Yıldırım Koç’un yeni ve değerli yapıtı

Rus yazar Yuri Banderan “Her kitap ilk satırları yazılmadan çok daha önce başlar.” der. Yazdığı yapıtlar dikkate alındığında Banderan’ın bu özdeyişindeki “çok daha önce” deyişi, Yıldırım Koç gibi bir yazar bakımından, tam anlamıyla doğruyu ifade eder. Yıldırım Koç sistemli, ısrarlı, yoğun okumalarla kendini kitap yazacağı konulara hazırlayan, yıllarını veren, hatta kendini adayan bir bilim insanı ve yazardır.

Önümde şimdi onun “ATATÜRK VE SOSYALİZM/Türkiye’ye Özgü Bir Sosyalizm Modeli” adlı kitap çalışması var. Okuyup bitirdim. Bitirdim ve yazı yazacağım bu kitap çalışması hakkında. Çeyrek yüzyılı geçti benim kitap eleştirisi ve tanıtımı yapmamın tarihi. Aslında rutin bir iştir bu benim için, bugüne dek 1000’i geçen sayıda kitabı okumuş, yarım dosya kâğıtlarına notlar almış, o notlara bakarak yazılar yazmış ve o notları ilgili kitabın ilk sayfasına koymuşumdur o yapıttan yararlanmak gerektiğinde bakmak için.  Ama şimdi heyecanlıyım, azıcık kaygılıyım, bu önemli ve değerli çalışmanın hakkını verebilecek miyim? Sayın Mehmet Bedri Gültekin, uzunca bir “sunuş yazısı” yazmış, o sunuşu da yeni bir sunuşla okura aktarabilecek miyim?

Bu kitap hakkında çıkardığım notlara bakarak hele başlayayım bakalım, umarım başarırım.

Sayın Koç, kitabına ekonomi tarihimiz açısından utanç ve ibret örneği olan iki sözle başlıyor. Bu sözlerin ilki bir başbakana, ikincisi de bir cumhurbaşkanına ait. Okuyalım onları:

“Son sosyalist devleti yıktık.” Tansu Çiller

“Devlet içindeki Sovyetler Birliği çöküyor.” Abdullah Gül.

Atatürk devletçiliğine indirilen darbelerin; haraç-mezat satılan, kapatılan, yok edilen cumhuriyetin ekonomik birimlerinin acı öyküsü bu iki söze sığıyor. Türkiye’nin son otuz yılını bilenler bunu pek güzel algılarlar.

Algılarlar ama Atatürk devletçiliğine dönüş konusunda, Atatürk ve Sosyalizm konusunda kafalar pek karışıktır ülkemizde. Yıldırım Koç bu olguya da dikkati çekiyor, nedenlerini de anlatarak. Askeri darbeler, Atatürk’ün adını kullanarak yaptılar o zulümlerini, yanlışlarını ve ihanetlerini… Bu durum sosyalistlerde bir Atatürk düşmanlığına yol açtı, ne yazık ki. İşte tam burada sözü Yıldırım Koç Hoca’ya bırakmak gerek, çünkü o, bu gereksiz, bilinçsiz, yararsız düşmanlıklara karşın, “İhtiyaç Duyduğumuz Atatürk’ü” bize anlatma çabasında:

“Sosyalistler olarak Atatürk’ün kıymetini gerektiği gibi bilebildik mi? Türkiye Komünist Partisi’nin 1920’lerden itibaren yaptığı açıklamaların bazılarında Mustafa Kemal Paşa bir düşman olarak ilan edildi. 12 Mart 1971 Darbesi ve özellikle de 12 Eylül 1980 Darbesi sonrasında askeri tutukevlerinde yapılan baskı ve işkencelerde Atatürk kullanıldı. Mamak Askeri Cezaevi’nde tutuklulara baskı yapmada Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ve Atatürk’ün Orduya Mesajı kullanılırdı. İnsanlar, yapılan baskılarla Atatürk’ü özdeşleştirme eğilimindeydi. 12 Eylül Darbecilerinin Atatürk’ü kullanmaları, sosyalist solda Atatürk karşıtlığını pekiştirdi. CHP ise Atatürk’ün reddettiği ‘sosyal demokrat’ çizgiye savruldu.

Atatürk’e çok ihtiyaç duyduğumuz günlerden geçiyoruz. Ancak ihtiyaç duyduğumuz, büyük bir devlet adamı olan İsmet İnönü’nün, saygın bir politikacı olan Bülent Ecevit’in anlattığı Atatürk değildir.

İhtiyaç duyduğumuz, sermayedar sınıf ve yandaşları tarafından, Batı hayranı ve özel sektörcü olarak tanıtılan Atatürk değildir.

İhtiyaç duyduğumuz, 12 Eylül Darbecilerinin Atatürk’ten nefret ettirmek için sundukları Atatürk değildir.

İhtiyaç duyduğumuz, zamanı geldiğinde atacağı önemli adımlar öncesinde ve sonrasında yaptığı açıklamalarıyla ve uygulamalarıyla, insanın insanı sömürmediği bir dünya doğrultusunda bağımsız ve demokratik Türkiye’de devletçi, halkçı ve planlamacı politikalar uygulayan Atatürk’tür; sermayedar sınıfa karşı işçi sınıfının yanında yer alan Atatürk’tür.  

Atatürk’ün açıklama ve uygulamaları dikkatle, önyargısız ve hesapsız bir biçimde incelendiğinde, ortaya Türkiye’ye özgü bir sosyalizm modeli çıkmaktadır.

Atatürk’ten önce ve onun döneminde topraksız ve az topraklı köylülüğün toprak ağalarına karşı bir mücadelesi yoktu. Sınıf çıkarları henüz üretim araçları üzerinde toplumsal mülkiyetten yana olmayan, yüzyıllardır birbirinden kopuk ve içine kapanık köylerde yaşayan köylülerden, gelişmiş kapitalist ülkelerdekine benzer bir sosyalizm yaratılamazdı. Buna, Atatürk’ün bile gücü yetmezdi, yetmedi.

İşçi sınıfının mavi yakalı kesimlerinin durumu da parlak değildi. İşçi sınıfının büyük bölümünü oluşturan bu kesimlerinin sermayedar sınıfa karşı mücadelesi ise çok sınırlıydı.”

Atatürk’ün düşünce, devrim ve uygulamalarından yola çıkarak “Yeni Bir Dünya” yaratmak da mümkündür, diyor yazarımız. O satırlar da çok önemli, onları da sunmam gerek:

“Başka bir dünya mümkün mü?

(i) Sömürünün ve baskının olmadığı, üretim araçlarının çoğunun mülkiyetinin emek yanlısı devletin elinde olduğu, insanların toplumsal üretime yeteneklerine göre katkıda bulunup üretilen ürünlerden ihtiyaçlarına göre pay aldığı, yoksulluğun ve adaletsizliğin olmadığı, (ii) insanların bencillikten kurtulup birbirine kardeşçe, yoldaşça, dostça yaklaştığı, (iii) doğanın sunduğu zenginliklerin akıllı bir biçimde kullanıldığı bir dünya yaratılamaz mı?

Geçmişte böyle veya benzeri bir dünya düşünen ve/veya yaratmaya çalışan çok sayıda insan oldu. Atatürk bu insanların en önemlilerinden biriydi. Bugün de bu mücadeleyi sürdüren insanlar var.

Böyle bir dünyanın yaratılabilmesi için, kâr düzeninin sona erdirilmesi veya en azından, devletin sıkı biçimde kontrolü altına alınması şarttır. Diğer bir deyişle, hayatın her alanında devlet veya kamu mülkiyeti, devlet denetimi, devletin yönlendirmesi zorunludur. Mal üretimi ve hizmet sunumunun kâr amaçlı olmaktan çıkarılarak, insanların ihtiyaçlarını esas alan biçimde sürdürülebilmesi ancak özellikle üretim araçları üzerinde kamu mülkiyeti veya devlet mülkiyetiyle mümkündür. Atatürk’ün kurduğu düzende devletin böylesine önemli bir rolü ve işlevi vardı.

Böyle bir dünyanın yaratılabilmesi için, planlı ekonomiye ihtiyaç vardır. Elinde olanak bulunanlar, kendi kârlarını azamileştirmek için istedikleri gibi yatırım yapamamalıdır. Ekonominin yönetimi, ‘piyasa’ adı verilen sermaye sahiplerine terk edilmemelidir. Devlet, ekonomiye çeşitli biçimlerde doğrudan yön vermenin ötesinde, ekonominin bütününü planlamalı ve özel sektöre de bu plana uyma yükümlülüğü getirmelidir. Atatürk’ün kısmen kurabildiği ekonomik yapıda bu yapılmaya çalışıldı.

Böyle bir dünyanın yaratılabilmesi için, insanların kulluktan veya kölelikten kurtulması, temel ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılanması, insanların refah ve güvenliğinden devletin sorumlu olması gerekmektedir. Atatürk’ün Türkiye’de öncelikli olarak halkçılıkla yapmak istediği buydu. Ancak şeyhlerin, toprak ağalarının, aşiret reislerinin, padişahın, halifenin, din adamlarının kulluğundan kurtulan insanlar demokrasi uygulayabilir. Bu listeye kadınların erkek kulluğundan, işçilerin de sermayedar kulluğundan kurtarılması eklenmelidir. Atatürk, elindeki çok sınırlı olanaklarla, bunlara çaba gösterdi.

Çağımızda bunların uygulanabildiği düzenlere ‘sosyalizm’, bunları yapmaya çalışanlara veya yapanlara da ‘sosyalist’ deniyor.”

Sosyalizmin de aslı esası var yukarıdaki satırlarda, Atatürk sosyalizm ilişkisinin açarları da.

Bu açarları ayrıntılamış yazarımız, onları da şöyle ana başlıklar halinde sunayım:

– Anadolu’da Baba İlyas ve Baba İshak’ın başını çektiği Babailik hareketi, Şeyh Bedreddin’in müridi Börklüce Mustafa’nın ve benzer birçok devrimcinin çabaları, baskı ve sömürüye karşı başkaldırma ve eşitlikçi bir dünya yaratma mücadelesinin örnekleridir. Bunlar başarısız kaldı; Atatürk başarılı oldu.

-Sosyalizm düşüncesi Marx ve Engels’le sınırlı değildir.

– Atatürk, ütopyalara ilişkin kitaplar yazmadı. Günün koşullarında yapılabilecek olanın en fazlasını, zamanı geldiğinde, koşullar olgunlaştığında veya koşulları olgunlaştırdığında, adım adım uygulamaya koydu. Son derece gerçekçi değerlendirmeler temelinde, insanın insanı sömürmediği ve ezmediği, insanların dostça yaşadığı bir Türkiye yaratmaya çalıştı. Bunun için başvurduğu araçlar da devletçilik (üretim araçları üzerinde kamu mülkiyeti veya toplumsal mülkiyet veya devlet mülkiyeti), ekonomik hayatın büyük bölümünün devletin kontrolü altında olması, ekonomik planlama ve halkçılıktı. Sosyalizm bundan başka nedir ki!

Sayın Yıldırım Koç’un bu kitabında Atatürk’ün Bolşevizm ve Sovyetlerle özellikle Kurtuluş Savaşı yıllarındaki ilişkileri de son derece ayrıntılı olarak ele alınmış. Kurtuluş Savaşı yıllarının en önemli yayın organı Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nin yazıları burada en baş sırayı alıyor. “Daim Sola Daim Sola” kitabımda ben de o yazılardan yararlandığım için bilirim o yazıların önemini ve Türkiye’deki tüm aydınların ve siyasetçilerin de bilmesini dilerim.

Doğan Avcıoğlu’nun 1920-1938 döneminde milletvekilliği ve 1925-1938 yıllarında da dışişleri bakanlığı yapmış olan Tevfik Rüştü Aras’la yaptığı ilginç bir röportajdan alıntılar da yapmış bu kitabında Yıldırım Koç. Mustafa Suphi ile ilgili çok özel bilgiler veriyor Tevfik Rüştü Aras. “Mustafa Suphi Olayı ve Edebiyata Yansımaları” adlı kitabımı yazarken, o bilgilere ulaşamamış olduğuma çok hayıflandım ama değerli yazarımızı alkışlamaktan da kendimi alamadım.

Tevfik Rüştü Aras’ın verdiği diğer bilgiler de şöyle: “CHP kurulurken sosyalist ilkeleri programa geçirmeye çalıştık. Ama Hasan Saka gibi liberaller karşımıza çıktı. Atatürk’ün cihanda sulh, yurtta sulh prensibi, manasını bilmeden kullanılıyor. Aslında bu prensip, sosyalist bir görüşü ifade eder. Cihanda sulh, barışın ortak savunulmasını, kolektif barışı temsil eder. Yurtta sulh ise, sınıf mücadelelerinin keskinleşmesine sebebiyet vermeden, ahenkli bir sosyal emniyet düzeni içinde kalkınma hedefini gütmekteydi. Cumhuriyetin ilk yıllarında sınıflar, tam teşekkül etmemişti. İptidai halde zenginler vardı. Sınıf şuuru pek gelişmemişti. Burjuva yaratma sevdası, birtakım aptallıkların sonucudur. Ve Atatürk’ün yurtta sulh prensibine muarızdır.”   

Devam edelim bu değerli yapıttan söz etmeye: “Atatürk Bolşeviklik konusunda çok dikkatli ve açık bir çizgi izledi. Bolşeviklik hem Sovyet Rusya’ya bağımlılık anlamına geliyordu hem Sovyet Rusya’ya bağımlılık anlamına geliyordu hem de Rusya’nın ve Türkiye’nin şartları her açıdan farklıydı.”

İşte Atatürk’ün farkı budur, büyüklüğü, ileri görüşü, doğru yaklaşımı budur. Ne yazık ki Türk Solu, çoğu zaman bunu böyle anlamamıştır. Yıldırım Hoca, bu dediğimi daha açık bir biçimde dillendiriyor: “O dönemde sırtını Sovyetler Birliğine dayayarak ayakta duran bir TKP’nin Atatürk’ün yaptıklarını başarma şansı kesinlikle yoktu.”

Peki Atatürk Devletçiliğinin ekonomik olaylara ve ekonomik sistemlere bakışı ne idi, uygulamaları nasıl olmuştu. Bu bağlamda da bu kitapta özel bilgiler var. İşte onlardan birkaçı:

-Atatürk açısından devletçilik, burjuvazi yaratmanın veya burjuvaziye yardım etmenin bir aracı değildi.

-Atatürk’ün toprak ağalarıyla ve büyük toprak sahibi dini vakıflarla mücadelesi… Bu konu ülkemizde çok az biliniyor ya da yanlış biliniyor. Doğrusunu tüm ayrıntısıyla bu kitap söylüyor.

Yazarımız, Atatürk’ün devletçilik uygulamalarının hangi alanlarda olduğunu bir tamam yazmış. Bu konuda onca okumuş ve de kitap yazmış bir insanım, bu derece ayrıntılısını hiç görmemiştim. Bu da Yıldırım Koç farkı. Sayalım bunları kitaptan alarak, ayrıntılarını kitaptan okusun dileyen:

-Tarımda devletçilik

-Madencilikte devletçilik

-Tekelde devletçilik

-Şeker üretiminde devletçilik

-Sümerbank’ta devletçilik

-Milli savunma fabrikalarında devletçilik

-Demir-çelik üretiminde devletçilik

-Sağlık ve eğitimde devletçilik

-Tersanelerde devletçilik

-Elektrik üretimi ve dağıtımında devletçilik

-Bankacılıkta devletçilik

-Deniz taşımacılığında devletçilik

-Demiryolu taşımacılığında devletçilik

-Havayolu taşımacılığında devletçilik

-Liman işletmeciliğinde devletçilik

-PTT’nin güçlendirilmesi

-Ekonominin diğer alanlarında devletçilik

-Tuz tekeli

-Barut ve patlayıcı maddeler tekeli

-Kibrit ve çakmak tekeli

-Petrol ve benzin tekeli

-Reasürans teke

-Afyon tekeli

-Kızılay denetiminde tekel

-Milli piyango

Yıldırım Koç, hiç kimsenin sormaya akıl ve cesaret edemediği bir soruyu soruyor ve yanıtını da veriyor: “Atatürk niçin Türkiye’yi işçi sınıfına değil de gençliğe emanet etti?” Soruyu yazdım yanıtını yazmıyorum, bu kitabı alıp okuyacaksınız başka çözümünüz yoktur.

Bir başka önemli soru daha soruyor değerli yazarımız: “Milliyetçilik ve sosyalizm çelişir mi?” Hadi bunun yanıtını aktarayım size: Diyor ki Yıldırım Koç: “İki türlü milliyetçilik vardır, birisi anti-emperyalist milliyetçilik, öteki de emperyalist milliyetçilik, sosyalizmle çelişen ikincisidir. Ve şu içselleştirilmesi, belleklere nakşedilmesi gereken görüşleri açıklıyor: “Atatürk döneminde enternasyonalizmin anlamı bağımlılık, milliyetçiliğin anlamı bağımsızlıktı.”

Bu kitapta katılmadığım hiçbir şey yok mu peki? Var, bir tane var. Diyor ki Yıldırım Koç Hoca: “Atatürk’ün attığı adımlar, kapitalizm ve sosyalizmin dışında üçüncü bir yol değildi; üretim araçları üzerinde toplumsal mülkiyete dayalı, sermayedar sınıfın gücünün kontrol altına alındığı, temel kamu hizmetlerinin devlet tarafından parasız olarak sağlandığı, işçi hak ve özgürlüklerine saygı gösterilen, sınıf çatışmalarına gerek kalmaksızın Türkiye’ye özgü bir sosyalizm kurma mücadelesiydi.”

Üçüncü yol mu değil mi bunu Atatürk’ün kendi sözleriyle irdeleyelim ki gerçek ortaya çıksın. Atatürk İzmir’de yaptığı bir konuşmada şunları söylüyordu (Kemal Zeki Gençosman’dan alıntılayarak veriyorum):

Yeni Türkiye ekonomisi mevcut ekonomi sistem ve politikalarının hiçbirinin aynı olamaz. Memleketimizin ekonomik anlam ve ihtiyacına, ekonomi tarihimizin ruhuna başlı başına bir ekonomi politikası takip etmek zorunludur. Biz ekonomi meslekleri tarihindeki okullardan hiçbirine mensup değiliz. Ne ‘Bırakınız geçsinler, bırakınız yapsınlar’ okuluna, ne de sosyalist, komünist, etatist[1] veya himaye okullarından değiliz. Bizim de yeni Türkiye’nin yeni ekonomi anlayışına göre bir ekonomi okulumuz vardır. Buna ben ‘Yeni Türkiye Ekonomi Okulu’ diyorum.

Yukarıda saydığım okullardan hiçbirine mensup olmamakla birlikte, ülkemizin ihtiyacına göre bunlardan yararlanmayı da ihmal etmeyeceğiz. Yeni Türkiye karma bir ekonomi sistemi takip etmelidir. Ekonomik girişimler kısmen devlet ve kısmen özel sektör tarafından el alınmalıdır.”[2]

Hikmet Bil de aynı koşutlukta bilgiler veriyor, hatta üçüncü yolu telaffuz ediyor:

“Gerçek odur ki; Atatürk’ün en büyük devrimlerinden biri de kuşkusuz ekonomik devrimidir. Atatürk kendine öz, bize öz bir ‘ekonomik sistem’ yaratmıştır. O sistem, gerçekten de ne sağa çekilebilir ne de sola. O kapitalist ve sosyalist ekonomik sistemler yanında ÜÇÜNCÜ BİR SİSTEMDİR. Kısacası Atatürk, ‘anti kapitalist’ ve ‘anti sosyalist’ bize öz sistemiyle, geri kalmışlığın zincirlerin koparıp ele güne muhtaç olmadan sorunlarımızı çözebilmemiz için ekonomide de yepyeni bir çığır açmış ve dünyaya örnek olmuştur.”[3]

Atatürk’ün bu sözlerini ve satır aralarını nasıl okuma gerek ve “Ben iki manevi değer tanırım, emek bir yetenek iki… Ülkemde böyle düşünenler artsa neler olur neler”, “İnsanı bozan, mülkiyet ve makam hırsı ile din dürtüsüdür”, “Sınıflı bir toplum ayıpsız ve acısız olabilir mi?” diyen ben nasıl okuyorum, bunları açıklayayım ki, nerede durduğum daha iyi görülsün, diyeceklerim yanlış anlaşılmasın.

Karma Ekonomi ve Üçüncü Yol ama bileşimi nasıl? Bence işin can alıcı noktası budur. Sözgelimi kamu sektörünün payının %10 olduğu bir ekonomi, karma ekonomidir ama sosyalist bir ekonomi değildir. Bence günümüzde kamu sektörü ağırlıklı tüm ekonomik sistemleri sosyalizm olarak nitelemek gerek. Bugün Çin Komünist Partisi patron yetiştirme kursları açıyorsa[4], sosyalizm algımız artık değişmeli bence. Ekonominin en az %80’inin kamu sektörü ağırlıklı olmasını istiyorsanız, özel sektör işletmelerinin alanlarının ve çalışan sayılarını kısıtlıyorsanız, özel mülkiyet konusunda oldukça sınırlayıcı oluyorsanız, bence bal gibi sosyalistsiniz. Zaten değerli yazarımız da yukarıya da aldığım şu sözlerinde benim bu savlarıma bence hak veriyor: “Çağımızda bunların uygulanabildiği düzenlere ‘sosyalizm’, bunları yapmaya çalışanlara veya yapanlara da ‘sosyalist’ deniyor.”

Evet, “üçüncü yol ya da karma ekonomi değildi” savına, işte böyle ufak bir itirazım ve de kabul buyrulursa katkım oldu ve sözlerime de yeterli ölçüde açıklık getirmiş oldum. Bu eleştirim önemli ve gereklidir diye düşünüyorum, eleştirimin eleştiriye açık olduğunu da vurgulayarak.

Ve son olarak kitabın sunuş yazısına de değinmek istiyorum. Anımsadığım kadarıyla 1997 yıl idi… İzmit Saraybahçe Belediyesi, sanat sokağında kitap günleri düzenlemiş, bazı yazarların sunumları ve söyleşileri de var. Dediler ki İzmitli yazar arkadaşlar, “Mehmet Bedri Gültekin’i gidip dinleyelim, bizim orada olmamız iyi olur.” Gittik. Mehmet Bedri Gültekin sunuş yerine geçti, masasında not gibi bir şeyler yok, doğaçlama olarak konuşmaya başladı. Zerre kadar aşırılık ve slogansılık yok, sözleri bir tutarlılık ve bilgi zinciri gibi.

Konuşma bitiyor, dışarı çıkıyoruz, şair-yazar rahmetli Ruşen Hakkı yanımda, diyorum ki ona “Ruşen Abi, Perinçek kendisini aşırılıklardan koruyacak bir yardımcıyı bulmuş, çok beğendim. Ruşen Hakkı şöyle yanıt veriyor: “Yok sen Doğu’yu tanısan böyle demezdin, onun televizyonlarındaki hallerine bakma sen, mahsus öyle davranıyor, ortamı provoke ederek dikkatleri üstüne çekip mesajını veriyor, yani bir taktik o. Doğu çok akıllı bir adamdır, dost adamdır.”

Yıllar geçti şimdi, Mehmet Bedri Gültekin’in genel başkan olduğu partide ben de kurucuyum. O günkü bakışımın bugün de doğru olduğunu görmem beni mutlu ediyor. Sayın Genel Başkan’ın “Atatürk ve Sosyalizm” adlı bu değerli çalışmanın sunuş yazısı şu önemli olguyu anımsatıyor önce:

“Mustafa Kemal Atatürk, tartışmasız tarihimizin en büyük devrimcisidir. Ölümünün üzerinden 80 yılı aşkın bir zaman geçmesine rağmen, hala her 10 Kasım günü ülkenin dört yanında insanlar saygıyla ayağa kalkar ve “hayat durur”. Türk Milleti’nin yaptığı, sadece bugününü borçlu olduğu Büyük Devrimci’ye minnet borcunu ifade etmek değildir. Daha önemlisi, bundan sonra vermek zorunda olduğu mücadelede Mustafa Kemal Atatürk’e dayanma, ondan kuvvet alma ihtiyacıdır.

Böyle bir tabloya dünyanın başka herhangi bir ülkesinde rastlamak mümkün değildir. Türk Milletinin ezici çoğunluğu açısından Mustafa Kemal ortak değerdir ve hala en büyük birleştirici isimdir. Her şey bir yana, başlı başına bu durum, dikkate alınması gereken son derece önemli bir olgudur.”

Ve sonra Atatürk’ün “Evvela sosyalist olmalı, maddeyi anlamalı” sözünden yola çıkılarak nedenceler, gerekçeler, bilgiler veriyor: “Sosyalizme bakışının ne olduğunu gösteren kanıtlardan bazılarıdır. Okuyacağınız kitapçıkta, Atatürk’ün konuyla ilgili ayrıntılı görüşlerini okuyabileceksiniz.

Önemli olan nokta şudur: Mustafa Kemal ‘Evvela sosyalist olmalı’ dediği zaman dünyada Sosyalizm adına elde edilmiş bir başarı yoktu. 1871 yılındaki 70 günlük Paris Komünü deneyi başarısızlıkla sonuçlanmış, arkada kalan 30 yıl içinde bazı Avrupa ülkelerinde kurulmuş olan Sosyalist Partiler ise henüz hiçbir ülkede iktidar olmuş değillerdi.

Yani Mustafa Kemal, başarıya ulaşmış bir siyasal akımın estirdiği rüzgâra kapılarak ‘sosyalist olmayı’ düşünmüş değildi. Ama emperyalizmin sömürgeleştirme tehdidi altında olan Osmanlı ülkesinde, hem vatana yönelen tehdidi doğru anlamak hem de ulusal ve sosyal kurtuluş için kendi toplumunu yani maddeyi doğru olarak tanıyabilmenin ancak sosyalist olmakla mümkün olabileceğini anlamış ve bunu hayatına uygulamıştır.”

Sözü bugüne getiriyor ustalıkla Mehmet Bedri Gültekin: “Peki şimdi ne durumdayız? Mustafa Kemal’in “Evvela Sosyalist olmalı” dediği 1904 yılından bu yana 118 yıl, ölümünden bu yana ise 84 yıl geçti. Kısacası bir asrı geride bıraktık. Artık bambaşka bir dünyadayız!… Sosyalizm 20. yüzyılda çok büyük başarılar kazandı. İkinci Dünya Savaşı’nda faşist saldırganlığın alt edilmesi, yüzyılın başında neredeyse hepsi sömürge durumunda olan ezilen milletlerin bağımsızlıklarını kazanmalarında en büyük pay sahibi olmak ve bugünün “Gelişmekte Olan Dünya” gerçeğinin ortaya çıkması, geçen yüzyılın başında Dünya ekonomisi içindeki payı yüzde 1 – 2’lerde olan Çin’in, Sosyalizm sayesinde bugün dünyanın en büyük ekonomisi haline gelmesi, Dünya ekonomisinin ağırlık merkezinin Batı’dan Doğu’ya-Asya’ya kayması, Gelişen Dünya’nın dünya ekonomisi içindeki payının yüzde 50’nin üzerine çıkması, son Korona salgınının da çarpıcı bir şekilde gözler önüne serdiği üzere; salgınlar, doğal afetler, çölleşme, küresel ısınma, toplumsal çürüme ve derinleşen gelir adaletsizliği gibi bütün insanlığı ilgilendiren sorunlarla mücadelede kapitalist sistemin tam bir hezimeti, Sosyalist ülkelerin ise başarıyı yaşadığı günümüzde, Sosyalizm artık bütün insanlığın gözünde bambaşka bir yerdedir.

‘Evvela sosyalist olma’nın gerekliliğini yüzyıl önce ancak Mustafa Kemal gibi devrimciler görebiliyordu; bugün ise bu gerçeğin herkes tarafından görülebilmesinin koşullarının, yüzyıl öncesiyle kıyaslanmayacak durumda olduğunu söyleyebiliriz.”

Evet, artık sözü bağlama zamanı geldi. Şu sözlerle yapalım o bağlamayı:

Ülkem insanı, diyalektik süreçten geçmiş görüşler açıklayamaz, çünkü okumaz ve düşünmez. Nasihat eder herkes birbirine çok bilmiş havalarda…Öykü, roman, şiir, deneme gibi bir edebi bir yapıt da okumuyor ülkem insanının yüzde doksanı, fıkra dinliyor, sosyal medyada fıkra arıyor, paylaşıyor. Yaşam felsefesi, paradigmaları bununla sınırlı. Öyle sınırlı ki bilimsel yapıt ve yazı da okumuyor. Köşe yazısı da okumuyor, başlığı ilgisini çekerse belki… O çok önem verdiği, hatta ders vermeye kalkıştığı din konusunda da ciddi okumaları yok, camide ve tekkede cahil hocadan dinledikleridir bütün bilgisi… Ülkem insanının sosyalistleri de eskisi gibi okumuyorlar ve bugünü de okuyamıyorlar yeterince. Atatürk’ü de doğru okuyamıyorlar ülkemin sosyalistleri, buna ilişkin acı deneylerim var, bu bağlamda kendimi yeterince anlatamayışımın verdiği üzüntülerim var. Değerli Yıldırım Koç Hoca’nın bu yapıtı, bu üzüntü ve acı deneylerimi olumluya çevirme konusunda umutlar verdi bana. Okursanız size de umutlar yanında bilgiler de verecek, bundan sizler, bizler,  ülkemiz, hatta insanlık da kazançlı çıkacak.


[1] Fransız devletçiliği

[2] Kemal Zeki Gençosman-Altın Yıllar

[3] Hikmet Bil-Atatürk’ün Sofrası

[4] “Burada bize rehberlik edenler de ÇKP’deki değişimi şöyle özetlediler: ‘Parti binalarımızda eğitim de veriyoruz. Okul gibi. Patron yetiştiren bölümlerimiz de var. Burada dünyadaki piyasa ekonomisini anlatıp, ardından sosyalist piyasa ekonomisini öğretiyoruz.’

Rehberimiz Wu, bunun sosyalizmle çelişen bir yanı olmadığını şöyle izah etti:

‘Hepimizin refaha kavuşması için bir kısmımızın daha zengin olması gerekiyor.’

Deng Xiaoping’in şu sözü burada anlatılan değişime uyuyordu:

‘Kedinin rengi önemli değildir. Asıl olan fareyi tutmasıdır.’”

Cumhuriyet Gazetesi https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/yoldas-fabrika-senin-1726907

Yorum bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir