eden çocuk sayısının ne kadar olduğu ile belirleneceğini söylemesi, bu gerçekliğin sonucudur ve aynı zamanda siyasal İslamcıların bulduğu “çareyi” göstermektedir.

EĞİTİMİN AMACI

Bir arkadaşım anlattı. Ankara’daki bir akrabası “oğlum dinini öğrensin, iyi bir çocuk olsun” düşüncesi ile sekiz yaşındaki çocuğunu Kuran kursuna gönderiyor. Kursa devam eden çocuk bir müddet sonra kız kardeşine neden başını örtmediğini ve günaha girdiğini söylemeye başlıyor. Daha da ötesi babasının veya diğer erkeklerin kendi kızıyla da olsa bir yerde yalnız kalmaması gerektiğini söylüyor. Ablasına, “Erkeklerle yan yana oturma!” demeye başlıyor. Yine söylediğine göre ‘Kuran kursu hocası onlara Allah tarafından gönderilmiş.’ vb. Aile bir müddet sonra çocuğu Kuran kursuna göndermekten vazgeçmiş. Arkasından çocuğun normal haline dönebilmesi için bir psikoterapiste gitmek zorunda kalmışlar.

            Bu basit bir örnektir. Bu örnekten çıkan sonuç; bırakalım 8 yaşındaki çocukları, ısrarla 4 – 6 yaş grubundaki çocukları Kuran Kurslarına göndermek isteyenler, gerçekte bu ülkenin geleceğine karşı en büyük cinayeti işliyorlar. Cumhuriyet devriminin, laikliğin ve Atatürk’ün tescilli düşmanı Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, 4-6 yaş çocukların Kuran kurslarına gitmeleriyle ilgili olarak geçen ay çıktığı Şırnak gezisinin ardından yazılı bir açıklama yaptı.

Önce Erbaş’ın yazdıklarını okuyalım: “4-6 yaş grubu sınıflar açıyoruz. O sınıflarımıza ne kadar çok çocuk gelirse istikbalimiz o kadar aydınlık olacaktır inşallah.” “Eğitim bilimci ve psikologlara göre de insanoğlunun karakter yapısının yüzde 70’i, yedi yaşından önce oluşuyor.” “Biz istiyoruz ki 7 yaşından önce çocuklarımıza sevgiyi, saygıyı, dürüstlüğü öğretelim.”  Diyanet İşleri Başkanı’nın bu sözleri son derece önemlidir, aslında bir itiraftır. Bir yanıyla gerçekleri ifade etmektedir. Bir yanıyla da ülkemizin ve çocuklarımızın, kısacası geleceğimizin yüz yüze olduğu tehlikeyi göstermektedir.

NASIL BİR EĞİTİM?

            Birinci olarak insan karakterinin yüzde 70’inin hatta belki de daha fazlasının, yedi değil beş yaşına şekillendiği bilimsel bir gerçektir. Yani çocuk, araştıran, sorgulayan bir kişiliğe mi sahip olacak, yoksa genel olarak hayatın, toplumun ve kendi geleceğinin vb. tartışılmaz ve “değiştirilemez” birtakım kararlar ile önceden belirlenmiş olduğu gibi düşünceyle mi eğitilecek?

            Açıktır ki 4 yaşında Kuran kursuna başlatılan çocuk, bir takım “tartışılamayan”, ve “sorgulanamayan doğrular” olduğunu ezberleyerek hayata başlayacak. Okul öncesi eğitim çağındaki küçücük çocuklara sure ezberletmeyi amaçlayan Kuran kursları (DİB’na verilen raporlara göre birinci dönemde çocuklara başarı duası, Sübhaneke, İhlas, Kevser, Fatiha, Salavat ve Rabbena; ikinci dönemde ise Nas, Felak, Amentü ve Ayetel Kürsi ezberletilecek) gerçekte, çocuğun zihinsel gelişimini berhava etmekten başka bir anlama gelmez.

            Böyle bir eğitimden geçen çocuk, 21. yüzyılın dünyasının hangi ihtiyacına cevap verecektir? Bugüne kadar Nobel bilim ödülü alan kaç Müslüman var ve bunun nedeni üzerinde biraz düşünmek gerekmiyor mu? Müslüman ülkelerde bir yıl içinde yeni buluş anlamında kaç patent başvurusu yapılıyor? Cevap son derece olumsuzdur. Bilimsel gelişmede bütün insanlığa önderlik eden İbni Sina, Farabi, Biruni, İbni Haldun vb. gibi bilim adamlarının İslam’ın akılcı akımı olan Mutezile’ye mensup olduklarını, ama özellikle 12. yüzyıldan sonra İslam dünyasına hâkim olan nakilciliğin, yaklaşık bin yıldır insanlık için bilimsel gelişme alanında sözü edilecek tek bir buluşun sahibi olmadığını belirtelim.

            Kısacası bugün 4-6 yaş çocuklarını bilimsel esaslara göre değil de nakilciliğe göre eğitmeye kalkanlar, İslam’daki Mutezile akımının mirasçıları değiller tam tarsine olan binyıldır insanlığa en ufak bir katkısı olmayan nakilciliğin (Selefiliğin) mirasçılarıdır. Onun için İslam dünyası yaklaşık sekiz yüz yıldır bilimsel gelişmede, refahta vb. her alanda dünyamızda en gerilerde bulunuyor.

İNSAN OLMA EĞİTİMİ

            Ali Erbaş “Biz istiyoruz ki çocuklarımıza önce sevgiyi, saygıyı, dürüstlüğü öğretelim.” diyor. Peki biz de soralım: Şeriat düzeni ile yönetilen hangi ülkede çocuklar sevgi, saygı ve dürüstlük öğretilerek büyüyorlar? Tam tersine bu ülkelerin tümü, söz konusu insani özelliklerin hepsinde dünya ülkeleri sıralamasında ne yazık ki en altlarda bulunuyorlar.

Atatürk Türkiye’sinde bırakalım 4-6 yaş grubundaki gencecik dimağlara tartışılamayacak/sorgulanamayacak “doğrular” boca etmeyi, uzunca bir süre din eğitimi de yoktu. Ama Cumhuriyet devrimi yıllarındaki gençlik, bugün artık gıpta ile andığımız sevgi, saygı ve dürüstlükle eğitildi. Kendini düşünmenin ayıp olduğu, küçümsendiği, en büyük mutluluğun kendinden önce vatanı ve milleti düşünmekle elde edileceği, Cumhuriyet devriminin genç kuşaklara verdiği eğitimin temel taşlarıydı. Öyle olduğu içindir ki Amerikancı 12 Eylül darbesine kadar ve o darbe sonucunda dini eğitimin zorunlu hale getirilmesinden önce, Türkiye’de sokakta rastladığın her kişi, aynı zamanda güvenebileceğin bir “yurttaş”ındı.

            Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti’nde 1970’lere kadar şehir ve kasabalarda bile sıcak yaz gecelerinde evlerin kapıları kapatılmazdı. 20 yıllık “İslamcı” AKP iktidarının sonunda bugün ise bırakalım dış kapıların açık olmasını, birinci veya ikinci katların pencerelerinin açık olması bile hırsızlık vakaları için yeterli olabiliyor. Türkiye’nin yakın tarihi Ali Erbaş’ın söylediklerinin tam tersini doğruluyor.

İsteyen herkes verilere çok rahat ulaşabilir. Cumhuriyet devrimi Türkiye’sindeki suç oranları ile AKP iktidarı dönemindeki suç oranlarını karşılaştırın; dağlar kadar farkın olduğunu göreceksiniz. 1974 yılında 40 milyonluk Türkiye’de hapisteki tutuklu ve mahkûm sayısı toplam olarak 45 bin kişi idi. 82 milyonluk bugünkü Türkiye’de hapiste 300 binin üzerinde tutuklu ve mahkûm bulunuyor. Nüfus iki kat, tutuklu ve mahkûm sayısı sekiz kat artmış. 12 Eylül ile birlikte din eğitimi zorunlu hale getirildi.  AKP ise ihtiyacın yüz katı kadar imam hatip lisesi açtı ve bütün eğitimi imam hatipleştirdi. İşte bütün bu uygulamaların basit ve çarpıcı sonucu budur. AKP’nin din eğitimi dürüst ve milletine – vatanına bağlı yurttaş yetiştirmiyor, suçlu yetiştiriyor.

KİMİN GELECEĞİ

            Ali Erbaş, “Ne kadar çok 4-6 yaş grubu çocuğu Kuran kursuna alabilirsek geleceğimiz o ölçüde aydınlık olacak inşallah” derken son derece haklı! Ancak burada bahsettiği “gelecek”, milletin geleceği değil, “ekmeğini dinden kazananların”, başka bir deyişle “ekmeğini, çalışanların sırtından kazananların” geleceği.

            Müslüman dünyanın en büyük sorunu “ekmeğini dinden kazanan bir ruhban sınıfının yaratılmış olduğu” gerçeğidir. Arkada kalan 14 yüzyıl içinde diğer dinlerden farklı olarak Müslüman dünyada bir din adamları sınıfı olmadı. Din adamları, aynı zamanda birer mesleği olan insanlardı. Esnaftılar, çiftçiydiler, tüccardılar vb. Namaz saatinde cemaatin önüne geçip namazı kıldırıyor, sonra da kendi işlerine dönüyorlardı.

            20. yüzyılda ise İslam dünyasında emperyalizme bağımlılığın bir sonucu olarak devletten maaş alan bir din adamları sınıfı ortaya çıktı. Türkiye’de de bu uygulamaya adım adım 1950 sonrasında geçildi. Bütün yaptıkları Müslüman olan herkesin, istediğinde zaten yaptığı ibadeti yaptırmak olan, bunun karşılığında milyonlarca emekçinin kazancının en az iki katı maaş alan bir din adamları sınıfı; daha doğrusu bir ruhban sınıfı. İşte bu ruhban sınıfının geleceğini, gerçekten de daha dört yaşındayken gencecik beyinleri sorgulayamaz, şüphe duyamaz ve dolaysıyla itiraz edemez hale getirmeniz durumunda garantiye alabilirsiniz.

            Geçen yıl imam hatip ortaokullarından mezun olan öğrencilerin yarısı imam hatip liselerine gitmemiş. AKP iktidarının normal liseleri keyfi olarak imam hatip liselerine çevirmesi ve olanağı olmayan öğrencilerin deyim yerindeyse zorla gitmeleri söz konusu olmasa, imam hatip liseleri kayıt olacak öğrenci bulamayacaklar. Ali Erbaşları panikleten ve daha dört yaşındaki çocukların beyinlerini ele geçirme eylemine yönelten bu gerçekliktir.

Öte yandan 4-6 yaş çocuklara yönelik eğitimin ülkemizde yaklaşık sadece dokuz yıllık bir geçmişi olduğunu belirtelim. Bu durumun belli başlı iki açıklaması bulunuyor. Birincisi, İslamcılar, imam hatip liseleri ve ortaokulları ile amaçlarına ulaşamayacaklarını gördüler ama daha dört yaşında olan çocuğu din eğitiminden geçirirlerse istedikleri insanı yaratabileceklerini düşündüler.

İkinci olarak ruhban sınıfı bir kez ortaya çıktıktan sonra kendi varlığını haklı göstermek ve bunu kamuoyuna kabul ettirmek için deyim yerindeyse “iş icat etmektedir.” Durmadan cemaati olmayan camiler inşa etme, erkekler için ayrı, kadınlar için ayrı vaizler yetiştirme, Kuran kurslarına devam eden çocuklar için yaş sınırlamasını kaldırarak Kuran kursunu okul öncesi eğitim yerine ikame etme (Türkiye’de buna olanak veren yasa 7. 04. 2012 tarihinde resmî gazetede yayınlandı. Ardından ilk elde 10 ilde pilot uygulamaya geçildi. Ertesi yılda bütün illerde 4-6 yaş çocuklarına yönelik Kuran kursları faaliyete geçirildi.) bir yanda öğrenci sayısı azaldığı gerekçesiyle köy okulları kapatılıp taşımalı eğitime geçilmesiyle öğretmenler köylerden sürülürken öte yandan cemaati olmayan camilere imamlar atayarak bütün köyleri imamlara teslim etme vb. bütün bunlar yaratılmış olan ruhban sınıfı için “icat edilmiş” işlerdir.

Kısacası 4-6 yaşlarındaki çocuklara yönelik Kuran kursları; bir yanıyla eğitimde yaş sınırlamasını kaldırarak ülkenin yeni yetişen kuşaklarını okul öncesinden başlayarak zihnen dini dogmaların esiri haline getirmeyi, diğer yanıyla ise giderek büyüyen ruhban sınıfının kendi varlığının gerekliliğini millete kabul ettirmek için icat edilmiş yeni bir iş olmaktan başka anlama gelmiyor.

Her iki durumda da zarar gören Türkiye’dir. Yapılan, Türkiye’nin geleceğine suikasttır ve ülke kaynaklarının ülke zararına ama ekmeğini dinden kazanan ruhban sınıfının yararına kullanılmasıdır.

Yorum bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir